Bugün Gazetesi Yazarı Gültekin Avcı "Yeni Türkiye bu mu?" başlıklı bugünkü yazısında yolsuzluk ve rüşvet operasyonu sonrasındaki gelişmeleri değerlendirdi. Gültekin Avcı yazısında çok çarpıcı bir gerçeğide şöyle anlatı; "Ama hem yargının ve polisin üstüne çullanıldı hem de soruşturmaya, anayasal kuruluşlar olan yargıya ve emniyete "paralel devlet, cunta, çete" yaftası vuruldu. Oysa KCK toprak talebinde bulunup, açık bir paralel devlet oluşturmuşken, teröriste fırsat verip çözüm sürecinin çözülme sürecine evrilmesine yol açanlar, bugün cebir ve şiddetle asla adı bile anılmayan, demokratik hakları olduğu halde sokaklarda bir kez bile toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmayan insanları "terör örgütü/çete" ilan etme noktasına gelmiştir. Nitekim istifa eden eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'in "niyetleri belli olmayan dar bir oligarşik grupla hükümet etme" ifadesi dikkat çekicidir."
İşte Gültekin Avcı'nın bugünkü yazısı...
Yeni Türkiye bu mu?
Tüm dünyada hükümetleri bile sallayan yolsuzluk operasyonları yapılıyor.
Tüm demokratik ülkelerin savcıları, suç delilleri söz konusu olduğunda harekete geçiyor.
Bakın:
-Haziran ayında Çek Cumhuriyeti'nde Başbakanlık, Savunma Bakanlığı ve Prag Belediyesi'ne yönelik yürütülen operasyonda birçok üst düzey görevli savcılık emriyle gözaltına alındı. Soruşturuluyorlar.
-Yine haziran sonunda Vatikan banka müdürü ve yardımcısı, yolsuzluk ve sahtekârlık iddialarıyla üst düzey bir İtalyan din adamının tutuklanmasının ardından istifa etti. Konu mahkemede.
-2010'da Hindistan'ın zengin iş adamlarının politik atamaların ve düzenleyici kararlar üzerindeki nüfuzunu gözler önüne seren yolsuzluk dosyaları, Telekomünikasyon Bakanı Andimuthu Raja'nın istifa etmesine sebep oldu. Savcılık belgeleri, hükümetin politik baskı sebebiyle masaya konan teklifleri çok ucuza sattığını, bugüne dek en az 40 milyar doların masada kaldığını gösterdi.
Savcılar peşini bırakmadı
-Temmuzda Çin'de Jinan Savcısı'nın yaptığı operasyon. Dünyanın en büyük 2. ekonomisi Çin'in 20 senedir en büyük siyasi skandalında, savcı yeni Komünist Parti liderleri, eski Politbüro üyesi Bo Xilai'yi rüşvet, yolsuzluk ve görevi kötüye kullanmakla suçladı.
Hem de Çin'de.
-Nisan ayında İspanya Kralı'nın damadı Palma Dükü İnaki Urdangarin, 2003'ten 2006'ya kadar yöneticiliğini yaptığı Noos Enstitüsü'ndeki bir dizi yolsuzluk iddiasına karışmakla suçlandı ve yargılanıyor.
-İtalya'da Perugia Savcısı 2010'da İtalya'da Ekonomik Kalkınma Bakanı Claudio Scajola'yı, Roma'da ev satın alma işleminde usulsüzlük ve rüşvet almakla suçladı. Bakan derhal istifa etti ve savcıya ifade verdi.
-Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulff geçtiğimiz yıl rüşvet aldığı ve rüşvet haberinin yapılmasını engellemeye çalıştığının anlaşılması üzerine istifa etmek zorunda kalmıştı. 2010 yılında Cumhurbaşkanı olan Wulff'un cumhurbaşkanı olmadan önce, Aşağı Saksonya Valisi olduğu dönemde, ünlü bir işadamından yüksek miktarda kredi aldığı ve tatil masraflarının yine işadamları tarafından karşılandığı ortaya çıkmıştı. Üstelik Wulff'un bunları haber yapmak isteyen Bild gazetesini arayarak tehdit ettiği iddia edilmişti. Bütün bu iddialar üzerine Hannover Savcısı Wulff'un dokunulmazlığının kaldırılması için başvurmuştu. Cumhurbaşkanının evi ve bürosu arandı. Sonunda istifa etti.
Daha onlarcasını sayabilirim.
İtalya'nın skandallarıyla gündemden düşmeyen eski Başbakanı Silvio Berlusconi de iktidarı boyunca birçok suçlamaya maruz kaldı. Savcılar peşini bırakmadı.
Hiçbiri uluslararası komplo diyerek soruşturmanın üstünü örtme cihetine gitmedi.
Çünkü yargının rutin işleyişini, adli mekanizmanın görevini yaptığını biliyorlardı.
Hukuka dayanan yargısal faaliyete hiçbiri "darbe, cunta, paralel devlet" demedi.
Üstelik Türkiye'dekinden çok yaman rakipleri ve aleyhlerinde çalışan lobiler vardı.
Hiçbiri savcılara müdahale etmedi.
Hiçbiri bir gecede yüzlerce polisin yerini değiştirmedi.
Hiçbiri soruşturma başlar başlamaz yönetmelik değiştirmedi.
Hiçbiri savcı emrindeki polisi savcıya karşı kışkırtıp kriz çıkartmadı
.
Hukukun askıya alındığı süreç
Ya Türkiye?
Bugüne kadar alkışlanan yargısal faaliyetlere utanmadan "hükümete darbe girişimi" diyecek kadar çılgınlaştılar.
Bunca milyonların tek isteği vardı oysa.
"Şu yolsuzluk meselesi nedir bırakın ortaya çıksın" dediler.
Ama hem yargının ve polisin üstüne çullanıldı hem de soruşturmaya, anayasal kuruluşlar olan yargıya ve emniyete "paralel devlet, cunta, çete" yaftası vuruldu.
Oysa KCK toprak talebinde bulunup, açık bir paralel devlet oluşturmuşken, teröriste fırsat verip çözüm sürecinin çözülme sürecine evrilmesine yol açanlar, bugün cebir ve şiddetle asla adı bile anılmayan, demokratik hakları olduğu halde sokaklarda bir kez bile toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmayan insanları "terör örgütü/çete" ilan etme noktasına gelmiştir.
Nitekim istifa eden eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'in "niyetleri belli olmayan dar bir oligarşik grupla hükümet etme" ifadesi dikkat çekicidir.
Dahası bizzat Başbakanca soruşturmanın engellendiği ve hukukun askıya alındığı bu süreç "yeni İstiklal Savaşı" süreci olarak tanımlandı.
Belli ki artık KGB toplumu olmaya doğru gidiyoruz.
AK Parti'yi eleştiren, AK Parti'ye karşı olan veya AK Partili olmayan herkes potansiyel iç düşman (tehdit) konumuna yerleştirilmiş durumda.
Oysa savcılar sadece suç soruşturması yapıp şüpheli ve suç delillerini mahkemeye götürür.
2 kritik gelişme şudur:
1-Yeni kabinede açık bir suç faaliyeti olan fişlemelerde adı geçen Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala'nın hukuka meydan okuyarak ödüllendirilmesi ve İçişleri Bakanı yapılması.
2-Yolsuzluk operasyonunda görevli savcıları HSYK'ya şikâyet eden Bekir Bozdağ'ın Adalet Bakanı yapılarak HSYK'nın da başına getirilmesi.
Bunlar hukuk ve demokrasinin çığlıklarının duyulmadığı karanlık bir topluma doğru gittiğimizi gösteriyor.
İşte "yeni Türkiye."