Türkiye savaşa mı sürükleniyor?

Stratejik Ortak Vizyon Belgesi” (SOVB) üzerinde mutabakata varan Türkiye ve ABD, bugün ilişkilerde “derin” bir kaosa doğru sürükleniyor

Türkiye savaşa mı sürükleniyor?

Daha bir ay öncesine kadar ikili ilişkilerdeki sorunları aşmak ve kaybolan güveni yeniden tesis etmek amacıyla bir araya gelen ve “Stratejik Ortak Vizyon Belgesi” (SOVB) üzerinde mutabakata varan Türkiye ve ABD, bugün ilişkilerde “derin” bir kaosa doğru sürükleniyor Müttefiklik geçmişi içinde ikili ilişkilerde yaşanan iniş ve çıkışlar hiçbir zaman bu kadar “dip” yapmamış ve bu denli bir “restleşme” yaşanmamıştı. Öyle ki, Washington Times gazetesi, ABD’nin Türkiye’ye güvenip güvenemeyeceğini ciddi biçimde düşünmesi gerektiğini belirtiyor. Sorunun son adı, Irak topraklarında varlığını sürdüren PKK terör örgütü ve bu örgütün Türkiye’ye yönelik terör eylemlerinde yaşanan artışlar ve verilen şehitler karşısında Türkiye’nin sınırötesi bir operasyon gerçekleştirmek istemesi ve ABD’nin buna her zamanki “bildik” cevabı. Türkiye neden harekete geçti? Bu sefer, Türkiye’nin başlangıçta “duygusal” olarak algılanan, daha sonra ise bir seri somut talepler şeklinde kendisini gösteren tepkisinin öncekilerden farklı olduğu dikkatlerden kaçmıyor. Türkiye, ABD ve Irak yönetimlerine şu mesajları vermiş durumda: “Mevcut durum kabul edilemez; Artık Kuzey Irak’ta önlem görmek istiyoruz. İyi niyetimiz takdir edilmeli; Askeri operasyon her zaman masada.” Türkiye, bu son çıkışında muhtemelen ABD’nin Irak’taki çıkmazını, küresel çaplı projesinde Türkiye’nin stratejik önemini ve böylesine bir konuma sahip müttefikini üzmeyeceğini, İran’a ve Suriye’ye yönelik olası bir operasyonda halen safını tam olarak belirlememiş olan Türkiye’yi yanına çekmek için “bazı şeyleri” feda edebileceğini hesaplamaktaydı. Ayrıca, İsrail’in son operasyonuyla birlikte daha da karışan Ortadoğu’da müttefiklerine karşı daha anlayışlı olacağını beklemekteydi. ABD ve Irak yönetimi askeri operasyon değil, istişarelerin devamını istiyor. Bu noktada Türkiye’nin beklentilerinin ABD açısından hiç de önemli olmadığının altı bir kez daha çizildi. Nitekim, ABD Büyükelçisi Wilson’un verdiği oldukça “nazik” sayılabilecek çıkışlar bunun birer göstergesi. Dolayısıyla, ABD’nin Türkiye’yi umursamaz tavrı ve “tepeden” bakışı, Türkiye’yi tam bir çıkmaza sokmuş durumda. Belki bundan dolayı olsa gerek, Başbakan Erdoğan Türkiye’nin Büyük Ortadoğu Projesi olarak bilinen oluşumdaki rolünü gözden geçirebileceğini söyleme ihtiyacı hissetti. Kuşkusuz, Türkiye’nin tepkisini ve neler yapabileceğini kestirmek, şu an için en çok merak edilen hususların başında geliyor. Bu durumda akıllara ilk etapta şu sorular geliyor: Peki, bu durumda Türkiye ne yapacak? Operasyon 50 km. ile sınırlı kalacak mı? Sınırötesi harekâtta PKK militanları yerine ABD ordusu ile karşı karşıya kalınırsa ne olacak? Daha da vahimi, bir sıcak çatışma ortamında nasıl bir tepki verecek? Türkiye, geniş çaplı bir savaş içine çekildiğinin ne kadar farkında? Her şeyden önce Türk dış politikasına hakim olan öncelikli unsur, Türkiye’nin tehdit algılaması ve bu çerçevede güvenlik sorunudur. Türk dış politikası tarihi bunun örnekleriyle doludur. En azından Türkiye’yi Sovyetler Birliği ile “dostluk” ilişkilerinden, ABD ile müttefiklik derecesindeki ilişkilere taşıyan da bu endişe olmuştur. Türkiye, sorunun sadece bir Irak ve PKK ile sınırlı olmadığının farkındadır. Bölgede son dönemde yaşanan gelişmeler geniş çaplı bir savaşın işareti olarak algılanmaktadır. İsrail’in Lübnan’ı tamamen işgal etmek istemesi karşısında Suriye’nin ve ardından İran’ın vereceği tepkinin ve bu arada oluşacak kaos ortamından istifade etmek isteyenlerin farkındadır. Bu kaos ortamında Ortadoğu’daki haritanın ve siyasi rejimlerin değiştirilmek istendiğini de hesaplamaktadır. Daha da hesaplanan ve “telaffuz” edilmek istenmeyen şey: Türkiye’nin de bundan nasibini alacak olmasıdır. BOP’un önündeki asıl engel Türkiye mi? ABD ve İsrail, büyük projenin gerçekleştirilmesi karşısında sadece Suriye ve İran’ı bir engel olarak görmemektedir. Türkiye’nin mevcut coğrafyası, bölge ile ilişkilerinin tarihi, bölgedeki psikolojik algılanışı, devlet geleneği, imparatorluk geçmişi ve duruşu da bir engel olarak kabul edilmektedir. Türkiye’nin “güvenilemez” bir müttefik olarak dillendirilmesinin de altında bu gerçek yatmaktadır. Burada, Türkiye, İran ve Suriye’nin başta olası bir Kürt devletinin ilanı olmak üzere, Irak’ın bütünlüğü, PKK terör örgütünün faaliyetleri vb. konulardaki ortak duruşları ve “ittifak” içinde bulunması, Washington’daki neo-conları rahatsız etmektedir. Bu noktada, bir zamanlama dehası olarak Amerika’da yayınlanan “Armed Forces Journal” isimli dergide yazılanların ve ortaya konulan haritanın bir hayalden daha çok psikolojik bir harekâtın parçası olduğu hususu daha mantıklı hale gelmektedir. Ortadoğu haritasının “etnik azınlıkların durumuna göre” yeniden çizilmesinin tavsiye edildiği bu yazıda Emekli Albay Ralph Peters, Batılılar tarafından oluşturulan sınırların yeniden çizilmesinin bölgedeki “adaletsizliği” ortadan kaldıracağını öne sürmekteydi. Bu çerçevede Türkiye, Irak, İran ve Suriye toprakları üzerinde bağımsız bir Kürdistan kurulmasını tavsiye eden Peters, böyle bir devletin de Bulgaristan’dan Japonya’ya kadar uzanan bölge içinde “en Batılı ülke” olacağını savunmaktaydı. İran-Suriye-Türkiye bloku... İşin içinde Kürt unsurunun olması ve Ortadoğu’da yaşanan şu geçiş sürecinde tüm Kürt grupların adı konulmamış bir ittifak içinde hareket etmesi, kuşkusuz, bu işin arkasındaki teorisyenleri ve destekçileri net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu durum, İran ve Suriye’ye yönelik olası operasyonlarda silahlı bir güç olarak kullanılacak bu unsurlara yönelik olası bir operasyonu neredeyse imkansız kılmaktadır. Bundan dolayı olsa gerek, Batı dünyası, ABD ve AB, Irak’ın kuzeyine yönelik olası bir operasyonu “işgal” girişimi olarak algılayacaklarını net olarak ifade etmekte ve Türkiye’nin her türlü sınır ötesi harekâtına karşı olduklarını peşinen ifade etmektedirler. Türkiye, ne yazık ki, müttefikleri konusunda bir kez daha hayal kırıklığına uğramış bulunuyor. İşin daha da ilginç yanı, müttefik olarak bildiğimiz devletler takındıkları provoke edici tavırla Türkiye’ye adeta bir gövde gösterisi yaptırmaya çalışmakta ve savaşın içine çekmek istemektedirler. Fakat, hesap edilmesi gereken bir şey göz ardı edilmektedir. Türkiye, artık PKK’ya karşı bir operasyonu ve bölgedeki olası bir Kürt devletinin ilanına karşı tüm gücünü kullanmayı bir zaruret olarak görmeye başlamıştır. ABD’ye rağmen Irak’ın kuzeyine girilmesi görüşü daha baskın olmaya başlamıştır. Böylesi bir durumda, ABD’nin Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı vereceği tavır, sadece müttefiklik ilişkilerinin durumunu değil, bölgesel ve küresel çaptaki tüm dengeleri etkileyecek bir potansiyel taşımaktadır. Nitekim, şimdiden İran Türkiye’ye bu konuda tam desteğini açıklamıştır. Benzer bir desteği Suriye’nin de vereceğine şüphe yoktur. İlk etapta bölge devletleri arasında oluşturulacak bir ittifakın, ABD karşıtı her türlü güç tarafından destekleneceğine de şüphe yoktur. Başta ABD olmak üzere, Batı dünyası takındığı tavırla Türkiye’yi ve Türk halkını her geçen gün daha da kaybettiğinin bir an önce farkına varmalıdır. Washington ve Brüksel’deki karar alıcılar, vakit çok geç olmadan gelişmeleri bir de bu açıdan değerlendirmelidir. DOÇ. DR. MELİH CAN/ZAMAN
<< Önceki Haber Türkiye savaşa mı sürükleniyor? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER