Konrad Adenauer,
Almanya'nın önemli
siyasetçilerinden biriydi. 1876'dan 1967'ye uzun bir hayat sürdü. Belediye başkanlığından, Hıristiyan Demokrat Birliği'nin liderliğine, birçok görevde bulundu.
II. Dünya Savaşı'yla
Almanya ikiye bölününce, Federal Cumhuriyet'in ilk şansölyesi (başbakanı) oldu.
Almanya'nın demokratik sisteme yeniden uyum sağlaması ve daha önce savaştığı ülkelerle barışması için çok uğraştı. Bugün
Avrupa Birliği adını verdiğimiz topluluğun kurucu babalarındandı.
Adenauer adına kurulmuş olan
vakıf, 21 yıldır Türk ve Alman gazetecileri bir araya getiriyor.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ile ortaklaşa düzenlenen seminerlerde, Almanya'da yaşayan Türklerin sorunlarından, medyanın geleceğine, Ortadoğu'ya ilişkin güvenlik politikalarından, din ve
demokrasi ilişkisine çok çeşitli konular tartışılıyor.
Beni bu seminerlere ilk kez geçen yıl davet ettiler. Türkiye'nin AB'ye girmesi için uğraşan
işadamı ve
Avrupa Parlamentosu milletvekili
Vural Öger'in,
Antalya Kemer'deki Majesty Mirage
Park Oteli'nde bir araya gelen topluluğa, internetin gazeteciliği nasıl dönüştürdüğünü anlatmıştım.
Geçen yılki toplantı 1820 Mayıs'ta yapılmıştı ve boş vakitlerimizde, bir gözümüz TV haberlerinde, hep aynı konuyu tartışıyorduk: 17 Mayıs'taki
Danıştay saldırısı .
Geçtiğimiz hafta, tekrar aynı yerde toplandığımızda, önceki seminerdeki konuşmalar, kitap halinde elimize ulaştı.
Doğrusunu isterseniz, Ocak 2007'de öldürülen
Hrant Dink'in, bir yıl önce yaptığı konuşma aklımdan uçup gitmişti.
Bu konuşmayı okuduğumuzda, Dink'in olacakları nasıl büyük bir isabetle tahmin etmiş olduğunu gördük.
Bakın neler demiş:
"Biz Türkiye'de bu siyaset mühendisliğini, siyaseti dizayn etme ve oluşturma deneyimlerini ilk kez yaşamıyoruz. Şu anda yaşadığımız da ciddi bir derin mühendislik diye düşünüyorum. Derindeki o yüksek mühendisler öteden beri Türkiye'nin gelecek dönem siyaset yelpazesini hazırlamak için harekete geçti ve hiç yeri yokken
Kürt sorununun yeniden sokağa taşırılmasıyla, alevlendirilmesiyle, bazılarının 'yükselen milliyetçilik' dediği, benim ise ' yükseltilen milliyetçilik ' olarak tanımladığım bir ruh halini, Türkiye toplumunun genel ruh haline dönüştürmeye çalışıyorlar. "
Hrant Dink, milliyetçiliği pompalamanın AKP'nin 2007 seçimlerindeki performansını engellemeye yetmeyeceğini düşünen malum mühendislerin, ' laik', ' anti-laik' cepheleşmesini tekrar gündeme getireceklerini belirttikten sonra devam ediyor:
" Bunların hiçbiri (
Danıştay saldırısı, vb.) münferit vakalar değildir... Amaçları alternatif bir
iktidar yaratmak ya da AKP'siz bir siyasal düzen kurmak... "
Beyhude bir çabayla, ' derin devlete entegre olmaya uğraşan' AKP'nin, AB ve
demokratikleşme atılımlarını boşlayarak, nasıl da kendi yarattığı bataklığa düştüğünü anlatan Hrant Dink, daha sonra şu nahoş öngörüde bulunuyor:
" Avrupalı dostlar buradayken şunu söyleyebilirim: Önümüzdeki birkaç yıl içinde, Türkiye'de belki çok daha hoşumuza gitmeyecek, çok daha sizi şaşırtacak, ' Türkiye nereye gidiyor 'u çok daha net size sorduracak manzaralarla karşılaşabilirsiniz. "
Gerçekten de Alman gazeteciler, bu kez de Ankara'da patlatılan
bomba ertesinde, merak ve ısrarla soruyordu: "Türkiye nereye gidiyor?"
Şu anda kötüye gittiği apaçık... Ancak bu böyle sürmeyecek: Hrant Dink'in dediği gibi alttan gelen büyük bir değişim hevesi var. Daha fazla demokrasi, adalet, özgürlük ve refah isteyen bu dip dalgası karşısında bürokratik elit yavaş yavaş gerilemekte... Ancak ' savaşarak çekildiği' için etrafı da tarumar ediyor.
Türkiye evlatlarını
kurban vere vere ilerliyor.
Emre Aköz/SABAH