Valiler, taşrada devletin bir numaralı temsilcisi, daha doğrusu devletin bizzat kendisi.
Anadolu halkının valilerle iletişimi hep sınırlı olmuştur. Ne de olsa devlet, araya mesafe konulmayı gerektirecek saygınlık ve önemdedir! Halkın mesafeli yaklaşımında elbette bugüne kadar süren
yönetim anlayışının da etkisi var. Tebaalıktan vatandaşlığa yükseltildiği ileri sürülen, 'efendiliği' ilan edilen insanlar, devletin
soğuk çehresiyle muhatap olmaktan kurtulamadı. Valiler de ister istemez bu anlayışın temsilcisi olmuş. 'Mülki idare' kavramı,
Türkiye örneğinde, yönetimi altındaki kitlelere şekil verme anlayışına dayalı bir kimlik kazanmış. Otoriter yönetimiyle bugün hâlâ konuşulan, tek parti döneminin
Ankara Valisi
Nevzat Tandoğan, kitlelere şekil verme anlayışının
bürokrasideki sembol isimlerinden biriydi. İstisnaları olmakla birlikte, bu genel yaklaşım son yıllarda ciddi bir değişim sürecinden geçiyor. Anadolu'da, öncekilere kıyasla farklı bir yönetim anlayışı sergileyen valilere rastlamak mümkün artık. Bu dosyada, Anadolu'da değişen mülki amir ve yönetim anlayışını, valiler üzerinden inceliyoruz.
Hakkâri, Kırklareli,
Manisa,
Malatya,
Mardin ve Van valileri, yeni yönetim anlayışının öne çıkan temsilcilerinden sadece birkaçı...
Yeni nesil valiler, genel itibariyle
kaymakam kökenli. Önemli bölümü de taşradaki kaymakamlıklarının yanı sıra, merkezde farklı görevler üstlendikten sonra vali olarak atanmış. Aslında öncelikle Türkiye'deki kaymakamlık sürecini ele almak gerekiyor.
İçişleri Bakanlığı, bilhassa son yıllarda kaymakamların yetişmesine özel önem veriyor. Çok iyi bir eğitim ve staj sürecinden geçerek mesleğe başlayan kaymakamlar, hâlen bürokrasi için önemli bir insan kaynağı konumunda. Elbette her kaymakamın gönlünde vali olma isteği yatıyor. Bugün valilerle ilgili başarı hikâyeleri ve farklı bir yönetim anlayışını konuşabiliyorsak, liyakat ve performansa dayalı atama sisteminin süreçteki payını vurgulamak gerekiyor.
Kamuoyuna fazla yansımasa da mülki idarede, özellikle vali atamalarında, 'performans', temel belirleyici hâline geldi. Performans ölçüsü ise 'proje üretmek' gibi fiziki unsurlar kadar, 'devlet-vatandaş arasındaki yakınlaşma ve iş birliğinin arttırılması' gibi sosyal yönleri de içeriyor. Mülki idaredeki yeni yönetim anlayışı ve
uygulamalar konusunda, elbette işin başındaki isimlerin yaklaşımı önemli. Bu değişimi sorduğumuzda, genellikle aynı sonuca farklı yollardan ulaşan değerlendirmeler geliyor...
DEVLET, YAKIN ÇEVRE
KAVRAMINA DÖNÜŞÜYOR
Malatya Valisi
Ulvi Saran, kamu yönetimi noktasındaki incelemeleriyle tanınan bir akademisyen. Kaymakam kökenli Doç. Dr. Saran, yıllardır Ankara'da Mülkiye Başmüfettişliği ve
Sağlık Bakanlığı
Müsteşar Yardımcılığı yaptıktan sonra Malatya Valiliği'ne atandı. 'Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanma' ve 'Kamu Yönetiminde Kalite' isimli kitapları bulunan Saran, teorik birikimini bugünlerde sahada uygulama imkânı buluyor. Dolayısıyla mülki idare anlayışındaki değişimi iki açıdan da yorumlama şansına sahip. Saran, Türkiye örneğind
e devletin yukarıdan aşağıya şekillendirici rolünden söz ediyor. Bürokrasi bu rolün hayata geçirilmesinde pratik bir
araç işlevi görmüş; ancak son yıllarda bu süreçte ciddi bir değişim yaşandığı tespitini yapıyor. Saran'a göre, Türkiye'nin son yıllarda yaşadığı değişim ve dönüşüm, özel teşebbüs ve
sivil toplumun artan önemi, Anadolu'daki hareketlilik, halkın yönetimde daha fazla söz sahibi olması bürokrasiyi de etkiliyor. Buradaki etkilenme, bürokrasinin halkın üzerinde gözetleyici ve denetleyici bir güç olmaktan ziyade, halkla bütünleşme ve halkla beraber dönüşümün parçası olması yönünde bir anlam kazanıyor. Çünkü halk artık kendi sorunlarını çözme iradesi gösteriyor.
Saran, mülki idare anlayışında ciddi bir değişim yaşandığını ve devletin 'uzaktaki' olmaktan çıkarak bir 'yakın çevre' kavramına dönüştüğünü söylüyor. Yönetimin paylaşılması gereken bir olgu olduğuna dikkati çekerek, yönetimi üstlenen birimler ve yetkililerin, artık kendileri için belirlenen görev tanımları ve sınırlar içerisinde kalamayacakları tespitini yapıyor. Gelinen noktada yönetimin diğer kamusal ve sivil aktörlerle paylaşılması gerekiyor. Saran bu değişimi, "Yaşadığınız yere rağmen, onu dikkate almayan bir
politika geliştirip uygulayamazsınız demektir bu." cümlesiyle tanımlıyor. Ulvi Saran ortaya koyduğu teorinin altını doldurmak için özel bir çaba sarf ediyor. Malatya'ya atanır atanmaz ilk iş olarak
Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını
protokol anlayışından çıkararak halka indirmiş. Bayram resepsiyonunu daha büyük bir mekânda gerçekleştirerek halkın katılımına açmış. Vali Saran, bugüne kadar
yönetici elitle sınırlı kalan Cumhuriyet kutlamalarına halkın katılımını, devlet - vatandaş yakınlaşması adına çok önemli buluyor. Meslektaşlarının, çevrelerine
duvar örerek katı kalıplar içinde çalışmasına karşı çıkarak, çalışılan bölgenin geleneklerine ve hassasiyetlerine dikkat edilmesi gerektiğini vurguluyor. Saran, konu hakkındaki sözlerini çarpıcı bir tespitle bitiriyor: "Halkla idareci arasındaki mesafe ne kadar azalırsa yönetimde de o kadar
adalet olur."
Manisa Valisi
Celalettin Güvenç'in mesleki kariyeri Ulvi Saran'ınkiyle benzerlik gösteriyor.
Kaymakamlık deneyiminden sonra Ankara'da mülkiye müfettişliği yapan Güvenç,
Erzurum Valiliği'ne atanmadan önce
Devlet Bakanı Mehmet Aydın'ın danışmanlığını yapmış. Valilikte ikinci görev yerinde bulunan Güvenç, bürokratik yönetim anlayışındaki değişimi dünyanın değişimiyle ilişkilendiriyor. İnsan haklarının zirve yaptığı ve bireyin ön plana çıktığı bir süreçten Türkiye'nin kendini soyutlamasının mümkün olmadığını vurgulayarak "Zaten bizim kültürümüzde merkezde insan vardır; öyle bir bürokratik gelenek oluşmuş ki, bürokrat ulaşılamayan, astlarına ve vatandaşa çok mesafeli, insan içine çıkmayan bir kişiliğe dönüşmüş. Bunun artık değişmesi gerekiyordu." diyor. Vali Güvenç insan içine çıkma meselesini radikal biçimde yaşayan bir bürokrat. Vali Bey haftanın belirli günleri
mesai sonrası,
gençlerle çim sahada maç yapıyor. Başkalarına tuhaf gelse de, Manisalılar için artık Vali Bey'le maç yapmak rutin bir durum. Elbette bu maçların başlangıcı, devre araları ve maç sonraları Vali'ye dert anlatmak için epey fırsat veriyor insanlara! Aslında Vali'nin maç görüntüsü, bazen büyük projeler yerine
küçük adımların bile, yönetim anlayışında ne gibi değişimlere zemin hazırlayabileceğini ortaya koymaya yetiyor.
YASAKLAYARAK SORUN ÇÖZME
DÖNEMİ BİTTİ
Van Valisi
Münir Karaloğlu, ilk valilik deneyimini yaşayan bir bürokrat. Uzun yıllar kaymakamlık yaptıktan sonra, geçen dönem
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreterliği görevinde bulunmuş. Mülki idaredeki değişimle ilgili onun yaklaşımı ise bu sürecin geç bile kaldığı yönünde. Türkiye'nin ceberut devletten hoşgörülü devlet anlayışına geçmesi gerektiğini belirterek mülki idaredeki anlayışın da bu doğrultuda değişmeye başladığı tespitini yapıyor. Karaloğlu'na göre artık vatandaşı hizaya sokmaya çalışan bir bürokratik zihniyetin sürdürülebilmesi mümkün değil: "Eskiden bir yerde sorun varsa
yasak koyardınız ve çözerdiniz, artık böyle değil. Bürokrasiye,
ülkeme bir şeyler katmalıyım ve ben sadece emanetçiyim anlayışı ile bakanlar, farklı yönetim anlayışı da ortaya koyacaktır."
Avcılar Kaymakamlığı'ndan sonra Mardin Valiliği'ne atanan
Hasan Duruer de bürokrasideki değişim noktasında benzer tespitler yapıyor. Duruer'e göre, halkın içinden geldiğini idrak eden, halka
hizmeti hakka hizmet olarak gören valiler bu anlayışı değiştiriyor. Vali portreleri değişince özellikle Doğu ve Güney
doğu Anadolu'da devlete bakış açısı da değişmeye başlıyor. Duruer, gerektiğinde insanların taziyesine giden, onlarla beraber cuma namazı kılan, halkın içinde bulunmayı seven valilerin sayısındaki hissedilir artışın, halkla devleti birbirine yakınlaştırdığını söylüyor.
Hasan Duruer, ilk valilik tecrübesini yaşadığı Mardin'de farkını hemen hissettiren bir isim. Hükûmetin demokratik
açılımına, öncülüğünü yaptığı kültür açılımı ile
destek veren Duruer, bölgedeki dokuz valiyle birlikte adı hep terörle anılan
Güneydoğu'yu kültür ve sanat merkezi yapmak için harekete geçti. GAP
Kültür Birliği'nin başkanlığını yürüten Duruer, Mardin'in binlerce yıllık etkileyici tarihî mirasını turizme kazandırmak ve kenti dış dünyaya açmak için de önemli projeler geliştiriyor. Eski Mardin'i yeniden eski kimliğine kavuşturmak için yapılan
restorasyon çalışmaları daha şimdiden meyvelerini vermeye başlamış. Çarpık yapılaşma içinde kaybolup giden Mardin, şimdi yapılan çalışmalarla Güneydoğu'nun kültür ve turizm başkenti olmaya hazırlanıyor.
Yeni nesil valiler içinde en dikkat
çekici isimlerin başında Hakkâri Valisi
Muammer Türker geliyor. O, Hakkâri'nin alışık olduğu bir bürokrat
tipi değil! Kaymakam kökenli ancak uzun yıllar Ankara bürokrasisinde çalışmış. Dış İlişkiler ve
Avrupa Birliği Koordinasyon Dairesi Başkanlığı,
Ulaştırma Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı ve son olarak
Başbakanlık
Güvenlik İşleri Genel Müdürlüğü görevinden sonra Hakkâri Valiliği'ne atanmış.
Sürekli halkın içinde olmaya çalışan Türker, başlangıçta insanları epey şaşırtmış. Yaptığı
sürpriz ev ziyaretleri, farklı camilerde kıldığı cuma namazları, rutinleşen esnaf ve kahvehane ziyaretlerine zamanla alışmış insanlar. Hatta bu anlayışı o kadar benimsemişler ki,
tayin söylentileri çıktığında halk valiye sahip çıkmış. Gitmemesi için
kepenk kapatma eylemi bile yapmışlar. Valinin göreve gelir gelmez BDP'li belediye başkanlarına yaptığı ziyaretler ve hükûmet projelerinde onları muhatap alması basında haber olmuş.
Bütün bunlara bakıldığında ortaya çıkan tablo çok net aslında. Hakkâri'nin her anlamda hizmete ve projelere ihtiyacı var ama genç bürokratın en önemli icraatları; Van'a kadar gidecek duble yol, Yüksekova'ya havaalanı veya yeni kurulan üniversitenin geliştirilmesi değil. Bunlar elbette şehrin makûs talihini değiştirebilecek çapta işler ama onun en önemli icraatı, insanların kalplerini kazanması, yıllardır mülki amirlerin dışladığı BDP'li belediyeleri muhatap alıp onları icraatlarına ortak etmesi ve şehirdeki çok sorunlu devlet algısını yeniden düşündürmeye başlaması...
Muammer Türker, bürokratik yaklaşımını, "Ben devletin gücünün, güçlü fert ve vatandaştan geçtiğine inanırım. Biz birey üzerine politikalarımızı oluşturursak, bu bizi daha güçlü bir devlete götürür. Fert eksenli yaklaşım dinimizde de var, demokraside de var. Ancak zamanla her ikisini kaybettik. Böyle bir eksen sapması oldu." sözleriyle açıklıyor. Vali Türker'e göre, bürokrat vatandaşı merkeze koyarsa birçok sorunu daha kolay çözebilir. Uzun sözün kısası, devleti merkeze koyarsanız vatandaşı
ihmal etme riskiniz var; ama vatandaşı merkeze koyarsanız devletin bekası zaten ondan geliyor.
Kırklareli Valisi
Cengiz Aydoğdu, Türker gibi kaymakamlık ve Ankara bürokrasisinden gelen bir isim.
Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü'nden sonra
Artvin Valiliği'ne atanan Aydoğdu, bu şehre kazandırdığı 'göğe komşu topraklar' sıfatıyla dikkati çekmişti. Artvin için hazırlanan
tanıtım filminin senaryosunu yazacak ve şiir kitapları çıkaracak kadar edebiyata hâkim bir bürokrat Aydoğdu. O da, meslektaşları gibi mülki idare anlayışındaki değişimi kabul etmekle birlikte, yeterli bulmuyor. Bugünkü valilerin önemli bölümünün yüksek tahsilini 80'li yıllarda yaptığını hatırlatarak, bütün sıkıntılarına rağmen o dönemin ülkemiz açısından en sahih gelecek tasavvurlarının tartışıldığı yıllar olduğunun altını çiziyor. Aydoğdu'ya göre bugün görevdeki vali nesli, hem teorik hem de pratik açıdan feleğin çemberinden geçmiş insanlar. Böyle bir neslin, şimdikinden daha büyük bir değişimin taşıyıcısı olması gerektiğini vurgulayarak "Ben o neslin daha büyük bir değişimin taşıyıcısı olmasını umardım ve hâlen de umuyorum. Ciddi bir değişim var doğru; ama benim kanaatim, yaşadıklarımızın ağırlığınca bir değişim değil ve olması gerekenin çok altında." yorumunu yapıyor.
Türkiye'de valilik denince akla ilk gelen isim kuşkusuz rahmetli Recep
Yazıcıoğlu. Nevzat Tandoğan ne kadar halka tepeden bakmanın sembolüyse, o da uygulamalarıyla, halkla kaynaşmanın bürokratik sembolü hâline gelmişti. Trafik kazasında kaybettiğimiz
efsane vali, farklı yönetim anlayışı ve halka yakınlığıyla gönüllerde yer etmişti. Günümüzde, fazla gündeme gelmese de, onun yönetim anlayışına yakın, yaptıklarıyla insanların kalbini kazanan birçok vali var. Valinin tarafsızlığı Türkiye'de çok tartışmalı bir konu olduğundan, mülki amirler medyada fazla görünmeyi
tercih etmiyor. Fikir açıklamanın ve bir konuda görüş beyan etmenin, tarafsızlığı zedelediği, valiyi siyasi bir kişilik hâline getirdiği
eleştirileri yapılıyor. Bu noktada valilerin görev tanımı gündeme geliyor. Sahi, valiler farklı konularda veya memleket meseleleri hakkında kişisel görüş beyan edemez mi? Bu sorunun cevabını yine işin muhataplarından almak gerekiyor. Valilik, istisnai bir görev. Büyükelçi, müsteşar ve valiler devleti temsil eden istisnai
kamu görevlileri. Bu açıdan öncelikle mülki amirlerin valilik müessesesine yaklaşımlarını, devamında ise valilerin tarafsızlığı meselesini ele almak gerekiyor...
HÜKÛMET NE KADAR TARAFSIZSA
VALİ DE O KADAR TARAFSIZDIR!
Kırklareli Valisi Cengiz Aydoğdu'ya işinin en ağır gelen yönü, vatandaşın zihninde vali imajını hak edip etmediği konusunda hissettiği sorumluluk. Aydoğdu, vatandaşın pek çok kamu görevlisinden esirgediği itibarı valiye gösterdiğine işaret ederek hissiyatını paylaşıyor: "Valiliği havasıyla, imkânlarıyla ve atmosferiyle benimsemek istemiyorum. Asıl olan sade vatandaşlıktır ve ben de öyleyim." Valilerin tarafsızlığı meselesine gelince, Aydoğdu Türkiye'de tarafsızlık kavramının bilinmediğini vurguluyor. Esasında valiler illerde hükûmetin projelerini uygulamakla görevli. Başbakan ve bütün bakanların illerdeki temsilcisi yine valiler. Aydoğdu, valinin tarafsızlığı meselesini, "Hükûmet ne kadar tarafsız ise vali de o kadar tarafsızdır." tespitiyle anlatıyor. Bu sözünün
gürültü çıkarabileceğini kabul ediyor ancak mülki amir - hükûmet ilişkisindeki ince noktanın da anlaşılmasını istiyor. Valinin hükûmetin fikirlerini savunmak gibi bir görevi olmamakla birlikte, hükûmetin ildeki programını uygularken, hükûmetin bütçesini savunmak ve uygulamak gibi bir görevi olduğunun altını çiziyor. Aydoğdu'ya göre vali, başbakan adına iş yapar ve bu tarafsızlığın ihlali değildir.
Hasan Duruer ise valiliği tamamen bir 'hizmet makamı' olarak algılıyor. İnsana hizmet yoksa kendisi için makamın önemi olmadığının altını çiziyor. Tarafsızlık noktasında ise, "Önemli olan valinin adil olmasıdır." diyor. Duruer, valilerin özelliğini Ahmet
Cevdet Paşa'nın bir sözüyle açıklıyor: 'Malumatı kâfi, dirayeti zati olmalı.' Yani her konuda malumat sahibi olmalı; ama dirayeti de yeterli olmalı. Hakkâri Valisi Muammer Türker, valilerin hükûmet politikalarını benimsememe ve uygulamama lüksü olmadığını belirterek, bu durumun valileri ideolojik hâle getirmeyeceğini vurguluyor. Aslında il idaresi
kanununda valiler için 'hükûmetin idari ve siyasi yürütme organıdır' tanımı yapılıyor. Yani kanun bir bakıma valiye politik bir rol de biçiyor. Türker, "Görevinizi yaparken basınla ilişki kurmadan, açıklama yapmadan olmuyor. Mesela bu bölgede vali olup 'açılımla alakam yok' deme şansınız yok." diyor.
Münir Karaloğlu da yönetimde adalet kavramını öne çıkaran valilerden. "1 milyon Vanlının tamamı benim adaletime güvenmeli, burada yaşayan halkın bir kısmını temsil etmezsem Van Valisi olamam." diyen Karaloğlu, siyasi
mesaj vermediğini; fakat kentin problemleriyle ilgili görüşlerini her zaman kamuoyu ile paylaşabileceğini belirtiyor. Buna rağmen sözlerinden dolayı tepki aldığını söylüyor. Hatta beyanatlarından dolayı Ankara ile sıkıntıya düşmüş. İldeki bir devlet birimiyle ilgili eleştiri yaptığında Ankara'daki bürokrasiden uyarı almış. Kurumlarla ilgili beyanat vermesi yadırganmış. Karaloğlu, "Ben bunu konuşmadan, meselenin kamuoyunu oluşturmadan, sorunu nasıl çözeceğiz? Vali de olsak problemleri çok açık yüreklilikle ve çözüm odaklı olarak konuşabilmeliyiz." diyor.
Malatya Valisi Ulvi Saran valiliği, 'hükûmetin kendi programını uygulama noktasında en fazla itimat edeceği pozisyonlar' diye nitelendiriyor; ancak bu durumun onların siyasi görev yaptığı anlamına gelmeyeceğinin altını çiziyor. Diğer yandan, valinin en azından bulunduğu görev çevresinde siyasi odaklarla iç içe olması ve toplum sorunlarıyla doğrudan ilgili olması, yapılan görevin siyasi olduğu yorumlarına yol açıyor. Fakat bu, valinin siyasi söylemlere katılması ve siyasi tercihlerde bulunabileceği anlamına gelmiyor. Saran, "Bir yandan hükûmeti temsil ederken bir yandan dar politik anlayışları terk etmek durumundasınız. Siyasi partinin uzantısı gibi hareket etmek doğru değildir. Hükûmetin programını uygulamak, hizmeti bütün vatandaşlara eşit şekilde götürmek demektir, partizanlık değildir." değerlendirmesini yapıyor.
HÜKÛMETİN POLİTİKALARINA
İNANMIYORSAM GÖREVİ BIRAKIRIM!
Valilerin görev tanımıyla ilgili en ilginç çerçeveyi Manisa Valisi
Celalettin Güvenç çiziyor. Yaptığı işin temelini, 'vatandaşa valinin orada kendisi için bulunduğunu hissettirmek' diye açıklayan Güvenç, insanların devleti sahiplenmesi ve devletin de halk için var olduğunu bilip ona göre çalışmasının birçok sorunu çözeceğine inanıyor. Vali Güvenç'in bir de iddiası var; günümüzdeki valilerin, hiçbir dönemde olmadığı kadar hukuka bağlı, partizanlıktan uzak ve liyakat esaslı çalıştığını savunuyor. Buna karşılık, hükûmetin politikalarına inanmayan bir bürokratın aktif valilik yapmaması gerektiğine inanıyor. "Çünkü o hükûmetin projelerinin illerdeki tek uygulayıcısı sizsiniz. Ben hükûmetin politikalarına inanmıyorsam, ilgili bakanın politikasına inanmıyorsam bu görevi yapmam. Hükûmetin politikalarını ülke için faydalı bulmuyorsam yapacağım iş, affımı isteyip merkeze gitmektir. Bu asla partizanlık değildir." Bu yaklaşımının radikal olduğunu da düşünmüyor Güvenç ve ekliyor: "Hükûmet gitmeyeceğine göre sen gideceksin. Sonuçta valilik zorunlu değil, istisnai bir görevdir."
Yeni dönemdeki valilerin ortak yaklaşımlarından biri de, Türkiye'deki sorunlu hiyerarşik düzenin göstergesi hâline gelen '
evet efendimci' anlayışa tamamen karşı olmaları. Bizim gibi devlet otoritesine saygıda kusur edilmeyen ve üstleriyle iyi geçinmenin işinde yükselmenin garantisi hâline getirildiği ülkelerde, bu yöntem hem yöneten hem de yönetilen tarafından benimsenmiştir. Oysa günümüzdeki idareciler olaya farklı bakıyor. Cengiz Aydoğdu, valiye ilde altlarından
itiraz gelmesinin zor olduğunu kabul ederek, konuyla ilgili âdeta idarecilik dersi veriyor: "Bir söz var, 'önce kusurları yaratılmış sonra insan' diye. O bakımdan biz kusurlardan ibaretiz ve yanılırız. Aldığımız kararları ne kadar çok kişiyle paylaşırsanız o kadar az yanılırsınız. Bu açıdan valilik müessesesi, siz o rüzgâra kapıldıysanız, çevrenizde bir sürü insan, özel kalemler, polisler, sekreterler... Bunlar insanı yoldan çıkarabilir. Bunlar caka satılacak, hava atılacak şeyler değil; hesabı verilecek konulardır." Hasan Duruer de bürokrasideki 'evet efendimci' yapıyı ciddi problem olarak gören valilerden. Duruer, konu hakkındaki yaklaşımını, "Bizim vazifemiz sadece buyurmak değildir. Herkes bana 'evet efendim' diyorsa rahatsız olurum ve bu benim için bir dezavantajdır." sözleriyle anlatıyor.
Sonuçta yeni nesil valiler, kamu yönetiminde ve mülki idare anlayışında ciddi bir değişim ve dönüşüm sürecinin en önemli aktörleri konumunda. Onların yönetim anlayışı, Türkiye'nin yeni bir döneme girdiğinin en somut göstergesi. Yeni nesil valiler aynı zamanda 'büyük devlet' vizyonunun altını doldurmaya çalışan isimler. Çünkü nereden bakarsanız bakın, halkını kazanamayan bir devletin, dışarıda saygınlık ve itibarını yükseltmesi mümkün olmuyor.
HABERİN TAMAMI AKSİYON DERGİSİ'NDE