BİRİNCİ YALAN: YÖK Komutanı
Erdoğan Teziç ile kendisine bağlı Rektör Kuvvetleri üniversitelerdeki
türban yasağının
Anayasa değiştirilse bile kaldırılamayacağını iddia ediyorlar...
Gerekçe olarak da
AİHM'nin türban aleyhindeki kararını gösteriyorlar. Teziç diyor ki; "AİHM'den çıkan karar bağlayıcıdır. Esas alınacak olan da bu uluslararası belgedir."
Acaba öyle mi?
Bir defa AİHM'nin Leyla
Şahin davasındaki yargısı bir prensip kararı değildi. "Türkiye'de türban aleyhine iç hukuk yetkisi ile ilgili bir
düzenleme yapılabileceğinden" söz ediyordu. AİHM'nin
yasak gerekçeleri evhamlara dayalıydı; bariz bir biçimde hukuka, insan haklarına aykırıydı...
AİHM'den çıkan karar asla bağlayıcı değildir. Şayet öyle olsaydı
Avrupa'nın bütün laik üniversiteleri bu kararı emsal alarak türban yasağı getirirlerdi. Var mı böyle bir yasak? Yok! Üstelik AİHM kararının üzerinden iki yıl geçti; haydi artık yasak getirelim diyen veya bunun lafını eden dahi olmadı! Bundan sonra da olmayacak! Neden mi? Laik Avrupa, üniversitelerde okuyan öğrencileri kafadan "
kamu hizmeti alanlar" olarak görüyor da, ondan...
Batı'daki üniversiteler,
kıyafet nedeniyle öğrenim hakkını engellemeyi aklının ucundan bile geçirmiyor. Kaldı ki, İngiltere'de/İsveç'te "kamu hizmeti veren" bazı memurlar da başlarını örtebiliyorlar!
Bütün bunlar, türban yasağını AİHM ile temellendiren Teziç ve
rektörlerinin kamuoyuna açıkça yalan söylediklerinin kanıtıdır.
***
İKİNCİ YALAN: Anayasa Mahkemesi eski başkanı Mustafa Bumin "Anayasada üniversiteye türban serbestisi getirirlerse türbanlılar okula başı açıkları almaz" iddiasında! İÜ Rektörü Mesut Parlak ise hiç sıkılmadan "Türban anayasaya girerse öğrencilerimizi tutamayız. Kamplaşma olur, üniversiteler karışır" diyebiliyor...
Her iki sav da gerçeği yansıtmıyor. Doğramacı'nın yasak yerine "türban"ı telaffuz ettiği
Özal döneminden 28
Şubat sürecine kadar (19861997 arasında) üniversitelerin yüzde 90'ında yasağın katı bir biçimde uygulanmadığı süre zarfında, başı açık öğrencilere başlarını kapatmaları için bir
baskı oldu mu? Kesinlikle hayır. Tersine o yıllarda da türbanlı öğrenciler ateş hattında idiler; büyük bir toplumsal baskı altında
hedef tahtasına konuldular. Gerçekte "başı açıklarla başı kapalı olanların kol kola gezdiği bir üniversite resmi" varken, çıkıp hiç utanmadan "Türbana
özgürlük çatışma çıkartır" lafları etmek "provokasyon çağırmak"la eşdeğerdir.
"İkna Odaları"nı kurarak "türban yasağı faşizmi"ni uygulayanları bu millet unutmuş değil: Nur Serter'in zulüm odalarında ışıksız kalanlar başörtülü öğrencilerdi!
***
ÜÇÜNCÜ YALAN: Prof. Beyza Bilgin,
Ankara İlahiyat Fakültesi'nde
yönetici olduğu 1988 yılında türbanın serbest kalmasının ardından fakültede başını örtmeyen tek kız kalmadığını öne sürüyor. Bu iddia da gerçek dışı. Bakınız, o fakültede başı açık olarak
öğretim gören günümüzün yardımcı doçenti Öznur Özdoğan halen aynı fakültede öğretim üyesidir: O döneme muhabir olarak tanıklık ettim; başı açık olarak İlahiyat'a başlayanların okullarını yine başlarını örtmeden bitirdiklerine şahidim!
***
DÖRDÜNCÜ YALAN: ODTÜ'nün
yasakçı rektörü Ural Akbulut "Türbanlılar ODTÜ'ye, Bilkent'e girecek kadar puan alamıyor" diyor. İşte bu da yalanın kuyruklusu! Yasak diye türbanlıları içeriye almayacaksınız, başlarını açtıracaksınız sonra çıkıp "iyi puanlar alanları" lekeleyeceksiniz; ekstradan da
katsayı adaletsizliğinin üstünde oturacaksınız: "Yök'sel süper faşizm ligi, hiç bitmesin!"
TAMER KORKMAZ - ZAMAN