Tiner kokusuna feda edilen gençlik

Tinerci gençlerin dünyasına girmek hem zor hem de üzücü. Onların nasıl ve ne şartlar altında yaşadığını hiç merak ettiniz mi? Bir geceyi onlarla geçirdik.

Tiner kokusuna feda edilen gençlik

Soğuk ve hayli kasvetli bir gecede tanışıyoruz onlarla. Önce garipseyen gözlerle bakıyor, tedirgin oluyor, sonra da yavaş yavaş yumuşamaya hiç değilse yüzümüze bakmaya başlıyorlar. Aradan dakikalar geçiyor ama isimlerini dahi söylemek istemiyorlar. Etrafımızdaki meraklı gözler ise işimizi daha da zorlaştırıyor. Zaman geçtikçe biraz daha yakınlaşıyoruz. Çünkü onlara konuk olduğumuzun farkına varıyorlar. Bu konuk olma hali hayli gönlümüzü yorsa da bu dünyayı keşfetmek, onların boş vermişliklerine kısa süreliğine de olsa ortak olmak güzel geliyor. Kimlerden mi bahsediyoruz? Gördüğünüzde çocuğunuzu, çantanızı kaçırdığınız, garipseyerek korkulu gözlerle baktığınız ve sayıları her geçen gün artan ‘Tinerci gençler’den… Onları konuşturmak en az hayatlarına girmek kadar zordu. İmdadımıza ise, birlikte yediğimiz keyifli bir yemek yetişti. Uzun yıllar sokakta yaşayan bu gençlerle neden tiner kullandıklarını, nasıl sokakta yaşamaya başladıklarını, gelecekten beklentilerini, ailelerini ve ‘Onların hayatını’ konuştuk... TUVALLERE DEĞİL, SOKAK DUVARLARINA ÇİZİYOR Tuncay 18 yaşında ve 8 yıldır sokaklarda yaşıyor. 2 yaşındayken anne-babası ayrılır ve üvey annesi onu ve ablasını Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu’na (SHÇEK) bırakır. İlkokulu yurtta kaldığı dönemde bitirir, yurttan kaçar ve sokakları kendine ev edinir. Tuncay, görüştüğümüz gruptaki en renkli gençlerden biri. Usta çizerleri bile kendine hayran bıraktıracak kadar iyi karakalem resim çiziyor. Hem de kağıtlara, tuvallere değil; sokaktaki duvarlara… Eğer yolunuz İstanbul’un Şirinevler, Bakırköy ya da Fatih semtlerine düşer de beyaz duvarlara özenle çizilmiş resimler görürseniz Tuncay’a ait olduğunu düşünebilirsiniz. İyi anılarla hatırlayamadığı çocukluğunu, ‘en iyi’ hatırladığı çocukluk kahramanlarını çizerek renklendirmeye çalışıyor sanki. Tuncay yıllar önce onu terk eden babasının nerede olduğunu bilse de onu görmek istemediğini söylüyor. Ailesinden kalan tek varlık ablası. O da anladığımız kadarıyla bir fuhuş çetesinin elinde, Taksim’de bir otelde yaşıyor. Tuncay, ablasının onu ihmal etmediğini, arada yanına geldiğini, pahalı hediyeler getirerek onu mutlu ettiğini anlatıyor. Bir yandan da “Ablamın da mutlu olmadığını biliyorum. Askere gidip geleyim, çalışmaya başlayacağım, onu da yanıma alacağım.” diyor. Neden sokakları kendine mesken edindiğini şöyle anlatıyor: “Aslında 18 yaşıma kadar yurtta kalmak istedim. Ama yurtlarda gruplaşma var. Öğretmenler de korkuyor. Ya bir gruba dâhil olacaksın ya da arada sebepsiz yediğin dayağa ses çıkarmayacaksın. Bir grubun istediklerini yapmadığım için beni çok kötü dövdüler. Hem de öğretmenlerin gözü önünde. Gidecek yerin yoksa sokağa çıkmayacaksın da ne yapacaksın? Her şeye sabredeyim adam olayım istedim ama bu da can! İnsanın ağarına gidiyor. Zaten dünyaya gözümü açtığım günden beri sorun yaşıyorum. Bu zamana kadar beni kimse sahiplenmemiş. Bu bir çocuk, genç için çok ağır.” Grupta Tuncay’la aynı kaderi paylaşanlardan biri de arkadaşlarının deyimiyle ‘Küçük Salih’. 16 yaşında ve grubun en genç üyesi. 9 yaşından bu yana sokaklarda. O da parçalanmış bir ailenin mağduru. Çünkü daha iki yaşındayken annesi Salih’i yurda bırakıp gitmiş. Babası ise hapishanede. Hiçbir yakınını tanımıyor. Onun hayattaki en büyük destekçisi yine grupta yer alan 23 yaşındaki Adnan. O da 10 yıldır sokaklarda. Küçük Salih’i de ilk tanıyanlardan. Salih, nedenini anlatmasa da ansızın yurttan kaçar, okulunu bırakır. Mecidiyeköy’de kendi halinde dolaşıp durmaya başlar. Sokak hayatı hakkında hayli tecrübeli Adnan da Küçük Salih’in sorumluluğunu üzerine alır, kimsenin onu kullanmasına, ona zarar vermesine izin vermez. Adnan’a Küçük Salih’e neden bu kadar sahip çıktığını sorduğumuzda, “Aramızdaki en küçük çocuktu. Çok masum, sevimli ve her şeyden önemlisi savunmasızdı. Geceleri yanımda yatar, tüm gece parmağını emerdi. Çok soğuklarda bana sarılıp uyurdu. Kendimce ona abilik yapıyordum. Küçük yaşta çok şey yaşadı. Büyümüş de küçülmüş gibidir.” sözleriyle cevaplıyor. TİNER BİZİ SOKAĞA BAĞLIYOR Adnan, İstanbul Şirinevler’de büyümüş. Ailesi de hâlâ orada yaşıyor. Babasıyla yıldızları bir türlü barışmayan Adnan, evde çıkan bir tartışmanın ardından kaçar ve o geceyi sokakta geçirir. Ondan sonra da bir daha eve dönmez. Bir abisi, üç de kardeşi var. Ara ara evine gidip ihtiyaçlarını karşılar ama ailesinden özel bir sıcaklık göremez. Çünkü Adnan’ın deyimiyle o, ‘işi bitmiş bir çocuktur’. Adnan aşırı tiner çektiği bir gün başka bir tinerci çocuğun saldırısına uğrar ve üstüne ateş tutulur. Adnan’ın yüzü yanık izleriyle dolu. Gerçi bu durum ona göre avantaj. Peki nasıl? Adnan, bu zamana kadar insanlara zarar vermeden çok telefon çaldığını söylüyor ve gülümseyerek metodunu anlatıyor; “Yüzüm yanık olduğu için benden korkuyorlar. Tiner de kokunca zarar vereceğimi zannediyorlar. Karşılarına dikiliyorum ‘Telefonu ver, anneni arayacağım’ diyorum. Korktuğu için bir şey diyemiyor, telefonu veriyor. Bunu bazen paraya çok ihtiyacım olduğunda bazen de havalı havalı gezinenleri korkutmak için yapıyorum. Elimize toplu para geçerse esrar alıyoruz, geceleri âlem yapıyoruz.” Tinerci gençlerin fazlasıyla renkli olduğunu belirtmek gerekiyor. Kimi iyi resim yapıyor, kimi güzel şarkı söylüyor. Hatta bazılarının mesleği bile var. Birleştikleri ortak nokta ise sokak ve tiner… Adnan, Tuncay ve Salih’in aile yapısı ve yaşadıklarını dinleyince ‘Bu çocuklar sokakta olmasın da ne yapsın?’ desek de sıradan Türk ailelerinde analı babalı büyümüş, hiçbir ebeveyn baskısı görmemiş gençlerin de sokakta yaşamayı tercih ettiğine şahit olduk. İster istemez şaşırıyor ve onları anlamaya çalışıyoruz. Gökhan, neden sokakta yaşadığını çözemediğimiz isimlerden. Henüz 18 yaşında, ortaokul mezunu. 4,5-5 yıldır tiner kullanıp sokakta yaşıyor. Ailesi İstanbul’da. Ne parçalanmış, ne de sorumsuzlar. Her ay, iki günlüğüne de olsa evinin yolunu tutan Gökhan’a sokaklara geri dönme sebebini soruyoruz. O da birkaç hafta önce polisten yediği dayakla kanlanıp morarmış gözlerini yukarı dikerek anlatıyor: “Annem çok üzülüyor. Gidip gelmelerime alışsa da ‘Oğlum eğer gitmezsen bir dediğini iki etmem. Sadece yanımda kalmanı istiyorum.’ diyor. İçim kötü oluyor ama evde kalmak istemiyorum. Tiner bizi sokağa bağlıyor. Bu sefil ortamda yaşamak için evimi terk ediyorum. Halbuki gidiyorum annem eşyalarımı yıkıyor, güzel yemekler hazırlıyor, bir dediğimi iki etmiyor. Evde de tiner çekiyorum ama buradaki gibi zevk vermiyor, kaçıp geliyorum tabii. 2 kardeşim de gidip gelmelerimden rahatsız oluyor. Çünkü dışarıda korktukları tinerci çocuklardan biriyim ben de. Komşular, eş dost sokakta yaşadığımı bilmiyor. Ailem herkese şehir dışında çalıştığımı söylüyor.” O BİR HEYECAN KURBANI Gençlerin çoğu tiner, esrar, sigara ve uyuşturucu hap kullanıyor. Eğer paraları varsa gruptan biri Karaboğan ya da Dolapdere’deki sokak gençlerinden esrar ve hap satın alıyor. Hepsi ‘sonradan’ sahiplendikleri terk edilmiş evde toplanıyor ve geceyi esrar çekerek geçiriyor. Böyle zamanlarda ancak akşama doğru ayıldıklarını, hatta sersemliğini bir iki gün atlatamadıklarını anlatıyorlar. İçlerinde tinerin dışında herhangi bir uyuşturucu madde kullanmayanlar da var. Bu kişiler grup açısından avantaj. Çünkü tehlike anında birilerinin uyanık olması önemli. Onun için de esrar kullanmayanlara ısrar edilmiyor. Samsunlu Samed 19 yaşında ve 4 yıldır sokaklarda yaşıyor. Diğer gençlerden farkı tinerin dışında herhangi bir uyuşturucu madde kullanmıyor olması. Samed için ‘heyecan kurbanı’ denebilir. Çünkü onu seven, değer veren, elinden geldiği kadar isteklerini yerine getirmeye çalışan anne-babanın 3 çocuğundan biri. Bu şartlar altında neden ailesini terk ettiğini sorduğumuzda ise aldığımız cevap bizi şaşırtıyor: “Samsun’da bir arkadaşım vardı. Birlikte aynı iş yerinde çalışıyorduk. Ondan baliye alıştım. Bir gün macera olsun diye evden kaçtım. Ailem beni 3-4 gün deli gibi aradı. O süreç bana çok heyecanlı geldi. Bunu sık sık yapmaya başladım. Bir de şehir dışına gideyim, bakalım nasıl olacak dedim. Bir kamyona otostop yaptım önce Zonguldak’a, oradan da yürüyerek 4 günde Adapazarı’na geldim. Sonra da İstanbul... Ailem beni çok aradı. Özellikle de annemin içinin yandığını biliyorum. Madde kullanıyorum ya eve gidemem. İki kere gittim, bir hafta kalıp geri döndüm. Sokakta yaşadığımı biliyorlar. Ancak tineri bırakırsam yanlarına dönerim.” Tinerci gençler hayatı hayli boş vermiş gözüküyorlar. Hayat tarzlarını da buna göre ayarlamışlar. Bir gününüzü nasıl geçiriyorsunuz diye sorduğumuzda çok bir şey yapmadıklarını anlıyoruz. Onlar için hayat öğleden sonra 2-3 gibi başlıyor. Çünkü geceleri sokaklarda dolaşıyor, geç saatlere kadar da tiner çekiyorlar. Genç olmalarına rağmen yemekle araları çok iyi değil. Tiner ve sigara onların iştahını kapatıyor. Günde en fazla iki öğün yemek yiyorlar. Akşam beşten önce yemek yiyen pek olmuyor. Çok dikkat çektikleri için toplu halde değil, ikişerli üçerli gruplar halinde yemek yiyor, sonra da her zamanki yerlerinde toplanıyorlar. Bazen sohbet ediyorlar bazen de kavga. Hatta birbirlerini dövdükleri bile oluyor. Bu durumu da “Uyuşturucu maddeler bizi sinirli yapıyor.” diyerek açıklıyorlar. Kendi aralarında kavga etseler de gruptakilere kimsenin zarar veremeyeceğini de belirtiyorlar. Bazı akşamlar bir nöbetçi otoparkçının yanına gittiklerini, birlikte film izlediklerini, halkın bir kısmı onları dışlarken bir kısmının da korkmadığını söylüyorlar. Akşamdan geceye doğru ise gözler buğulanmaya, tiner etkisini göstermeye başlıyor. Köşe başında durup onlara hayretle bakan topluluğa ise, el kol hareketi yaparak karşılık veriyorlar. Onların korktuğunu görerek böylece öç almaya çalışıyorlar. Tuncay; “Bize böyle garip garip bakmasalar bir sorun olmayacak. İnsanın ağarına gidiyor. Tiner kullansak da bizde insanız.” Samed ise sokaktaki insanların kendilerinden neden korktuğuna anlam veremediğini, yaşadıkları civarda bu zamana kadar kimseye zarar vermediklerini anlatıyor. Söze karışan Adnan da, “Zarar vermediğimiz gibi başkalarının da zarar vermesine izin vermiyoruz. Çünkü etrafta yapılan bir suç ya da yaralama hemen üzerimize kalıyor. Buna engel olmak için yaşadığımız mekânlara ve insanlara zarar verecek kişileri bu sokaklarda barındırmıyoruz.” diyor. Saatler ilerledikçe çektikleri tinerin de etkisiyle daha kısa cümleler kurmaya ve kendilerini ifade etmekte zorlanmaya başladılar. “Sizin yanınızda tiner çekmek de ayıp kaçıyor abla.” deseler de ellerindeki tinerli bezleri bir türlü bırakamadılar, bunu söylerken bile kaçamak gözlerle bir nefes daha çektiler. Gece boyunca tüm konuşulanlar bir yana en üzücü olan daha 18-20’sinde olan bu gençlerin geleceğe dair hayallerinin olmamasıydı. Çoğu askerliği kendine ‘milat’ kabul ediyor, zihinlerinin bir köşesinde özlemini çektikleri aile hayatını kurmak istiyorlardı. Fakat bulundukları ortamı, yaşam şartlarını düşününce ‘olursa bakalım’ diyerek kestirip atıyorlardı. MİSAFİRPERVER GENÇLER Grubun renkli simalarından Tuncay tüm yaşadıklarına rağmen geleceğe umutla bakabiliyor. Askerden geldikten sonra tinere ve sokağa dönmeyeceğini, işe girip çalışacağını ve abdesinde namazında bir insan olacağını anlatıyor. Ailesi İstanbul’da olan ortaokul mezunu Sezgin (17) bir yıldır sokaklarda olmasına rağmen umutlarını çoktan yitirenlerden... Sezgin, “Benim umudum yok ki hayalim olsun, daha yarın ne yapacağımı, ne yapmak istediğimi bilmiyorum. Bizim sonumuz yok. Ya faili meçhul bir kurşunla öleceğim ya da suç üstünde yakalanıp hapiste işkence göreceğim. Böyle bir hayatın yarını olur mu abla?” diyor ve grubun en büyüğü Murat’ı ‘Askerlikten sonra evlenip çoluk çocuk sahibi olacağım’ diyen arkadaşlarına örnek gösteriyor. Çünkü Murat 26 yaşında. Askerlikten önce 7 yıl sokaklarda yaşamış. Askerliği boyunca da hiç tiner kullanmamış. Geldiğinde yeni bir hayatı düşlerken kendini yine sokaklarda bulmuş. Murat’a göre hiçbir kız tiner çekmiş, uyuşturucu madde kullanmış, yıllarca sokakta kalmış biriyle evlenmek istemez. Sırf bu düşünceden hareketle yeni bir hayata başlamamış. Ama kurduğu cümlelerden sokakta yaşamaktan bıktığını, içinde bir yerlerde hala ‘Belki’ dediğini duyar gibi olduk… Onların hayatı ve içinde bulundukları ortam ne bu satırlarla anlatılacak kadar basit ne de kısa. Sadece bir günlüğüne dâhil olduğumuz hayatları bize çok şey öğretti. Bir kez daha yaşadığımız dünyanın iyisiyle kötüsüyle dönüp durduğunu, hepsinin yaşama ‘kendince’ bir renk kattığını anladık. Ayrıca bize gösterdikleri yakınlık nedeniyle tinerci gençlerin de misafirperver olabileceğini yaşayarak öğrendik… AKSİYON
<< Önceki Haber Tiner kokusuna feda edilen gençlik Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER