Bu olay, bir kere daha
terörün çirkin yüzünü ortaya çıkarmıştır.
Terör insanlık dışı iğrenç bir olaydır ve bu eylemi yapanlar insanlıktan nasibini almamışlardır. Terörü yapanlar, mezhep, meşrep, aşiret demeden insanlığa karşı suç işlemektedirler. Nitekim Diyarbakır'daki olay da bunu bir kere daha ortaya koymuştur. Terör, adres tanımıyor.
Askerî aracı
hedef almış olsa bile dershanenin önünde masum öğrencilerin yol güzergâhında böyle bir eylemi planlamış olmak, akıldan, vicdandan ve insanlıktan yoksun olmayı gerektirir. Görüldüğü gibi, eğitim yapan ve umut dolu yavrular, hedef olmuşlardır.
Kürtçe ve
Türkçe ağıt yakan anaların sesleri yine birbirine karışmıştır. Etnik bir amacı olan ve belirli bir etnisite adına terör yapan
terörist örgütlerin faaliyetleri,
ülkenin farklı kesimlerindeki vatandaşlar arasında düşmanlık tohumları eker ve bunları zamanla büyütür. Böylece farklı unsurlar arasında bir
iç savaş çıkarmaya yönelen terörist örgütler, bu suretle
yabancı devletlerin müdahalesini celbederek ülkenin bütünüyle
felç ve hattâ işgal edilmesini sağlamaya çalışırlar. Bu unsurlara mensup vatandaşların büyük kısmı başlangıçta devlet otoritesinin yanında dururlar; ancak, terörün şiddetlenmesi ve önlenemez olması, bunların da zamanla terörist örgüt lehine kaymasına yol açar. Çünkü terörist örgütler,
özgürlük vaat ettikleri etnik kitleye de terör uygularlar ve bu da belirli bir etki alanı yaratır. Terörist eylemler, sorumsuz ve hukuksuz olduklarından, tek bildikleri ceza türü ölümdür ve bu da halkın devletten ziyade terör örgütünden korkmasına yol açar ki yine bu da devlet acze düştükçe halkın örgüte daha çok yaklaşmasına sebebiyet verir. Kan ve dehşetten başka yol tanımayan terörist eylemler, bilhassa kırsalda hayvancılığı, ziraatı ve ormancılığı hedef alarak bir
ekonomik çöküşe yol açtıkları gibi, şehirlerde ise haraççılığa ve
mafya tarzı örgütlenmeye yönelirler; ayrıca, uyuşturucu gibi her türlü
yasadışı yollarla gelir temin eden örgütler, kara ekonomiyi besler ve ekonomiye bir
darbe de buradan gelir. Ayrıca, terörist örgütler, muhtelif sabotajlarla, mesela kara, hava ve demiryollarına yapılan sabotajlar,
orman yangınları, turistik tesislere yapılan sabotajlar, ekonomiye ağır darbeler indirebilirler. Ayrıca, ülkenin sürekli olarak terörist eylemlerle boğuşmasından ileri gelen askerî ve inzibatî harekâtlarının getirdiği sarfiyatlar da ülke ekonomisine büyük yüklere mâl olur.
PKK 23 yıldan beri kesintisiz olarak, bu metotların tamamına başvurmaktadır ve ülkemizin ekonomisine çok büyük boyutlarda zararlar vermiştir ve vermeye de devam etmektedir.
Kürt sorunu mu,
Güneydoğu sorunu mu?
Öncelikle şunu baştan belirtmek istiyorum. Bu ülkenin en önemli meselelerinden birisi kavramlar üzerinde yapılan ve kaosa dönüşen tartışmalardır.
Reform, sekülarizm,
laiklik ve buna benzer pek çok kavram; mazmûnu bilinmeden, yerlileştirilmeden, Türkçeleştirilmeden, kavramın geldiği coğrafya ve dilin içindeki karşılıklarının sosyolojik süreci ve macerası anlaşılmadan, bizim zihinlerimizde ve toplumumuzdaki karşılıkları üzerinde düşünmeden, bu kavramlar üzerinde bir kör dövüşü yapıyor ve fırtınalar koparıyoruz, tabii olarak da bir yere varamıyoruz... Meselenin aslı şudur:
Türkiye'nin, bu
bölgedeki bin yıllık varlığı ve özellikle petrolün dünya ekonomisi içindeki büyük gücü sebebiyle, bu bölge üzerinde iddiaları ve çıkarları olan birçok gücü rahatsız etmiştir bugüne kadar ve bugün de rahatsız etmeye devam etmektedir. Unutulmamalıdır ki, Türkiye ister kabul etsin ister etmesin bir imparatorluk bakiyesidir ve arkasında
Osmanlı'nın 620 yıllık tüm sicilini taşımaktadır. İçinde pek çok milleti, pek çok dini, mezhebi, kültürü, dili barındıran bir sicildir bu. Osmanlı, tarihinin en ağır yenilgisini ve en ağır kayıplarını Bulgar ve
Yunan isyanları ile Balkanlar'ı kaybettiğinde vermiştir. Osmanlı'yı kâğıt üzerinde parçalamaya karar veren güçler, Balkanlar'daki isyanların da tertipçisi olmuşlardır. Doğu'da
Ermeni komitacıların arkasında da aynı güçler vardır 19 yy'da.
Bu tarihî planlar ve çıkarlardan ileri gelen hesaplaşmaların boyutları ve aldığı neticeler, Osmanlı'nın etnisitelerinin nasıl isyanlara sürüklendiği ile belgelenmiştir... Türkiye'deki terörün arkasında, Batı'nın bölge yer altı zenginliklerini ve jeopolitiğini sömürü hesapları vardır. Bununla birlikte sırtlarında hâlâ kamçı izlerimiz bulunan Batı'nın bize karşı bitmez tükenmez kinini de unutmamalıyız. Buradaki sorunları kaşıyan Batı'dır. Buradaki terörü besleyen Batı'dır. Hatta buradaki terörün arkasında Batı'nın
finansal, siyasî,
lojistik desteği vardır ve bu
destek defalarca belgelenmiş ve ispatlanmıştır. PKK kamplarında pervasızca fotoğraf çektiren Batılı parlamenterlerin listesi hayli uzundur.
PKK, Batılı odakların Kürt kimliği istismarı ile oluşturmuş olduğu yapıda, aslında kendi etnik tabanından yana bu desteklere rağmen
taraftar bulamamıştır. Bugüne kadar kurdukları siyasî partilerin durumu ortadadır. Kendi etnik tabanlarından destek bulmamasının önüne geçen fikir:
Tarihî birlikteliktir. Coğrafî birlikteliktir.
Kültürel birlikteliktir. Dinî birlikteliktir. Sosyal birlikteliktir. Kız alıp kız veren, çayın içindeki
şeker gibi artık ayrılamaz derecede kaynaşmış unsurların ortak tepkisidir siyasal Kürtçülüğün
topraklarımızda tutunamaması. 1983-2007 yılları arasında 24 yıl içinde terörün sebep olduğu kayıplar ortada iken, büyük bir çoğunluğu ülkemizin
batısında yaşayan bölge insanımız ile bölgede evladını şehit veren aileler arasında bile bir husumet yaşanmamıştır. Bu, milletimiz adına büyük bir haslettir. Üzerinde yaşadığımız toprakların sahip olduğu bin yıllık "birlikte yaşama kültürünün" köklerinin ne kadar derinlerde olduğunun en büyük göstergesidir.
Milletimiz, "ne olursa olsun bizim aramıza kan sokamayacaksınız, biz bin yıldır birlikte yaşıyoruz, bundan sonra da birlikte yaşamaya devam edeceğiz" demektedir. Bizim milletimizin bölünmeye karşı reflekslerinin bin yıllık tecrübesi vardır... Türkiye'nin bir imparatorluk toplumundan
modern millete geçişte esas aldığı millet tanımı; kan bağının ötesinde ortak bir tarih, ortak bir kültür, ortak bir yaşama tarzı ve kader duygusuna gönderme yapan ileri bir kavrayıştı. Nitekim
Lozan'da gayrimüslim unsurların
azınlık olarak tanınması da, söz konusu millet anlayışının ilk hareket noktalarından birisi olarak görülebilir. Ancak şurası iyi bilinmelidir ki, milletler yasalarla ve uluslararası sözleşmelerle kurulmaz, milletlerin bir sosyolojik gerçeklik olarak ortaya çıkışı; geniş bir tarihsel spektrum üzerinde oluşmuş geniş toplumsal müştereklerin, ortak acı ve kederlerin ortak
inanç ve kader duygularının bir potada ortak bir kimlik olarak cisimleşmesidir.
Kürtler bu ülkenin aslî unsurudur
Türkiye'de yaygın cahillikten, Batı'da ise muhtemelen politik sebeplerle etnisite ve milliyet kavramları aynı anlamda kullanılmaktadır. Oysa etnisite, kan bağına dayanan etnik bir aidiyeti ifade ederken, milliyet uzun bir tarih, kültür ve ortak yaşama tarzı üzerinden ortak bir kader duygusu ve kimlik geliştirmiş toplumsal formasyonlara verilen addır. Bu açıdan bakıldığında millet bir sosyolojik kategori olarak etnik grupların karşılığı olarak kullanılamaz. Yani hem etnik köken olarak Kürt ve aynı zamanda milliyet olarak Türk olabilirsiniz. Nitekim Batı toplumlarında da böyle anlaşılır. Yoksa televizyonlarda izlenilen siyahî
futbolcu ya da şarkıcıların İngilizlikle ve Fransızlıkla ne alakası olabilir? Ancak, alakası varsa bu alaka, Fransızlığın ve İngilizliğin bir kan bağı birliği değil, sosyolojik bir inşa olmasıyla alakalıdır. Güneydoğu'ya yatırımların hızlandırılması ve yoğunlaştırılması gerektiği şüphesiz doğrudur. Fakat bu gereklilik Güneydoğu için ne kadar elzem ise ülkenin batısında en az Güneydoğu kadar geri kalmış bölgelerimiz için de geçerlidir. Hâl böyle iken, meseleyi Güneydoğu meselesi ya da
Kürt meselesi olarak takdim etmek yanlıştır, çözümünü imkânsız hale getirmektedir. Kürt vatandaşlarımızı da sorunun parçası hatta kendisi haline getirmiş olursunuz ki, bu, bu ülkenin birlikte yaşama
tercih ve kültürünün temeline
dinamit koymaktan başka bir şey değildir. Kürtler, bu ülkenin Lozan Antlaşması'nın da ilgili maddelerinde
tarif edildiği gibi asli unsurlarıdır.
Mesele ülkenin topyekûn kalkınması ve kardeşlik hukukunun adaletli olarak sağlanması ve insanımızın hangi etnik kökenden geliyorsa gelsin kendisini birinci
sınıf olduğunu, eğitimde, sağlıkta, adalette, bürokraside vs. eşit olduğunu hissetmesini sağlamaktır. Bin yıllık bir birlikte yaşama kültürünü uluslararası
sermaye ve güç odaklarının taşeronu olan bir örgütün eylemlerine
kurban etmeyecek kadar güçlü, arkasında bu oyunlara gelmeyecek kadar tecrübe sahibi bir ülkedir Türkiye. Unutmayalım; sorunu etnik ifade edersek çözümü de etnik olarak düşünmek ve çözmek zorunda kalırız. Bu da Kürt veya
Türkmen hiçbirimizin işine yaramaz. Sorun Kürt veya Türk sorunu değil bir
sistem sorundur. Operasyonları tabii ki destekliyorum ve sürekliliğinin olması gerektiğini ifade ediyorum. Operasyonların çok gecikmiş olduğu, malumu ilan etmektir. Gecikmiştir. Çok gecikmiştir. Siyasi iradenin, yani hükümetin uluslararası cevaz arayışlarıyla gecikmiştir. 22 Ekim'de
Dağlıca baskını yapılmıştır. 28 Kasım'da ise Silahlı Kuvvetler'e müdahale yetkisi verilmiştir. Kaldı ki 1983'ten bu yana bu ülkenin vatan evlatları şehit olmaktadır. Şehitlerimizin sayısı bile bu bela karşısında ne kadar aciz kalındığının göstergesidir. 12
Eylül generallerinden
Bedrettin Demirel bir mülâkatında kendisine yöneltilen, "Madem akan kardeş kanını bir gecede durduracaktınız, müdahale için niçin bu kadar beklediniz?" sorusuna insanın kanını donduracak bir
cevap vermişti: "Şartların olgunlaşmasını bekledik..."
1983'te başlayan bölücü terörün bilançosu ise, bir köklü müdahalenin zamanının ne kadar geç kalındığını alenen göstermektedir. Bugüne kadar gelen hükümetlerin sırtındadır bu vebal. Bir ülke düşünün ki, varlığına yönelik saldırıların geldiği noktaları dürbünle gözetleyebilmektedir. Terörün yuvalandığı yerler dürbünle görülebilecek mesafededir ve bu terör 23 yıldır bütün acımasızlığıyla devam etmektedir. Dağlıca baskını ve Dağlıca'da şehit olan askerler
sivil tepkiyi tetiklemiş, hükümet sivil tepkinin oluşturduğu baskı ve sosyal dengelerin bozulma riski ile çok gecikmeli de olsa müdahale yetkisini vermiştir. Operasyonlar devam etmelidir. Nerede olursa olsun terör örgütünün yuvaları yerle bir edilmeli, finans kaynakları kurutulmalıdır. Lojistiği engellenmelidir.
Pişmanlık duyanlar için imkânlar vardır
Gerçek başarı, operasyonların sürekli hale gelmesinden geçmektedir.
Sınır güvenliğimiz yoktur. Sınır aşılarak Gabar'a sırt dayayarak Türkiye'yi koruyabiliriz, bu, toprak kazanma hevesi değildir. Türkiye ve
Irak'ın barış ve güven içerisinde yaşamasını sağlayacak bir ihtiyaçtır. Denilebilir ki: "Buna dünya ne der?" Amerika'ya ne derse bize de onu derler... Okyanus ötesinden gelerek bize komşu olan Amerika'ya ne derse bize de onu der dünya. Hangi hak ve hukukla, hangi gerekçeyle bize komşu olabildiğini sorduysa dünya Amerika'ya, bize de ancak o kadar sorabilir. Kaldı ki, yüzlerce yıldır Irak, bizim, tarih beraberliğimiz olan, din beraberliğimiz olan Kürt, Arap, Türkmen, bizim akraba ve soydaş topluluklarımızın yaşadığı bir sınır komşumuzdur. Biz sınır komşumuzun istikrarlı bir yönetime kavuşmasını herkesten fazla isteriz, çünkü güvenliğimizi ancak onların meşru yönetimiyle konuşabiliriz.
Bu arada hükümetin yeniden hayata geçirmek için bir nevi güncellemek istediği eve dönüş yasaları da, bölücü terörün kökünü kazımada sanki önemli bir argümanmış gibi sunuluyor halkımıza. Oysa istatistikler böyle söylemiyor. Bugüne kadar cezaevinde bulunan 1.264 PKK/KADEK mensubu yasadan faydalanmak üzere başvurdu. Başvuranların 462'si
tahliye edildi. Ancak, bölücü örgütün dağ kadrosunu zayıflatmak amacıyla çıkarılan yasa, örgüt üyelerinin
silah bırakarak teslim olmalarını sağlayamadı. Ayrıca, bölücü örgüt mensupları ve bunların siyasi uzantıları, içinde pişmanlık kelimesi bulunan bir yasa istemiyorlar. Onlar devletten bir özür anlamı taşıyan bir
genel af istiyorlar, içinde İmralı'da mukim çocuk katilinin de bulunduğu bir af istiyorlar... Bu şartlarda eve dönüş yasalarının terörün kökünü kazıyacak yasalar olması, bundan medet umulması makûl değildir. Pişmanlık duyan v
e devletin şefkatine sığınmak isteyenler için zaten bu imkânlar vardır.
NOT: Bir kez daha cuma akşamı gerçekleşen
hain eylemden dolayı yaralanan bütün kardeşlerimize acil şifalar, hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet diliyor, tüm milletimize
başsağlığı diliyorum.
MUHSİN YAZICIOĞLU / BÜYÜK BİRLİK PARTİSİ GENEL BAŞKANI / SİVAS MİLLETVEKİLİ