Bir çoğu üzgünlüğünü ifade etmek için ağlamak zorundaydı, bir çoğu mutluluğu dile getirmek için gülmeliydi. Ama o sadece gözleriyle yaşadığı duyguyu ekrana taşıyabildi! Berfin, üzgünken ağlamasa bile, onun o bakışları her şeyi anlatıyordu. Berfin sevinçliyken, tebessümüne bile gerek yok, güzel gözleri her şeyi ortaya koyuyordu.
Şimdi Tek
Türkiye’nin sempatik güzeli Berfin rolüyle tanıdığımız Özgül Sağdıç hakkında bilinmeyenlere iniyor, onunla
Tek Türkiye’nin her yönünü konuşuyoruz.
Özgül Sağdıç kaç yılında ilk kez ekranlara çıktı ve sizi oyunculuğa heveslendiren ne oldu?
Aslında oyuncu olmaya karar verdiğim zaman neden oyuncu olmak istediğimi hatırlayamayacağım kadar eski. Oyuncu olma fikri oluşmaya başladığında henüz ortaokuldaydım. Hiç çok fazla televizyon izleyen bir çocuk olmadım fakat neler olduğunu şimdi hatırlamadığım tiyatro oyunları yayınlanırdı televizyonda o zamanlar; onları izledikçe oyuncu olmak istediğimi anladım ve bir özel tiyatroda ilk sahneye çıktığımda 12 yaşındaydım. Nedense hiç başka bir şey olmayı düşlemedim ve liseyi bitirince konservatuara girdim. İlk televizyon işimi yaptığımda henüz konservatuarda öğrenciydim. TRT yapımı olan 13 bölümlük bir diziydi yıl 2003.
Oyunculuk eğitimi alırken mimiklerden, duruşa birçok konuda ders alınır, sizin bakışlarınızı bu kadar güzel kullanmanızda, eğitim hayatınızda aldığınız bir dersin etkisi mi var, yoksa tamamen doğuştan gelen bir kabiliyet mi?
Konservatuar süreci aslında oyuncu adayının kendini sınadığı, sınırlarını görmeye çalıştığı bir süreçtir. Şüphesiz bütün derslerin oyuncunun gelişimine katkısı büyüktür. Ancak gözleri ifadeli kılan samimiyettir bana göre. Benim, yaptığım bütün işlerde ve aslında hayatımda en üstte tuttuğum değer samimiyettir.
Sette birbirinden eğlenceli ya da bazen sinir bozucu olaylar olabiliyor. Size yıllar sonra Tek Türkiye seti dendiği zaman, şöyle eskilere gidip hatırlayacağınız anı ne olurdu?
Yıllar sonra biri bana tek Türkiye seti dediğinde bu zamanları gülümseyerek hatırlayacağımı söyleyebilirim. O kadar çok anı var ki... Örneğin gece gündüz çalıştığımız o yoğun zamanlarda bir kış günü -ben o zamanlar dağdayım- ve hava eksi 30 derece. Çekime sabah
erken saatlerde başlamışız ve yine sabaha çok az kalmış olmasına rağmen set hala bitmemiş. Hepimiz oldukça gerginiz. Nasıl ısınacağız elbette çay içerek. O derece
soğuk havada hiç üstüne çay dökülen birini gördünüz mü bilmem. Ben ilk o zaman görmüştüm. Nevi şahsına münhasır biri olan set çaycımız Mehmet
Emin çayın döküldüğü ilk saniyeler mutlu olmuş olsa da ısındığı için, ilerleyen saniyelerde üzerindeki
kıyafet taşa dönmüştü. Dikkat ettiyseniz saniyeler diyorum ben de o zaman öğrendim. Meğer donma işlemi o derecelerde bu kadar hızlı oluyormuş. Aslında korkunç bir anıymış gibi geliyor kulağa ancak şu an o zamanları gülümseyerek hatırlıyoruz hepimiz. Hep birbirimizi çok seven bir
ekip olduğumuzu söylüyoruz. Bizler birbirimizi aslında biraz da bu yüzden çok seviyoruz çünkü nice sıkıntıyı hep birlikte yaşadık. Çok şey paylaştık bu da bizi birbirimize daha çok yaklaştırdı.
Genelde herkese işte oynadığınız rol içinize sindi mi diye bir soru gelir, ben size mesleğiniz içinize sindi mi diye sormak istiyorum. Mesela “ Ya Özgül bir doktor olmalıydı, ya da polis” bu gibi kendi kendinize söylendiğiniz hiç oldu mu? Oyuncu olmasanız ne olmak isterdiniz?
Aslında bu ülkede oyuncu olmak gerçekten zor. Yaptığınız her işte hep bir şeyler eksik kalıyor. Başka bir sistematiği var (!) bu işin bu ülkede. Bazen iyi bir oyuncu olmanın çok da bir karşılığı olmayabiliyor. Fakat daha önce de dedim ya hiç başka bir iş yapmayı düşünmedim. Şimdi bu soruyu kendime sorduğumda bir
cevap bulamıyorum açıkçası. Elbette yapmak istediğim başka şeyler de var ancak, onlar da tıpkı oyunculuk gibi bir ömür isteyen işler. Bu yüzden şimdilik yolumda yürümeyi seçiyorum. Yalnız şunu söyleyebilirim ki hayalini kurduğum hayatı yaşamaya başladığımda kilden heykeller yapmak istiyorum evimin bir köşesinde.
Bir de geçenlerde dizimizin Doktor Tarık’ı Ozan Çobanoğlu ile yaptığımız röportajda, kendisine sanat ile siyaseti ayırabilir miyiz diye sorduğumuzda “sanat insan olduğu için vardır. Ve insan oldukça sanatta siyasette hep olacaktır.”diye güzel bir cevap aldık. Dizileri de sanat kavramının içine katabilir miyiz? Ve her sanat eserinin bir vereceği mesaj mutlaka varsa “ Tek Türkiye” nin birlikten öte vermek istediği başka bir mesaj var mı?
Diziler bizde çabuk üretilen ve çabuk tüketilen, tüketildikten sonra da bir o kadar çabuk unutulan
tüketim ürünleri haline geldi maalesef. Dolayısıyla tüketim ürünü haline gelen bir şeyi sanat eseri olarak görmek bence yanlış olur. Her sanat eseri bir mesaj vermelidir diye düşünmüyorum doğrusu.
Sanat eserleri kimi zaman bir fikri ortaya koyarken kimi zaman da sadece haz uyandırabilir. Elbette bunu bütün sanat dalları için söylüyorum. Fakat öyle ya da böyle her sanat eserinin mutlaka söylediği bir şey vardır diyebiliriz. Bir eserden alınacak mesaj o eserin alıcısıyla doğru orantılıdır bana göre. Tam bu noktada’ Tek Türkiye’ye gelirsek bu işi izleyen ve beğenen insanlar alınacak mesajları zaten alıyorlar diye düşünüyorum; dedikten sonra bu didaktik konuşmayı burada bitiriyorum.
Siz bu dizinin yapımcısı olsaydınız, Tek Türkiye’ye nasıl bir sezon finalini nasıl düşünürdünüz?
Ben de herkes gibi terörün son bulduğu, çaresizliklerin çözüldüğü, insanların birbirini töre adına öldürmediği, çocukların okuyabildiği… Kısaca insanların yaşama haklarının ellerinden alınmadığı bir yer hayal ediyorum. Tek Türkiye’de de böyle bir final düşünmek istiyorum.
Tek Türkiye, Sağırsu’ dan şehre çıkacak mı? Peki, Berfin’ de şehre yerleşecek mi?
Maalesef bu sorunuzun cevabını inanın ben de bilmiyorum.
Sete yaz geldi mi, şimdi orada havalar nasıl, çekimler kolaylaştı mı biraz? Dağ ve doğal hava iştah açar derler sette de böyle bir durum var mı? Yemeklerle aranız nasıl?
Yok sete henüz tam anlamıyla yaz gelemedi. Hala paltolarımızı kullanıyoruz ama bir ya da iki bölüme artık paltolarımızı çıkartırız herhalde. Artık bu şartlara o kadar alıştık ki iştah açılması gibi bir durum söz konusu değil açıkçası. Metabolizmamız bu koşullara atık uyum sağlıyor. Yemeklerle aram hep normal düzeyde oldu. Ne çok yerim ne de az. Ama karnım açken çalışmakta çok zorlandığımı söyleyebilirim
Size özel bir fan sitesi mevcut. Yoğun bir ilgi, hep olumlu düşüncelerle dolu mesajlar.. Bu siteden hayranlarınızla iletişime geçip onların size özel yazılarını okumak size ekstra güç veriyor mu ve onlara onların sizin meslek hayatınızdaki önemini nasıl ifade etmek isterdiniz? Bir oyuncu için fanlarının önemi nedir?
Buradan sizin aracılığınızla hepsine çok teşekkür ediyorum. Yaptığınız işin karşılığını buluyor olması çok önemli. Özellikle de o işin devamı için. Bir oyuncunun emeğinin karşılığını böyle alabiliyor olması çok mutluluk verici bir şey. Ben de bu mutluluğu yaşıyorum doğrusu.
Bu arada dizide anne olacağınızı öğrendiniz. Rol icabı da olsa anne olmak nasıl bir his?
Berfin’ in hamile olduğunu Yılmaz’a çekinerek söylediği bir sahne vardı. O sahnede oldukça heyecanlandım.
Turneler, çekimler, tiyatrolar derken gerçekten birçok şeye vakit ayıramayacağınız bir hayatınız var. Yinede evlilik ve aile kurmak hakkında ne düşünüyorsunuz?
Özel hayatla iş yaşamını birbirinden ayrı tutmak gerektiğini düşünüyorum. Kişi eğer bir aile kuruyorsa ne olursa olsun o ailenin ihtiyacı olan zamanı o aileye vermek zorundadır bana göre.
Ve son olarak Türk dizi ve sinemalarının, Hollywood eserlerinin başarısına ulaşması için ilk yapılması gereken nedir? Ve sizin her hangi bir Oscar ödülü almasa da, sizce Oscar’a layık bir Türk Sineması var mı? Sinema ve dizi sektörümüz umut vaat ediyor mu?
Ben
Türk sinemasının Hollywood yapımı işlerle karşılaştırılmaması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü çok farklı yerlerde duruyorlar aslında. Ancak Hollywood filmlerinin
teknik açıdan oldukça başarılı olan filmlerinin başarısına ulaşmak için elbette teknik açıdan gelişmiş olmak gerek. Fakat buna da çok takılmamak gerektiğini düşünüyorum. Belki, atıyorum ‘Yüzüklerin Efendisi’ gibi bir film yapamayabiliriz. Ama yapmayalım da zaten, biz başka şeyler yapalım. Örneğin ‘
Muhsin Bey’ gibi ‘Gölge Oyunu’ gibi ‘Eşkıya’ gibi filmler yapalım. Ben Türk sinemasının çok da hazin bir yerde durduğunu düşünmüyorum. Dizi sektörüne gelince maalesef aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. Dizi konusunda
evet çok başarılılar. Olanaklarını sonuna kadar kullanıp iyi işler çıkartıyorlar. Sağlam yazım ekipleri var. Bizde biraz ne yazık ki az parayla ne kadar çok iş yaparım mantığı hakim. Hal böyle olunca da yapılan ve unutulan işler oluyorlar. Elbette başarılı projeler de yok değil onları da zaten hepimiz hala hatırlıyoruz.
Ailenin her şeyden daha değerli olduğuna ve ailesinin ona inancıyla daha da başarılı bir hayat yakalayacağına inanan güzel oyuncu Özgül Sağdıç’a başarılar diliyoruz.