Sadece
Çankaya Köşkü’ne kimin çıkacağı değil, sonbahardaki genel seçimlerden nasıl bir
iktidar geleceği ve
Türkiye’nin “rotasının” nasıl olacağı konusunda büyük bir hesaplaşma var. Peki
tehlike nereden geliyor?
Ev sahibi
emekli Korgeneral Dursun Bak, konuşmacı emekli
Orgeneral Hurşit
Tolon… Yer
Gaziantep Tuğcan Oteli.
Tarih 15
Şubat 2007 akşamı… Orgeneral Tolon, “
Anadolu Ulusal Uyanış ve Dayanışma Platformu Danışmanı” sıfatıyla kürsüye geliyor. Orgeneral Tolon, “Hilafetçiler” ve
İstanbul’dan temin ettiğini söylediği “kara çarşaflı” insan görüntüleriyle desteklediği konuşmasını şöyle sürdürüyor:
“Türkiye 1923’ten beri hiç olmadığı kadar büyük tehdit altında… Türk devrimine karşı direniş hareketi cumhuriyet öncesinde olduğu gibi bugün de devam etmektedir… Günümüzde irticai tehdidi bazı kesimler kabul etmiyorlar. Yok öyle bir şey diyorlar. Yok olup olmadığını buradaki katılımcılar çok iyi biliyorlar.
Kaygı verici boyutlara ulaşmıştır, günümüzdeki irticai gelişmeler. Devrimler, yine aynı kesimler tarafından bilinçli, sabırlı ve planlı bir şekilde aşındırılmaya çalışıldı ve mesafe kaydedildi…
Atatürkçü düşünce sistemi, hilafeti cumhuriyete, ümmeti ulusa, kulu yurttaşa, mülkü vatana, medreseyi okula, kaderciliği akılcılığa, kadını erkek eşitliğine, şeriat devletini çağdaş cumhuriyete dönüştüren, egemenliği ulusa teslim eden bir yapıdır. Peki, bugün yapılmak istenen nedir? Bunun muhafazası mıdır?
Hayır değildir. O halde neyse görelim. (Bu görüntüleri) nereden getirdiniz diyeceksiniz. İstanbul’dan, 6 Şubat 2006 günü
Avcılar semtinden. Çarşaflı kadın görüntüleri Atatürkçü düşünce sistemini ifade edebilecek görüntüler değildir.”
Konuşmasının sonunda Tolon’a yazılı olarak iletilen sorulardan biri şöyle: “Anadolu Ulusal Uyanış ve Dayanışma Platformu,
Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştiren Anadolu ve Rumeli Müdafa-yı Hukuk Cemiyeti’nin benzeridir diyebilir miyiz?” Tolon, “Bir anlamda
evet.” cevabını veriyor. O akşamki bu toplantı, ayağa kalkan konukların hep birden 10. Yıl Marşı’nı söylemeleri ile noktalanıyor.
İstanbul’da 1.
Ordu Komutanlığı yaptıktan sonra 2005 yılında emekli olan Tolon’un bu Anadolu turu yeni değil. Ulusal uyanış toplantılarının ilki için, “Kurtuluş mücadelesinin başlangıç ateşinin yakıldığı yer” olması sebebiyle
Samsun seçilmiş. Bu toplantı 4 Şubat 2007’de yapıldı. Burayı
Malatya, Van,
Diyarbakır gibi iller izlemiş. Her bir ilde Tolon’a keskin ulusalcı söylemleri ile tanınan isimler eşlik etti. Örneğin Samsun’daki toplantıda yanında bulunan kişi,
İstanbul Üniversitesi’ni
demir yumrukla yöneten Prof. Dr.
Kemal Alemdaroğlu’nun yardımcısı Prof. Dr. Nur
Serter. Buradaki konuşmasında Serter, “İkinci bir
Kurtuluş Savaşı’na ihtiyaç duyuyoruz.” diyor. Tolon’un Van’da verdiği “siyasal
İslam ve irtica” içerikli konferansa eşlik eden kişi ise Baş
bakanlık eski Müsteşarı
Yaşar Yazıcıoğlu. Hem Yazıcıoğlu hem de son yıllarda keskin bir ulusalcı çizgiye kayan eski Bakan
Namık Kemal Zeybek, bir süre önce
Büyük Birlik Partisi’ne katıldılar.
“Türk
toplumunu tehditlere karşı uyandırma” misyonunu üstlenen Anadolu Ulusal Uyanış ve Dayanışma Hareketi, son yıllarda ortaya çıkan ve alışılmışın dışında bir karakter taşıyan “
sivil toplum” yapılanmalarından sadece biri. Zaten Tolon da bu girişim için “sivil toplum” yerine, “demokratik kitle hareketi” deyimini kullanıyor.
Geniş boyutlu bir başka yapılanmanın öncüsü ise emekli
Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener
Eruygur. 2004’te emekli olmasından sonra bireysel gibi gözüken çıkışlar yapan Eruygur,
Atatürkçü Düşünce Derneği başkanı olmasından sonra faaliyetlerini genişletti. Nitekim geçtiğimiz hafta, 28 Şubat sürecinin onuncu yıldönümü sebebiyle emekli subaylara bir
çağrı yaptı. “Emekli askerlerin sivil toplum kuruluşlarında görev almalarının bir
derin devlet projesi ve istihbarat faaliyeti gibi gösterilmesi sizi yıldırmamalı.” diyerek emekli subaylara “örgütlenin” çağrısı yapan Eruygur da tıpkı Tolon gibi bu oluşumları demokratik kitle örgütleri olarak tanımlıyor.
Gerek Tolon ve Eruygur’un bu girişimleri, gerekse Kuvayı Milliye adıyla kurulan öteki
dernek ve oluşumların ortak paydaları hemen hemen aynı. Onlara göre
AK Parti iktidarındaki Türkiye tıpkı Kurtuluş Savaşı öncesinin şartlarını yaşıyor. O zaman ne yapıldıysa şimdi yapılacak şey de o. Nitekim bu derneklerden birinin başkanı olan emekli Kurmay
Albay Fikri
Karadağ’ın,
Mersin’de derneğe yeni giren üyelere
silah üzerine yaptırdığı
yemin sırasında söylediği şu sözler de bunu gösteriyor: “Yemine başlamadan önce Gazi
Mustafa Kemal’in
Erzurum’da iken etrafında kalan ya da kalmayanlara söylediği şu açıklamayı yapıyorum: Sevgili arkadaşlar! Bu uğurda ölmek var; öldürülmek var!.. Öldürmek var!”
İLHAN SELÇUK’UN ÜRETTİĞİ KARŞIT İDEOLOJİ: ULUSÇULUK
İki ay sonra yapılacak
cumhurbaşkanlığı seçimi ile
Çankaya Köşkü’nün de elden gideceği, bunun her ne pahasına olursa olsun engellenmesi gerektiği tezini savunan bu hareketlerin medya ayağında
Cumhuriyet gazetesi ve gazetenin yazarı
İlhan Selçuk var. Bir süre izne ayrılıp yazılarına ara veren
İlhan Selçuk’un 20 Şubat günü tatilden dönüşü ile birlikte Cumhuriyet gazetesi, cumhurbaşkanlığı seçimlerini
hedef alan bir
kampanya başlattı. Televizyonlarda yayımlanan reklam filmlerinin birincisinde, derinden gelen bir siren sesi eşliğinde, “1881-2007” yazısı çıkıyor, ardından da, “
Mayıs 2007 cumhurbaşkanlığı seçimi yapılıyor. Tehlikenin farkında mısınız? Cumhuriyet’e sahip çıkın.” deniyor. İkinci filmde ise bir saatin hızla hareket eden yelkovanı eşliğinde şu cümle sarf ediliyor: “16 Mayıs’ta saatler 100 yıl geriye alınıyor. Tehlikenin farkında mısınız?”
İlhan Selçuk’un izinden döndükten sonraki dokuz gün içinde yazdığı yazılara bakıldığında aynı vahim tabloyu görmek mümkün. Örneğin şöyle diyor: “Yüzde 25 oy desteğiyle laik Cumhuriyeti dinci devlete dönüştürmek tasarımı yürürlükte...” Selçuk’un şu cümleleri, ‘demokratik kitle hareketlerini’ yeterince anlamamızı sağlayacak cinsten: “
Milliyetçilik (ulusçuluk, ulusalcılık, millilik, vb..) duygu ve
siyasetinin toplumda yükselmesi dinciliğe karşıt bir siyaseti içeriyorsa gericiliğe karşı ilericilik içeriği taşır... Türkiye’deki durum bu çatışmayı öngörüyor.”
Aksiyon’un güvenilir kaynaklardan elde ettiği bilgilere göre bütün bu girişimlerde Cumhurbaşkanı
Ahmet Necdet Sezer için de düşünülen bir rol var. Zaten son yıllarda içinde İlhan Selçuk’un yer aldığı düşünsel bir organizasyonda Sezer’i görmemek hemen hemen imkânsız hale geldi. Türkiye’ye yeni bir olağandışı süreç yaşatmak isteyenlerin Cumhurbaşkanı Sezer’den beklentisi, bu ay içinde Milli
Güvenlik Kurulu’nu olağanüstü toplantıya çağırması. Amaç açık; irtica ve iç güvenlik zafiyeti gibi gerekçelerle toplanacak MGK ile Türkiye’yi 28 Şubat sürecine benzer, sonu belirsiz bir maceraya sürüklemek.
Peki, Türkiye’deki
psikolojik ortam böyle bir olağanüstü
MGK toplantısı için müsait mi? Böyle bir olağanüstü toplantıya zemin hazırlayacak ne gibi olaylar yaşanabilir?
Ankara’daki gelişmeleri yakından izleyen bir siyasi gözlemci Aksiyon’a bu konuda önemli bilgiler verdi. “Bu ay yaşanabilecek gelişmelere dikkat edin.
Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan 2
7 Şubat günü partisinin
Meclis grup toplantısında yaptığı konuşmada boşuna Adnan
Menderes’e atıf yapmadı. Menderes’i idama götüren zihniyetin şu anda aynı şeyi icra ettiğini söyledi. Erdoğan’ın bir cümlesi çok önemli. Bunları söylüyorsam, bir şeyi bilerek söylüyorum diyor.”
O halde Başbakan Erdoğan’ın bildiği şey ne? Yani Başbakanın önünde duran dosyalarda neler var? Belki de soruyu şöyle sormak lazım. Bugünden itibaren kasıma kadar sekiz ay boyunca neler olacak? Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkmasını istemeyenler nasıl bir mücadele yöntemi uygulayacak? Erdoğan’ı Köşk’e çıkarmamaya yeminli cephenin içinde yer alan gazeteci
Tuncay Özkan’ın aylar önce ilan ettiği gibi Çankaya’nın önüne barikat mı kurulacak? Yoksa bu barikatlarla yetinilmeyip, başka şeyler de mi yapılacak? cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra genel seçimlere kadar neler olacak?
Aslında Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’ın ilk defa
Adnan Menderes benzetmesi yapması durumun vahametini gösteriyor. Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman
Demirel, 1965 yılında seçimleri kazanıp ilk defa
Başbakanlık koltuğuna oturduğunda, gözünün önünde Adnan Menderes’in hayali canlanmıştı.
27 Mayıs ihtilalinden sonra
Yassıada’da yargılanıp idama mahkûm edildiğinde ona yöneltilen suçun anayasayı ihlal olduğunu bilen Demirel, o gün ilk kez Menderes’in koltuğuna oturduğunda anayasayı cebine koydu, bir daha da hiç çıkarmadı. Turgut
Özal da, “Siyasete girdiğimde iki gömleğim vardı. Biri bayramlık, diğeri idamlık” diyerek Türk siyasetindeki bu gerçeği veciz biçimde dile getirmişti. Menderes vurgusu yapan üçüncü lider olarak şimdi Tayyip Erdoğan var.
Aksiyon’a konuşan bir diğer siyasi gözlemci, “Yaşanmasından korkulan gelişmelerin hedefi sadece Tayyip Erdoğan’ın Çankaya Köşkü’ne çıkmasını engellemek değil. Bunun çok daha ötesinde şeyler amaçlanıyor.” diyor. Söz konusu gözlemci, bu çevreler için cumhurbaşkanlığı seçimi sorunsuz bitse bile; bu sefer sonbahardaki genel seçimlerin sonuçlarını etkilemek için çalışmalar olacağını belirtiyor. Çünkü, yeni seçimlerle işbaşına gelecek iktidar ve Türkiye’nin rotası en az cumhurbaşkanlığı seçimi kadar önemli.
İşte bu sebeple cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi ve sonrasında yaşanabilecek gelişmelerin barikatlar ve masum kitlesel eylemlerle sınırlı kalması çok iyimser bir
senaryo. Nitekim, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Bilerek konuşuyorum” sözlerinin gerisinde güvenlik birimlerinin kendisine verdiği bilgilerin etkisi olduğu söyleniyor. Buna göre hedef, geçmişte yaşanmış çeşitli olayların yıldönümleri ya da Dünya
Kadınlar Günü (8
Mart) ve
Nevruz (21 Mart) gibi sembolik değerleri olan günlerde çeşitli kitlesel eylemlerle sokakları şiddete teslim etmek. Türkiye’de hâlâ Hilafet isteyen kişiler bulunduğu, İstanbul’un göbeğinde hâlâ kara çarşaflı insanların dolaştığı görüntüleri de eklendi mi, olağanüstü
Milli Güvenlik Kurulu toplantısı için zemin hemen hemen hazır demektir.
Mart ayı zaten, çeşitli siyasi olayların ve toplumsal çatışmaların yıldönümleri sebebiyle güvenlik güçleri için her zaman çok sevimsiz bir dönem. Çünkü bu tarihler, kitlesel
gösteriler ve muhtemel provokasyonlar için potansiyel birer tehlike. Bunların bir kısmı şöyle: “6 Mart: Dev-Sol lideri Bedri Yağan ve arkadaşlarının öldürüldüğü gün,
8 Mart: Dünya
Kadınlar Günü,
12 Mart: Gazi olaylarının yıldönümü ve
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Abdullah
Öcalan yeniden yargılanmalı kararını verdiği gün, 13 Mart: Halkın Demokrasi Partisi’nin (
HADEP) kapatıldığı gün, 15 Mart: Gazi olaylarını takiben yaşanan
Ümraniye olayları, 16 Mart:
DHKP-C ve
MLKP, ölen mensuplarını bugün anıyor. Ayrıca
Halepçe katliamı ve İstanbul Üniversitesi’nde 7 öğrencinin öldürülmesinin yıldönümü, 20 Mart: ABD’nin
Irak’a saldırısı başladı, 21 Mart: Nevruz,
Dersim ayaklanması, 30 Mart: Mahir Çayan ve arkadaşlarının öldürülmesi…
İSTANBUL’DA DAĞITILAN BİLDİRİ
Bu tarihlerden en kritik olanları şüphesiz, 1995’te meydana gelen Gazi olaylarının yıldönümü olan 12 Mart ve nevruz kutlamalarının yapılacağı 21 Mart. Birincisinde
Alevi vatandaşları yeniden sokağa çekmek, ikincisinde ise Güney
doğu’yu yeniden şiddet alanı haline getirmek hedeflenebilir. 10 gün önce
Emniyet Genel Müdürlüğü yetkililerinin Diyarbakır’a gitmesi, burada Doğu-
Güneydoğu illerinin valileri ve
emniyet müdürleri ile toplantılar yapılması, devletin nevruz için tetikte olduğunu gösteriyor.
Belki de Nevruz düzeyinde provokasyonlara sahne olabilecek bir diğer tarih
1 Mayıs. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu, son yıllarda Şişli’de kutlanan 1 Mayıs’ı bu yıl
Taksim Meydanı’na taşımak istiyor. Taksim meydanı ve 1 Mayıs yan yana gelince
doğal olarak akla hemen 1977’deki kanlı 1 Mayıs olayları geliyor. 37 kişinin öldüğü o gün, kalabalıkların üzerine yüksek binaların üzerinden kimlerin ateş açtığı bugün bile hâlâ aydınlanmış değil.
Şu günlerde İstanbul’da elden dağıtılan bir
bildiri var ki, bu bildiriyi de aynı çerçevede görmek mümkün. “Davet” adını taşıyan ve 227 sivil toplum kuruluşunun çağrısıdır notu düşülen bildiride şöyle deniyor: “Milli sivil toplum kuruluşları olarak Atatürk’ün ve Türk milletinin milli ve manevi değerlerinin bir sembolü olan Çankaya’ya seçilecek
cumhurbaşkanının; onur duyduğumuz Türklüğümüz var iken Türkiyelilik, alt-üst ve etnik kimlik fantezileri ile uğraşmayan, kendini her yönüyle Türk milletinin bir parçası hisseden, Türkiye’yi
Washington’dan
Brüksel’den,
Tel Aviv’den değil Ankara’dan yöneten, küreselcilerin şekillendirdiği BOP (Büyük
Ortadoğu Projesi) ve medeniyetler arası
diyalog gibi projelerin eş başkanı olmaya özenmeyen bir cumhurbaşkanı için 11 Mart 2007 Pazar günü
Beyoğlu Galatasaray Lisesi önüne bütün Türk milletini basın açıklamasına davet ediyoruz.”
Burada “Cumhurbaşkanı olmamalı” diye
tarif edilen kişinin Recep Tayyip Erdoğan olduğu hemen fark ediliyor. En önemlisi, bildiride şu bilgi de var: “
Cumhurbaşkanlığı konusunda adım adım Anadolu programımızın ilk ayağı İstanbul’daki bu açıklama ile başlatılacak; sonrasında
İzmir,
Bursa,
Antalya,
Trabzon,
Edirne,
İzmit,
Konya başta olmak üzere Anadolu illerine yayılacaktır.”
Orgeneral
Hurşit Tolon’un
Gaziantep konuşmasında da hemen hemen benzer ifadeler var: “Ben, benim cumhurbaşkanımın ‘Türkiyeliyim’ demeden ‘Türküm’ demesini istiyorum. Cumhurbaşkanı, ‘
Kürtçülük sorunu yoktur,
Kürt sorunu vardır’ diyebilmelidir. Türklüğünü bir alt kimlik olarak ifade etmemelidir. ABD ve AB’nin herhangi bir yönlendirmesine uymamalı, karşı çıkmalıdır.” Hurşit Tolon’un öncülüğündeki platformun başka ne tür eylemler yapacağı şimdilik bilinmiyor. Ana
Şener Eruygur yönetimindeki Atatürkçü Düşünce Derneği, cumhurbaşkanlığı
adaylık sürecinin başlamasına iki gün kala, 14
Nisan 2007’de bir “Cumhuriyet yürüyüşü” düzenliyor.
Bir tarafta, Anadolu’yu turlayan Orgeneral Tolon, emekli subayları örgütlenmeye çağıran Orgeneral Eruygur’un söylemleri ile İstanbul’da dağıtılan bildirideki bu ifadeler var. Diğer tarafta, laik kişiliğinden kimsenin kuşku duymadığı
işadamı Rahmi Koç’un, 12 Şubat 2007’de Milliyet gazetesinde yayımlanan röportajındaki şu sözleri var: “Başbakanın partisi Meclis’te üçte iki çoğunluğu elinde tutuyor. Dolayısıyla Başbakan ve partisi kimi isterse o olacaktır. Cumhurbaşkanı seçilme gücü vardır. İşin demokratik tarafı budur… Demokrasi,
Avrupa Birliği şu bu derken Meclis’in seçtiği kişiye saygılı olmamız lazım. Meclis yeni cumhurbaşkanını seçecek, o kim olursa olsun buna
itiraz olmaması lazım. Demokratik sistemin gereği budur…”
Bu sözlerine karşılık Rahmi Koç, gönlünden geçeni de saklamıyor. Hem o, hem oğlu
Mustafa Koç, hem de Güler
Sabancı, Türkiye’nin yakaladığı bu istikrarın sürmesi için Tayyip Erdoğan’ın beş yıl daha başbakan kalmasını istiyorlar. Üçü de, Tayyip Erdoğan Çankaya’ya çıkınca, Türkiye’nin 100 yıl geriye gideceğinden değil; ekonomiyi rayına sokan siyasi istikrarın bozulacağından korkuyor. Nitekim Rahmi Koç, “Tarih bize gösterdi ki Çankaya’ya çıkanların partisi zayıflıyor.” diyor.
O halde Rahmi Koç’un göremediği, ama İlhan Selçuk’un bağıra bağıra anlattığı tehlike ne? Nasıl oluyor da çok iyi bir İlhan Selçuk okuru olduğu bilinen Rahmi Koç, Tayyip Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkmasında bir meşruiyet sorunu görmüyor da İlhan Selçuk, Türkiye’nin bir din devletine dönüşeceğini ilan ediyor? Aslında belki de İlhan Selçuk ve gazetesi Cumhuriyet’in sorduğu “Tehlikenin farkında mısınız?” sorusunu sağduyu sahibi herkesin tersinden kendisine sorması lazım.
Bunu en veciz biçimde
Sabah yazarı
Emre Aköz, “Tehlikenin farkındayız!” başlığıyla 1 Mart günü şöyle yazdı: “Mart ayını severim. Gelmesini isterim, gitmesini istemem. Ama bu kez Mart’ın bir an evvel bitmesini istiyorum. Çünkü... Geçen gün
Yavuz Donat ile sohbet ediyorduk. Bundan bir yıl önce dostlarını uyardığını anlattı. ‘Hazırlıklı olun, Türkiye’de kötü şeyler olacak.’ Ne gibi? ‘Mesela insanlar öldürülebilir... O derecede kötü.’” Cumhuriyet gazetesine
bomba atılması...
Danıştay saldırısı...
Hrant Dink’in öldürülmesi... Donat’ın dostları ‘Nasıl bildin’ demişler: ‘Bunca yıldır Türkiye’de yaşıyorum; Cumhurbaşkanlığı seçimi hep sancılı geçer.’
“Ve geldik Mart ayına. ‘Ne yapacaklarsa bu ay içinde yapacaklar, çünkü Nisan geldi mi iş işten geçmiş olacak’ diyor
Yavuz Donat. Aynen katılıyorum. Hele provokasyonlara açık ‘Nevruz’u (21 Mart) düşününce insanın içi ürperiyor. Tehlikenin farkındayız!”
Yavuz Donat’ın kehaneti de gösteriyor ki, Türkiye’nin önünde bir tehlike var. Ama İlhan Selçuk eski bir ihtilalci olarak çok iyi bildiği bu tehlikeyi görmezden geliyor, hatta meşrulaştırıyor. Bu tehlike Başbakan Erdoğan’ın 27 Şubat’ta ilan ettiği ve iki siyasi gözlemcinin Aksiyon’a detaylarını anlattığı yeni bir 27 Mayıs süreci! Bu kadar belirtisi olan bu tehlikenin düşünsel mimarlarından biri şüphesiz İlhan Selçuk. Bunu örtbas etmek, daha doğrusu meşrulaştırmak için,
sanal bir “dincilik” tehlikesi ile okurlarını kandırmaya çalışıyor. Ama Rahmi Koç gibi zeki okurlarını hiç etkileyemediği de açık.
İNGİLİZ GAZETESİNE SIZDIRILAN SENARYO
Sokaktan gelebilecek çatışma ve silah sesleri haricinde Türkiye’yi karıştırabilecek en kritik olay; AK Parti hükümeti- Genel
kurmay ilişkilerini sabote etmek amacıyla hatırı sayılır
Amerikan ve
İngiliz gazetelerinde provokatif amaçlı haber ve yazılar yayımlatmak. Nitekim geçmiş dönemde,
Hilmi Özkök’ün
Genelkurmay Başkanı olduğu sırada, “Genç subaylar tedirgin” kampanyası, Amerikan
Washington Post gazetesinde yayımlanan Ankara mahreçli bir haberle başlamıştı. Buna benzer bir haberi geçtiğimiz hafta İngiliz Financial
Times gazetesi yayınladı.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar
Büyükanıt’ın “
Barzani ve
Talabani ile görüşmeyiz” açıklamasıyla hükümetin geri adım attığını, askerin siyaset üzerinde kesin bir
zafer kazandığını belirten gazete, 27 Şubat 2007 tarihli bu yazısında şöyle devam ediyor: “Orgeneral Büyükanıt, İçişlerinden
Kıbrıs’a kadar uzanan bir yelpazede hükümetle daha önce de çatıştı. Bu yıl gerçekleştirilecek olan
başkanlık (cumhurbaşkanlığı) ve parlamento seçimlerine doğru giden yolda, Büyükanıt’ın, bu çatışmalara yine gireceği kesin gözüküyor…”
Bu senaryonun aslında Ankara kaynaklı olduğunu çözmek zor değil. Çünkü,
Vatan Gazetesi Ankara Temsilcisi Bilal Çetin, aynı gün (27 Şubat) yayınlanan köşesinde şunları yazdı: “Son günlerde Ankara kulislerinde yayılan bu senaryoya, daha doğrusu dedikoduya göre, Erdoğan’ın
adaylık ihtimali güç kazanırsa güya Genelkurmay Başkanı ve
Kuvvet Komutanları kendisini gizlice ziyaret edecekler ve şunu diyeceklermiş: ‘Siz aday olmazsanız iyi olur. Ülkenin istikrarı için bir fedakârlık yapın, tüm toplumun benimseyebileceği, üzerinde muhalefetle de uzlaşma sağlayabileceğiniz bir isim belirleyin...’ Bu son günlerde Ankara’da bazı çok önemli şahsiyetlerin de konuştuğu önemli bir iddia, dedikodu. Bize göre son derece zayıf bir ihtimal, hatta ihtimal dışı...”
İlginç olan yılların Ankara gazetecisi Bilal Çetin’in “imkânsız” gördüğü senaryonun,
Financial Times’a “kesin” biçiminde yansıtılmış olması. Bu yazıyla kimlerin ne için “cesaretlendirilmek” istendiğini anlamak zor değil.
Galiba en doğrusu Emre Aköz’ün yaptığı gibi İlhan Selçuk’a sorusunu aynen iade edip şöyle
cevap vermek: “Tehlikenin farkındayız!”
Hakan Çağrı - Aksiyon