"Türk'üm, Sünni'yim, suçluyum!"
Dünyadan birilerinin çıkıp “
Osmanlı çocuklarından özür diliyoruz” demesini istiyor gönül. Yok, çıkmıyor. Aksine, hep Türkler ve
Müslümanlar suçlu! Bu dış söylemin içeriye “Hep Türkler ve Sünniler suçlu” diye tercüme edilmesi de garip.
Başlıktaki ifade çok dramatik, çok provokatif biliyorum.
Ama sanki şimdilerde kendimi böyle hissetmem ve sonunda “Herkesten, kurttan kuştan özür diliyorum” demem bekleniyor.
Şimdiden söyleyeyim:
- Bunun karşıt tepkilerinin oluşması kaçınılmaz.
Yani belki bir süre
Türkiye’de denklem şöyle oluştu:
Hâkim irade “Türklük vurgusu” yaptı ve bundan karşıt etnik aidiyetlerin oluşması sonucu doğdu.
Ama sanki bir noktadan sonra da “Türklük aidiyeti” öylesine sıkıştırılmaya başlandı ki bu defa insanlar, “Ne yani, bize yapılanlara ne demeli?” diye
isyan etmeye başladılar.
Mesela, böyle bir isyana, Dünya
Azerbaycanlılar Kongresi (DAK)
Belçika temsilciliği tarafından Belçika Senatosu’nda düzenlenen kongrede
tanık olundu. DAK Başkanı Azerbaycan’ın ünlü
şair ve yazarı Sabir Rüstemhanlı bu toplantıda yaptığı konuşmada, Karabağ’daki “Azeri soykırımı”nın görmezden gelindiğini belirterek “Ezilenler, zulüm görenler hep Türklerdir; fakat en çok suçlananlar da Türk halkı oluyor. Karabağ’da soykırım yapan
Ermenileri kimse suçlamıyor, Türkiye suçlanıyor.” dedi.
Bu duygunun, bugün Türkiye’de birçok çevrede paylaşıldığını, ve “Türkleri hep suçlu konumda gösterme” kampanyası devam ettiği sürece, bu tepkiselliğin artmasının kaçınılmaz olduğunu belirtmek gerekiyor.
Bu kampanyaların oluşturduğu ruh daralması içinde “Türklük” adına şöyle bir
özür dileme serenadına ne dersiniz?
-
Balkanlar’da Bulgar çeteleri tarafından katledilen, ırzı namusu ayaklar altına alınan, evlerinden yurtlarından çıkarılan Türkler adına, çetecilerden özür diliyoruz.
Yine;
-
Balkanlar’da Etniki Eterya adına işlenen
cinayetlerden dolayı, hayatını kaybedenler adına çetelerden özür diliyoruz.
- Balkan göçlerinde yollarda açlıktan, susuzluktan ve çete saldırılarından dolayı hayatını kaybeden kadınlar, çocuklar, yaşlılar adına,
İstanbul’a ulaşmayı başaran yüz binlerce insanla birlikte sefaletle iç içe yaşamak zorunda kalanlar adına Türkleri göçe zorlayanlardan özür diliyoruz.
Yine;
- Doğu
Anadolu’da, işgalci Rus birlikleri ile el ele verip köylerde insanları yakan, doğrayan Ermeni çetelerinden, ölen kadınlar, çocuklar, yaşlılar adına özür diliyoruz.
Yine;
-
Maraş’ta,
Adana’da, işgalci
Fransız birlikleri ile el ele verip cinayetler işleyen, kadınların ırzına tasallut eden Ermeni çetecilerden, özür diliyoruz.
Yine;
- Ege’de, işgalci
Yunan birlikleriyle
işbirliği yapıp köy yakan, kadın-kız-çocuk demeden katleden Rum çetecilerden özür diliyoruz.
Avrupa,
Amerika bastırıyor:
-
Soykırımı kabul edin!
Özür dileyin!
İçeriden de özür furyaları devreye giriyor:
Lozan’da kabul edilen “Mübadele”nin hesabı bile “Türkler”in önüne konuyor.
Mübadele sebebiyle yurdunu-yuvasını terk etmek zorunda kalan Türklerin dramı göz ardı edilerek...
Yarın
PKK’dan özür dileme faslı başlarsa şaşırmamak gerek.
İşin bir başka boyutunda “
Sünnilik” meselesi var.
Güya
Cumhuriyet, “Türklük, Sünnilik ve Hanefilik” üzerine kurulmuş. Ötekilerin tümü, dışlanmış.
Dolayısıyla Sünniliğe karşı
Aleviliğin, Türklüğe karşı
Kürtlüğün “mazlumiyet” mücadelesinin verilmesi hak olmuş.
Bereket kimse, “Hanefiliğe karşı Şafiiliğin mücadelesi”ne kalkışmamış.
İşin garibi, “Sünni camia” da,
sistem tarafından en çok denetlenen, biçimlendirilmek istenen, hayatına müdahale edilen ve dolayısıyla en çok
mağduriyete,
inanç özgürlüğü problemine maruz kalan bir dünya olduğunu düşünüyor.
Ortaya öylesine bir karmaşa çıkıyor ki kimin kimden
hesap soracağı, kimin kimden özür dilemesi gerektiği, kimin mağdur kimin gaddar olduğu belirsizleşmiş.
Böyle bir ortamda sesi güçlü çıkan, ötekinden hesap sormaya kalkışmış.
Fransız Senatosu, bir yığın “Soykırım” söyleminden sonra “Bu işi biz çözemeyiz, tarihçilere bırakalım” noktasına gelmişken; biz, içeriden konuyu çoktan çözmüş ve “Türkler adına özür dileme gereği”ne inanmış durumdayız.
- Tarihçiye falan gerek yok. Olur ya, tarihçiler de kalkıp “Bu işi bu noktaya getirenler Ermeni çeteleridir. İttihatçıların büyük günahı var; ama cinayetleri başlatanlar işgalci Rus birlikleriyle işbirliği yapan Taşnak ve Hınçak komiteleridir.” gibi bir sonuca varırlarsa bizim insancıl çıkışlarımız anlamsız hâle gelebilir.
İnsan doğrusu, Balkan Savaşlarından beri, Osmanlı’nın çözülüş döneminde, bu toprakları yağmalamak isteyen güçler ve onlarla işbirliği yapanların eliyle, Türk-Kürt-
Boşnak, Pomak-Çerkez-Gürcü-Sünni-Alevi bütün Müslüman kavimlerin karşı karşıya kaldığı cinayetlere ve yaşadığı acılara ağlayan bir yürek de bulmak istiyor.
Dünyadan birilerinin çıkıp tıpkı bizim aydınlarımız gibi, “Osmanlı’nın çözülüş döneminde işlenen cinayetlerden dolayı Osmanlı çocuklarından özür diliyoruz” demesini istiyor gönül.
Çıkmıyor herhangi bir yürek sahibi.
Aksine suçlamalar suçlamalar, suçlamalar…
Hep Türkler ve Müslümanlar suçlu!
Bu dış söylemin bizim aydınlarımız tarafından içeriye “Hep Türkler ve Sünniler suçlu” diye tercüme edilmesi de garip.
Ben ki asla bir kavmî duyarlılık adına hareket etmedim.
Ben ki asla bir kavmî duyarlılık adına, bir başka kavme zulmedilmesine olumlu bakmam.
Ben ki Osmanlı barışının; din, kültür, dil farklılığına rağmen üç kıtada asırlarca hükümran olmasının tarihî değerini vurgulayan bir insanım.
Ama Osmanlı’nın son döneminin hesabı dikkate alındığında cinayetlerin hesabının tek taraflı görülmesini de içime sindiremiyorum.
Acı çeken Ermeni’nin hikâyesi yazılsın.
Ama acı çeken Türk’ün de hikâyesi yazılsın.
Böyle olmaz da Avrupa-Amerika gibi tüm dünya platformlarında Türkler (bir başka boyutta Müslümanlar) çarmıha gerilir, içeriden birileri bile, bu Avrupa-Amerika oyununa katkıda bulunarak Ermeni iddialarını tartışılmaz gerçekler hâline getirmeye çalışırlarsa, bunun tepki
doğurması kaçınılmaz olacaktır.
Sabir Rüstemhanlı İttihatçı mı?
Sabir Rüstemhanlı’nın Karabağ’ın hesabını sorması ve “Ermeni cinayetleri”nden söz etmesi haksız mı?
Sabir Rüstemhanlı’nın sesine sahip çıkan ve Karabağ’ı gündeme getirerek özür dileyen bir Ermeni aydın var mı?
Sabir Rüstemhanlı’nın sesine sahip çıkan bir “Türk imzacı” grup mevcut mu?
Bu soruları sorunca ben, Türkçü ve milliyetçi mi oluyorum?
Beni bırakın, şu anda bu duyguların Türkiye’de çok geniş
toplum kesimlerini etkilediğini ve bunun da çok hayati bir toplumsal sancı niteliği taşıdığını dikkate alın.
AHMET TAŞGETİREN-AKSİYON