HANEFİ AVCI'NIN YOLU ERGENEKON İLE NASIL KESİŞTİ ?
Son günlerde müthiş bir dezenformasyon süreci yaşanıyor.
12
Eylül referandumuna doğru artık günler hızla tükenirken
Türkiye'de statükonun devam etmesi için yaptıkları planlarda başarılı olamayanlar tarifi imkansız bir hüsran içinde.
Kurdukları ve bugüne kadar tıkır tıkır yürüttükleri sistemin çöküşünü adeta darmadağın olmuş vaziyette izliyorlar.
Vesayet kurumlarının yapısının değişecek olması karşısında hem çılgına dönüyorlar hem de çaresizler.
Millet bir
tercih yapacak ve milletin yapacağı tercihi çok iyi biliyorlar.
Bu tercih asla onların sisteminin devamı yönünde olmayacak.
Toplumun her kesiminden hatta kendi arka bahçeleri olarak gördükleri partilerin tabanlarından bile kendilerine karşı bir duruş var.
Toplum; onlarca yılın birikmiş tortusuna ‘hayır', yeni Türkiye'ye doğru atılan adıma ‘
evet' demeye hazırlanıyor.
Bu bir genel
seçim olmadığından insanlar kendi gönüllerinden geçen Türkiye tercihlerini açığa vurmakta ve görüşlerine
destek bulmak için bunu anlatmakta bir sakınca görmüyorlar.
Ne yönde olursa olsun önümüzdeki referanduma destek aramak bir parti
propagandası değil.
Fethullah Gülen Hocaefendi de bu çerçevede kendi görüşlerini kamuoyuna açıklayarak çok net ‘evet' dedi ve herkesi de referandumda ‘evet' demeye davet etti.
Toplumda ciddi bir saygınlığı ve etkisi olan Sayın Gülen'in bu çağrısının televizyonda bizzat kendi anlatımıyla yayınlanması milleti gerçekten çok etkiledi.
Hocaefendi'nin kendi sesinden, o muhteşem tasvirleriyle hissiyatını anlatması ve niçin ‘evet' denilmesi gerektiğini örneklendirmesiyle birçok insan olaya farklı bakmaya başladı.
Hatta bazı partilere sempati duyan insanlar bile; Hocaefendi ‘evet' diyorsa parti yöneticilerinin ‘hayır' demesinin kendileri açısından bir hükmü kalmadığını bizzat dile getirdiler.
Sayın Gülen'in referandumda ‘evet' çağrısı zaten ayaklarının
altından kayıp gitmekte olan sistemlerini tutmaya çalışanları çok zor durumda bıraktı.
Gülen'in bir sözü üzerine milyonlarca insanın sorgusuz sualsiz ‘evet' diyeceğini çok iyi bildiklerinden harekete geçmeleri gerekiyordu.
Bu saatten sonra yapabilecekleri tek şey ‘evet' kampanyasını tersine çevirmek olacaktı.
‘
Cemaat' diye adlandırdıkları; “Fethullah Gülen'e gönül vermiş” insanları karalama süreci başlatılmalıydı.
Bütün yapmaları gereken ‘evet' diyen ‘cemaat'in kendilerince gerçek yüzünü deşifre etmek, ‘evet diyen cemaatle mi birliktesiniz' sorusunun
toplumda sorgulanmaya başlanmasını sağlamak ve insanları tedirgin etmekti.
Bunun için referanduma artık birkaç haftanın kaldığı şu son günlerde, cemaate karşı bir antipati oluşturma çabasının ortaya konulması gerekiyordu.
Devleti cemaatin yönettiği ve bir ahtapot gibi her tarafı ele geçirdiği, bütün kurumları sardığı topluma inandırılmaya çalışılacaktı.
Ve nihayetinde; ‘evet' denilmesi durumunda
emniyeti, MİT'i, askeriyeyi, yargıyı ele geçiren cemaatin iyice
kontrol edilemez hale gelmesine katkı verilmiş olunacağı imajının oluşması sağlanacaktı.
Son günlerde tartışılan
KPSS sorularının cemaat tarafından ele geçirildiği iddiaları da, bu kara propagandanın bir parçası.
Birileri gerçekten
hile yapmış olabilir, sorular da çalınmış olabilir, fakat ortaya bazı kurumlarla irtibatlandırılan isimler atıp, bu işi belli bir yere
fatura etmeye çalışmak iyi niyetli bir yaklaşım olmasa gerek.
3 bin 200 kişinin içinden 5-10 kişiyi seçip ‘her şey bunların başının altından çıkıyor' gibi korku ve nefret politikası üretmek insaflı bir hareket tarzı değil.
Toplumda bir yalan ve
iftira kampanyası başlatılmış durumda.
Bu çerçevede Emniyet Müdürü Hanefi
Avcı'nın kitabının zamanlaması da son derece dikkat
çekici.
Devleti ele geçirmekle suçladığı ‘cemaat' hakkında, ortada tek bir
belge olmaksızın duyum ve söylemler üzerine yazılmış bir kitap.
Oysa kendisi
İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü ve Emniyet İstihbarat Daire Başkan Yardımcılığı yaptı. Bu kadar istihbarata hakim birinin elinde belgeler bulunması, söylentiler yerine en azından kitabına bazı belgeler koyması gerekmez miydi ?
Kitapta, Avcı'nın hayatını okuduğunuzda bir kırılma noktası olduğunu çok rahat görebiliyorsunuz.
Aslında Avcı'nın kırılma noktası 2003'te başlıyor.
Kaçakçılık ve
Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanıyken başlattığı bazı
operasyonlar sebebiyle uğradığını düşündüğü haksızlıklar, onda bir güven sarsılmasına yol açmış.
Edirne'ye sürüldüğünü söylüyor. Orada da yaptığı bir
takım operasyonlar sebebiyle birilerinin rahatsız olduğunu bu kez Eskişehir'e
tayin edildiğini anlatıyor.
Bütün bunlar Avcı'daki kırılmayı derinleştirmiş.
Öyle görünüyor ki;
efsane bir polis müdürü olan Avcı, sağdan yaklaşan şeytanın farklı kara propagandaları sonucu kitabında yazdıklarına inandırılmış.
Çünkü bugün neredeyse inkar noktasına geldiği
Ergenekon hakkında, ilk bulguları ortaya çıkarıp Karargah'taki
darbe planlarını ilk deşifre eden isimdi kendisi.
Oysa Avcı'nın; kitabında, tam da Ergenekon'un söylemlerini dillendiriyor olması, bütün kritik soruşturmaların savcılarının değiştirilmesi gerektiğinden bahsetmesi,
Danıştay ve Zirve
yayınevi gibi cinayetlerin Ergenekon ile bağdaştırılamayacağını anlatması, Pkk,
Hizbullah ve Dhkp-c'nin Ergenekon ile ilgilerinin bulunmadığını yazması çok ilginç değil mi ?
Avcı; tıpkı Ergenekoncular gibi, özel yetkili mahkemelerde devam eden bütün soruşturmaların cemaatin bir tertibi olduğu fikrini oluşturmaya yönelik söylemler ortaya koyuyor.
Ortada; sanki Avcı'yı kırılma yaşadığı süreçte Ergenekon yapılanmasının ciddi ciddi etkilediği gibi bir görüntü var.
Çünkü Avcı, Ergenekon'un kullanmak isteyeceği profile çok uyuyor.
Muhafazakar bir insan, çocuklarını cemaatin okullarında okutmuş, yapıyı bilen, yerine göre fikirlerini paylaşan, dünya görüşü olarak da cemaate yakın bir kişi.
Böyle bir insanın söyleyecekleri herhangi birinden çok daha etkili olur.
Kitabın cemaatle ilgili bölümünde başına ne geldiyse cemaatten geldiğine inandırılmış bir insanın söylemleri çıkıyor karşınıza.
Üst düzey
emniyet müdürü olan en yakın arkadaşlarının da son yıllarda bazı soruşturmalar sebebiyle tutuklanmasının onun kırılma yaşadığı döneme denk gelmesi ve bu arkadaşlarının emniyetteki ‘cemaat' yapılanmasının kurbanı olduğunun iddia edilmesi, Avcı'nın inandırılmasında etkili olmuş anti propaganda gibi görünüyor.
Çünkü Avcı'nın; özellikle son 6-7 yılda yaşadığı olaylardan sonra, aslında hiç de öyle düşünmezken sonradan kafasına oturtulan bir şablonla ‘cemaat'i
hedef alan bir düşünceye saplandığını görüyoruz.
Bu şablon; ‘Ak Parti-cemaat' işbirliğiyle devletin ele geçirilmeye çalışıldığı iddiası.
Ak Partiyle yıldızı barışmayan Avcı, kendisine ve arkadaşlarına Emniyet'teki ‘cemaatin adamları' dediği kişilerin operasyon yaptığını düşünüyor.
Kitaptaki iddialar Avcı'nın son yıllarda kimlerle irtibatlı olduğu konusunda kafalarda soru işaretleri oluşturuyor.
Avcı ve ekibi Emniyet içindeki 'cemaat' dedikleri yapıyla hesaplaşmalarında Ergenekon'un dümenine girmiş gibi görünüyorlar.
Cemaatle hesaplaşmak için Ak Parti'nin kapatılması gerektiğini düşünen Avcı'ya yakın isimlerin, 2009'un
Ekim ayında Ak Parti hakkında bir
kapatma davasına yol açacak belgeler oluşturduklarını hatırlamakta fayda var.
Bütün bunlar göz önüne alındığında delilsiz ve alelacele kitaba eklendiği izlenimi veren ‘cemaat' bölümü tam da referandum öncesi Ak Parti ve Fethullah Gülen'e karşı bir hamleyi akla getiriyor.
600 sayfalık kalın kitabın, okumaktan üşenip giriş ve son bölümlerine bakacak insanları etkilemesi için ‘cemaat kara propagandası' buralara yerleştirilmiş.
Ve bu bölümlerde ‘cemaat' olabildiğince toplumu tedirgin edici hale getirilerek altın vuruş yapılmaya çalışılmış.
Hanefi Avcı'nın hiçbir temele dayandıramadığı iddiaları, maalesef Ergenekon'un planına
yardım ediyor.
Bu plan; referanduma giderken insanların kafasında “
evet oyu cemaate yarar” fikrinin uyanması ve vatandaşın “Türkiye nereye gidiyor" korkusuna sevk edilerek ‘evet'ten uzak durmaya yönlendirilmesi.
Hanefi Avcı'nın kitabındaki iddialar ve KPSS'deki polemiğin “kadrolaşma” tartışmalarıyla maksatlı olarak çarpıtılması, böyle bir zamanlamada boşuna değil.
Bu kara propagandanın bir sonraki hedefi basın yoluyla hükümetle ‘cemaat'i karşı karşıya getirip ‘evet' cephesinin arasına kara kedi sokma ve dağıtma planı.
Yolun sonu yaklaştıkça her türlü plana hazır olmak lazım.
ABDULLAH ABDULKADİROĞLU - SAMANYOLU HABER
[email protected]