“Beraber yürüdük biz bu yollarda, beraber ıslandık yağan yağmurda” sloganları da unutuldu. Eğer
sezonluk
kombine biletin yoksa,
taraftarlığını inandırman neredeyse mümkün değil! Sadece kombin
e bilet olsa iyi...
Eskiden
futbol taraftarlığı kolaydı. 15 günde bir gönül verdiğiniz
takımın maçına giderdiniz; bir
forma, bilemedin bir de
şapkayla koca sezon biterdi! Şimdi öyle mi? Hem taraftarlık duygusu hem taraftarlık algısı değişti. Daha doğrusu taraftarlar birer
tüketici, yani müşteri gibi algılanmaya başlandı. Ne kadar çok tüketirsen o kadar iyi taraftarsın artık. “Beraber yürüdük biz bu yollarda, beraber ıslandık yağan yağmurda” sloganları da unutuldu. Eğer sezonluk
kombine biletin yoksa, taraftarlığını inandırman neredeyse mümkün değil! Sadece kombine bilet olsa iyi, takımının ürettiği, lisanslı her
ürünü almak zorunda taraftarlar. Neler mi bunlar? Forma, eşofman takımı, şapka, kravat,
kalem, kalemlik, atkı, anahtarlık, saat, tişört,
çakmak,
kupa,
bardak, nevresim takımı...
Takımlar, taraftarları daha küçükken renklerine bağlamak için mi yoksa tüketmeye alıştırmak için mi bilinmez yeni doğan bebekler için (0-12) bile
giysi üretiyor. Üç büyükler
kozmetik ürünlerine de el attı. Artık baylar gibi bayanlar da tuttuğu takımın parfümlerini kullanıyor, kremlerini sürüyor. İyi taraftar, takımının televizyonuna abone oluyor, dekoder alarak naklen yayın parası ödüyor, dergisini takip ediyor. Bankalar, taraftara özel
kredi kartı çıkartıyor. Taraftarlar
Borsa’da
hisse senedi alıyor.
Fenerbahçe başta olmak üzere
Galatasaray ve
Beşiktaş’ın adını taşıyan markalı ürünlerin satıldığı ‘store’lar, en lüks mağazaları aratmıyor. Öyle ki mağazalarda bir tek taraftarlığı ölçen tartı aletleri yok!
Kulüpler onun da yolunu bulmuş: Çok tüket, doldur sepeti, iyi taraftar ol! Futbol aşkı, tutkusu, çekilen cefa, ‘para’ya döndü. Tabii ki taraftarların çok tüketiyor olmasının iyi yanları da var. Bir kere
takımlar maddi olarak güçleniyor. Böylece iyi
futbolcular transfer ediliyor.
Taraftar ile takım arasındaki bu ilişki,
Türkiye’de dünyayla paralel seyrediyor. Özellikle üç büyük kulübün, taraftarlarını müşteri gibi görmesi, kimine göre kapitalist sistemin bir sonucu, kimine göre ise günün şartlarının getirdiği zorunluluk. Adı ne konursa konsun son 10-15 yıldır futbol, seyirlik bir oyundan çok bacasız bir sanayi olarak görülüyor. Takımlar da birbiriyle daha çok
rekabet etmesi için şirketleşiyor. Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi futbol kulüpleri artık takımdan öte bir şirket profesyonelliği ile yönetiliyor. Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş gibi takımların hisselerinin Borsa’da olması da bunu gösteriyor. Borsa’da olan takımlar, artık mahalle takımı tavrıyla yönetilmiyor. Başkan başta olmak üzere
yönetim kurulu aldığı her karardan kanunen sorumlu oluyor. En azından Batı’da böyle.
Kulüplerin şirketleşmesi, taraftarların müşterileşmesi de son yıllarda taraftar profilinin değişmesinin bir sonucu. Özellikle
Özal sonrası,
ekonomik gelirin ve refahın artması eskiden klasik taraftarlık anlayışını da değiştirdi. 90’lı yıllara kadar daha çok dar gelirli insanlardan oluşan taraftarlar artık toplumun her kesimine yayıldı. Şimdi önemli işadamlarından CEO’lara, ‘elit’ kesimin temsilcisinden orta gelir seviyesine mensup milyonlarca insan futbol izliyor.
Kimi futbol yorumcuları, ‘taraftarın kalbi ile takımı arasına cüzdan girdi’ yorumu yapıyor.
Avrupa’da birçok kulübün ‘müşteri ilişkileri yönetimi’ adında birimleri var ve birimler taraftara daha çok
satış yapmanın yollarını arıyor. Çünkü ne kadar taraftarı tribüne çekebilirse, ne kadar ürün satabilirse o kadar gelir anlamına geliyor.
Zaman değişti, tabii taraftarlık da
Usta futbol yorumcusu Ömer Üründül, şartların değiştiği, geliştiği, futbol izleyicisi tanımının değişmesinin de normal olduğu görüşünde. Eskiden maçlara sabahın
erken saatlerinde gittiklerini, 8-10 saat beklediklerini söyleyen Üründül, “Ekonomik
kalkınma, teknolojik gelişmeler taraftarlığı kolaylaştırdı. Taraftarlar eskiden büyük çileler çekerdi, şimdi kombine biletler var. Maçtan 10 dakika önce bile stada girebiliyorsunuz.” diyor. Taraftarın müşteriye, tüketiciye dönüşmesini ‘normal’ olarak değerlendiren ve bu durumun taraftarın takımına olan aşkı ve tutkuyu öldürmediğini savunan Üründül, gelişmiş ülkelerden örnekler veriyor: “
İngiltere’de taraftar takımının ortağı gibi. Taraftarın, takımlarının lisanslı ürünlerini alması bence güzel bir şey. Zaten üzerine kalem, çakmak kullanıyor. Bari lisanslı ürün kullanıp takımına katkıda bulunsun.”
Endüstriyel futbolun sonucu
‘Endüstriyel Futbol’ ile ‘Futbol Ekonomisi’ adlı kitapların yazarı
Tuğrul Akşar, “Bugün kulüpler için taraftar ciddi bir müşteriye dönüşmüş durumdayken, taraftar bazında olaya bakıldığında ise onu artık kulübüne ciddi
bütçe ayıran ve onun ürünlerini tüketen bir tüketici haline geldi. Taraftarlık tam olarak ölmedi, ama endüstriyel dönüşüme uğradı. Taraftar kendi açısından ise tüketici taraftar konumuna geldi.” diyor. Akşar, taraftarın karakteristiğinin değişmesine karşın, takımına olan ilgisinin azalmadığını söylüyor.
Taraftar artık müşteridir
Zeki Çol (ZAMAN Gazetesi spor yazarı): FIFA’nın geçen yıl yaptığı araştırmaya göre dünyada futbol oynayan kişi sayısı 265 milyon. Bu, futbolun, her şeyden önce çok büyük bir
pazar olduğu gerçeğinin göstergesi. Böylesine önemli bir pazara başta sponsorlar olmak üzere, ticari şirketlerin kayıtsız kalması olanaksız. Nitekim 1990’lı yılların ikinci yarısından başlayan bir değişim süreci yaşanıyor futbolda. Bu da oyunun endüstrileşmesi ve ticarileşmesi. Batıda, her türlü ihtiyaca
cevap veren konfordaki arenaların inşası, dikkat ederseniz bu süreçle örtüşüyor. Çok geniş bir yelpazedeki çeşitliliğiyle kulüplerin birçok lisanslı ürünü taraftarların
hizmetine sunması, o yıllarda 10 milyonlarla ifade bulan yayın gelirlerinin artık milyar dolarlara ulaşması da. Tüm bu süreç bir yandan futbol ekonomisini güçlendirirken, diğer yandan taraftar algısı ve profilini değiştiriyor.
Ancak Türkiye’nin bu sürece henüz yeterince ayak uydurabildiği de söylenemez. Örneğin
Premier Lig’de kişi başına 38
Euro’ya ulaşan maç günü gelirlerinin bizdeki ortalaması 3 Euro. Bu zıt görüntünün, futbola olan ilginin yanı sıra satın alma gücüyle de ilgisi var. Türkiye’de taraftar maça gitmiyor.
Premier Lig’de yüzde 93 olan doluluk oranı bizde yüzde 38 ile zor buluşuyor.
Öte yandan Türkiye bir kavramı da henüz algılamakta zorluk çekiyor. Batı, taraftarı artık bir müşteri gibi görüp ona göre hizmet sunarken, bizdeki kulüpler “müşteri” sözcüğüne alınganlık gösteriyor! Endüstriyel futbolun değiştirdiği taraftar, artık müşteridir. Hem de en fazla ilgiyi ve saygıyı hak eden velinimet konumundaki müşteri.
Taraftara müşteri gözüyle bakanlar yanılır
İbrahim Altınsay / RADİKAL spor yazarı: Taraftarı ‘müşteri’ olarak algılamak bence eşyanın tabiatına, yani taraftar-kulüp ilişkisine aykırı. Bütünüyle duygusal, irrasyonel bir ilişki bu. Şu veya bu nedenle bir takıma bağlanıyorsunuz ve bunun açıklaması yok. Takımınızın maç biletinin ya da kombine kartının ya da formasının paha biçilmez bir değeri var sizin için. Forma bir
tekstil ürünü değil, takımla bütünleşmenin, kendinizi sahada oynuyor saymanın aracı... Diyelim Beşiktaşlısınız, Beşiktaş formasını beğenmediğinizde gidip Fenerbahçe ya da Galatasaray forması almıyorsunuz. Oysa
Adidas eşofmanı beğenmezseniz gider
Nike alırsınız.
Elbette futbolun ekonomisi büyüyor. Takımların taraftar tabanları genişliyor, insanlar ürünlere daha fazla para harcıyor ama bunda da bir sınır var. Milli gelir ve harcama gücünüz neyse o kadar ürün alabilirsiniz. Bu bakımdan taraftara müşteri gözüyle bakanlar da, taraftarın harcama gücünün sınırsız olduğunu sananlar da yanılır. Klasik ‘müşteri yönetim sistemleri’ ile bu işin içinden çıkamazsınız. Bunun yerine ‘taraftar yönetim sistemleri’ gelmeli. Taraftarın duygu bağını zedelemeden, tersine güçlendirerek onun rahat alabileceği, seveceği ürünler üretmek önemli. Hayatında kullandığı ürünleri, kulübün arma ve renklerini taşıyan ürünlerle, kulübe maksimum gelir getirecek biçimde değiştirebilmek önemli. Yani irrasyonel duyguyu rasyonel biçimde yöneterek ve kulübe gelir getirerek çoğaltmak lazım.”
ZAMAN/CUMAERTESİ