Ankara'daki mitingin
mesajı netti:
Tayyip Erdoğan'ı
Çankaya'da istemeyen büyük bir kitle var.
Böyle bir kitle yokmuş, bunu da "Atatürkçülük"e dayandırmıyormuş gibi yapmak tuhaftır.
Mesajın mesajı "
Cumhuriyet'e ve laikliğe bağlılık" tı.
Bir de, "tam
bağımsızlık".
Peki sonra?
Milyonları da temsil eden yüz binlerce insan toplandığında, başka milyonlarca insanın oylarıyla
iktidar olmuş bir başbakanın
cumhurbaşkanı olmasına karşı haykırdığında, "Çankaya yolu" nu ona kapatmak istediğinde...
Sonraki adım nedir?
Yani o mesajın milyonlarca insana, o gün meydanda olmayanlara; "rejim tehlikesi" dışında açtığı siyasi ufuk ne olacaktır?
Erdoğan Çankaya'ya çıkarsa aynı tepkiler aynı şekilde sürecek... çıkmazsa ne olacak?
Bu bir
siyasi hareket midir?
Hangi partide cisimleşir?
"Sosyal demokrat" iddiasındaki parti, Batı'dan Doğu'ya, hak, hukuk,
adalet, ekmek, iş, güvence, güvenlik, eğitim, sağlık,
şefkat, umut arayan milyonlarca insana başka hangi "sol" veya "siyasi,
ekonomik, sosyal, demokrat" mesajı verecektir?
"AB'ye atıp tutmak" fena olmayabilir; misal dış ticaretin yönü nereye değiştirilecektir?
Ben de kesinlikle "IMF'ye tavır" dan yanayım; o meydanda bulunan DSP değil midir IMF'yi eve çağıran?
CHP ne yapacaktır, ikide bir biat ettiği TÜSİAD'la çatışacak mıdır?
Meydanda "Savunması ABD'ye bırakılan
ülke" diye bağırıldığında, heyecanlandım; bu kökten eleştiriyi, mesela
Genelkurmay'a CHP mi, DSP mi yoksa Emekli
Orgeneral Eruygur mu anlatacaktır?
"Laiklik" yanında "tam bağımsızlık" diyenler, ABD'den milyarlarca dolarlık yeni
uçak alacak, Irak'ta
koalisyon ortağı sayılan,
Afganistan ve Lübnan'da ABD ve NATO hedefleri emrinde görev yapan, komutanları ABD'de de eğitilmiş, ABD gölgesinde
İsrail ile milyonlarca dolarlık
ihale aktaracak ve bir yığın şey paylaşacak kadar yakın olmuş bir ordumuz olduğunu bilmiyor mu, bilmezden mi geliyor?
Ciddi biçimde, enine, boyuna, çaprazına, verevine ruhen bölünmüş olduğumuz açık.Demokratik mücadele içinde, bu önemli de değil. Kimse aynı olmak zorunda değil.
Yoksa zorunda mı?
Bu farklılık bize şunu anlatabilir aslında: Kimse tek başına değil. Kimse bu toprakların, bu devletin tek sahibi değil. Kimse, seçilerek, atanarak elde ettiği otoriteyle halkın sahibi değil.
Ne iktidar elde eden, ne kürsüye çıkan, ne belli bir kitle desteği bulan, ne kitaplı, ne
silahlı olan.
Demokrasinin omurgası bir yana; "Cumhuriyet ideali"nin özündeki
insan hakları beyanı, insanların ırk, din, etnisite,
sınıf farklılıklarına rağmen özde ve
kanun karşısında eşit, vicdan özgürlüğüne (
inanç ve inançsızlık hakkı) sahip olduğunu haykırır. "Cumhuriyetçi
felsefe" nin özü, kimsenin kimseyi aşağılamaması, zümre egemenliği kurmaması, imtiyaz olmamasıdır.
Değil midir?
"Tandoğan'ın mesajı" nı iktidar da anlamalı, bizzat mesaj sahipleri de epey düşünmeli.
Bu vesileyle, meydana adını veren, "Tek parti" Ankara'sının 18 yıl valisi olmuş
Nevzat Tandoğan' ın (solcu, sağcı ayrımı yapmadan!) verdiği meşhur "mesaj" ı da aktarayım:
"Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizmle ne işiniz var? Milliyetçilik lazımsa bunu biz yaparız? Komünizm gerekliyse onu da biz getiririz. Size ne oluyor? Sizin iki vazifeniz var: Biri, çiftçilik yapıp ürün yetiştirmek. İkincisi, çağırdığımızda askere gelmek."
İmar işleri kadar, gazetecilere baskıyla, misal silah çekip "haber kaynağı" sormakla da ünlüydü. (Nokta'ya değil!)
Dönemin
Genelkurmay Başkanı Kazım Orbay' ın, Valilikte görevli oğlu Haşmet' in karıştığı doktor cinayetine müdahil olmuş, hakimin kendisini sıradan
tanık gibi sorgulaması ardından 1946'da
intihar etmişti. O günlerde
Başsavcı arabada ölü bulunmuş, Genelkurmay Başkanı da
istifa etmişti.
Ne tuhaf günlermiş.
İşte, mesaj mesaj üstüne, oralardan bugünlere geldik.
UMUR TALU/ SABAH