Ramazan'ın 11. gününü yaşıyoruz. Göz açıp kapayıncaya kadar 11 gün geçmiş. 20 gün sonra bayrama ulaşmanın sevinci, Ramazan'ı uğurlamanın hüznü ile birleştiğinde 'keşke' diyeceğiz. Keşke, bu rahmet çeşmesinden daha fazla nasiplenebilseydim.
Kapıma kadar gelmiş fırsatları tepmeseydim. İhmal ve tembellik sarmalına kendimi kaptırmasaydım. Bugünün işini yarına erteleye erteleye, yarını olmayan güne gelmeseydim. Keşke, zihnimi meşgul eden,
kalp balansımı bozan malayani şeylerle meşgul olmasaydım. Heybeme fazladan bir iyilik daha atabilseydim, diye dövüneceğiz. Tabiatımız gereği doyma bilmeyeceğiz, hep 'daha yok mu?' diyeceğiz. Bunu söyleyebilmek için bile önce birikime, bir ilk tadışa ihtiyacımız var.
Bir
hesap çıkarıp, alt alta yazalım. Dünyanın dengesinin bozulmasında benim payım ne kadar? Maddi açıdan baktığımda fazladan kullandığım kimyasallar, sokağa bıraktığım çöpler, boşa harcadığım su, israf ettiğim kâğıt, çarçur ettiğim zaman ne kadardır? Manevi açıdan kâinatı kuşatan pozitif enerjiye ne kadar katkı yapabiliyorum? Dua, tebessüm ve sadakalarımla evrensel sevince ortak olabildim mi? Başını okşadığım çocuk,
koltuk değneği olmayı şeref saydığım
yaşlı, karşılıksız borç vererek sıkıntısını giderdiğim arkadaşım, hatalı şoföre verdiğim yol, dalgın yayanın keyfini bozmadığım an oldu mu? Kızıp öfkelenmeyi haklı kılacak kaç olayda 'hayır, ben oruçluyum' deyip öfkemi yutabildim? Sevinçlerimi azık gibi komşularım ve arkadaşlarıma pay edebiliyor muyum? Onların sevinçlerini çoğaltabilmek için gülen bir çehreyle karşılarına çıkıyor muyum? Acılarından alıp eksiltmek üzere yanlarında durup elimi omuzlarına koyabiliyor muyum?
Kaç fakirin yokluğuna, kaç hastanın acısına, kaç mutsuzun kederine, kaç garibin gurbetine ortak olabildim? Kaç oruçlunun sevabından pay kapmak için yarıştım? Kaç geceyi uykusuz, kaç günü insanlığın hizmetinde geçirdim? Son günlerde duyduğum ve çok etkilendiğim bir cümle var: 'Erhan, biz biraz insan olduk be.' Gerçekten kuşatan ve insan olma yollarını açan Ramazan atmosferinden yeterince yararlanabildik mi? İlk emri 'oku' olan Yüce Kitap'ı duvardaki süslü kabın içinden çıkarıp, hayatın içine katabildik mi? Kullarını "Onlar, sırf Rab'lerinin rızasını kazanmak için sabreder, namazı tam gerektiği şekilde kılarlar. Kendilerine ihsan ettiğimiz rızklardan gerek gizli, gerek açık bir tarzda bağışta bulunur ve kötülüğe iyilikle mukabele ederler. İşte dünya diyarının güzel akıbetini kazananlar onlardır." (Ra'd Sûresi 22.
ayet) diye
tarif eden Yaratıcı'nın beyanına
kulak verdik mi? Ramazan'ı Ramazan gibi yaşayabilmek ve keşke dememek için bugünden tezi yok kendimize çeki düzen verelim. Zararın neresinden dönsek kârdır anlayışı ile kalan günlerin hakkını vermeye çalışalım.
Şunu da unutmamak lazım; biz hepimiz aynı mahallenin çocuklarıyız. Bakmayın sırça köşkten bize laf atanlara. Kulak asmayın bizi kamplara bölmeye, aramıza husumet tohumları atmaya çalışanlara. Bizden
İran miran çıkmayacağını en iyi biz biliyoruz. Çünkü biz farklıyız. Coğrafi sınırlar değil bizi diğerlerinden ayıran. Yüzyılların birikimi geleneğimiz, beklentilerimiz, önceliklerimiz, algılarımız ve tepkilerimizle biz, biziz. Batı'dan gelen ısmarlama
toplum modelleri tutmadığı gibi Doğu'dan gelebilecekler de tutmaz. Her iki yönle etkileşim kaçınılmaz. Ama aldıklarımızı kendi boyamızı çaldıktan sonra içeri kabul ediyoruz. Mübarek gün gülün geçin bunlara, takılıp kalmayın. Takılıp
altın değerindeki günleri çarçur etmeyin.
BÜLENT KORUCU/ZAMAN