'Devlet gazetesi' olarak bilinen
Hürriyet'in başyazarı
Oktay Ekşi bile
isyan ediyordu geçen hafta.
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) için, "
Türkiye'nin 1946'dan beri içinde bulunduğu 'demokratik sistem'in gereklerine kendini artık uydurmalı ve '
hesap sorulamazlık'tan, 'hesap sorulabilirlik' zeminine geldiğini kabul etmelidir." diye yazdı. Köşe komşusu ve Genel Yayın Yönetmeni
Ertuğrul Özkök, TSK'nın bir dizi hatasını saydıktan sonra, "Hangi ordu bu kadar üst üste vahim hatayı kaldırabilir?" sorusunu yöneltti. Kendisini "
AK Parti ve
Gülen Hareketi'nin bir numaralı karşıtı" olarak tanımlayan
Cumhuriyet yazarı Hikmet Çetinkaya da, "Öyle onun evine
silah koyacaksın filan değil.
Asker askerliğini yapacak.
Ordu içinde böyle cunta grubu varsa burası hukuk devletidir, bunlar açığa çıkarılacak ve gereken yapılacaktır." diye seslendi NTV stüdyolarından.
Sadece onlar mı? SHP Genel Başkanı Hüseyin
Ergün'den
TOBB Başkan Yardımcısı Hüseyin Üzülmez'e, iş adamı Süleyman Orakçıoğlu'ndan
Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Ali Balkız'a, Hak-İş Başkanı Salim
Uslu'dan
Diyarbakır Baro Başkanı Mehmet
Emin Aktar'a kadar,
siyaset, hukuk, iş ve basın dünyası tek noktada birleşti: "Cuntacılar ordudan ayıklansın." Dahası var; sendikalar,
insan hakları örgütleri,
aktivistler, sanatçılar, Genç Siviller,
darbelere dur demek için meydanlara indi...
Bu tepki hareketinin sebebi malum. '
İrticayla Mücadele
Eylem Planı' isimli meşru hükûmetle masum vatandaşlara kurulan 'kirli tezgâh'ın orijinal
belgesi bulunmuştu. Yani Türkiye darbeyi gördü ve resti çekti. Şimdi herkes skandal belgeyle ortaya çıkan cuntanın 'defterinin dürülmesini' istiyor.
Aslında 4,5 ay önce de her şey ortadaydı.
Taraf Gazetesi'nin 12 Haziran'daki "AK Parti'yi ve Gülen'i Bitirme Planı" manşeti ve sonrasında yaşanan gelişmeler Genel
kurmay'daki cuntayı ele veriyordu. Fakat Deniz Kurmay
Albay Dursun Çiçek imzalı planın aslı yoktu. Taraf'ın yayımladığı belge fotokopiydi. Hâl böyle olunca bazı çevreler basın üzerinden yalanlama faaliyetlerine başvurdu. Güya belge sahte idi ve 'birileri' tarafından orduyu yıpratma maksatlı hazırlanmıştı. İnkâr,
Genelkurmay Başkanı
İlker Başbuğ'un
basın toplantısı düzenleyerek belgeyi 'kâğıt parçası' olarak nitelendirmesiyle alaycı bir dile dönüştü. Başbuğ, 'birilerince hazırlandığı' iddiasına da itibar etmiş ve "yapanları bulun" demişti.
Hürriyet yazarlarından Yılmaz Özdil, 26 Haziran'da 'Belge Çiçek açmış yaz mı gelecek, AKP bu sevdadan vaz mı geçecek?' diye soruyordu.
Vatan'dan Hikmet Bila, "Komik bir
manzara. Bir o kadar da içler acısı. Biri havaya bir fotokopi attı, bütün Türkiye rüzgârda uçuşan 'kâğıt parçasının' peşinde koşuyor. Koskoca Türkiye'nin hali bu günlerde bu..." ifadeleriyle kendince dalga geçiyordu. O dönem Bekir
Coşkun, Cüneyt Ülsever,
Oray Eğin,
Serdar Akinan,
Soner Yalçın,
Murat Yetkin,
Necati Doğru gibi isimler de belgenin gerçek olmadığına dair yazılar kaleme aldı.
Orijinal belgenin ortaya çıkmasıyla hava öyle bir değişti ki, planı kamuoyuna duyuran haberin sahibi Mehmet
Baransu cesarete (!) gelip, "
Gazeteci ağabeylerimden özür bekliyorum." dedi. Ve ilk özür Vatan yazarı
Necati Doğru'dan geldi: "Saklayıp gizlemeyi kalemime yakıştıramam; hiç eğip bükmeyeceğim. Belge gerçek çıktı. Ben bu kez yanıldım. Genç muhabir
Mehmet Baransu'nun haberi doğru çıktı.
Özür diliyorum."
Doğru, yazısında orduyu
savunma gerekçelerini şöyle sıralıyordu: "Adalet, yani savcılar, beş gün içinde bu belgenin doğru olup olmadığını soruşturacak, doğru ise hazırlayanı kulağından yakalayıp 'seni
darbeci seni...' diye
adalete teslim edecek yerde beş gün sonra bu fotokopi gazeteye sızdırılmıştı. Pis medya infazı yapılıyordu. Bu hukuksuzluktu. Hukuksuzluğu yapanların 'yalan söyleyebilecekleri ve sahte belgeyi gerçekmiş gibi sunabilecekleri' yargısına vardım. Devlet ve adalet belgenin gerçekten
Albay Dursun Çiçek'in kaleminden çıktığını ispatlayamıyor; fakat sahtekârlığı yapanı da bulamıyordu. Bu çelişkili durum da benim 'orduya yıpratma vuruşu yapıyorlar' yargısını güçlendiriyordu..."
Belgenin ortaya çıkmasından birkaç gün sonra görüştüğümüz Hürriyet yazarı Cüneyt Ülsever de konuyla ilgili İlker Başbuğ'dan tatmin edici bir açıklama gelmezse özür dilemeyi düşündüğünü söylemişti. Nitekim bu sözünü doğrular nitelikte bir yazı kaleme aldı. Ülsever, belge ilk ortaya çıktığında iddialara inanmadığını dile getirmişti. 28 Haziran'da 'Kâğıt parçası ve
komplo teorisi üzerine bazı notlar' başlıklı yazısında "Aksi ispat edilene kadar, kendimi
Genelkurmay Başkanlığı savcılarının açıklamalarına inanmak zorunda hissediyorum. Başka türlüsünü düşünmek dahi istemiyorum." diyordu. Ardından Taraf aleyhinde de yazılar kaleme alan Ülsever, şimdi hem gazeteden hem de Baransu'dan özür diliyor. Bu kararı, Necati Doğru'dan önce aldığını da iddia ediyor. TSK'nın açıklamalarından tatmin olmadığı anlaşılan Ülsever, konuşmamızdan iki gün sonra (28
Ekim) köşesinde İlker Başbuğ'dan gereğini yapmasını talep ediyordu. Belgenin gerçek çıkmasının çok vahim olduğunu belirttikten sonra da şunları dile getiriyordu: "Asıl vahim olan TSK içinde deşifre olan beyinsiz cuntacılar değil,
Genelkurmay Başkanı'nın içine düştüğü durumdur. Başbuğ, daha önce toprağa gömülü bulunan bazı mühimmatın -sonradan aksi ortaya çıkmıştır- TSK'ya ait olmadığını söyleyerek milleti yanıltmıştır. Eğer
Adli Tıp mensupları yalan belge düzenleyecek kadar zavallı değillerse; Başbuğ şimdi de ya bilerek ve kasten millete yalan söylemiş ya da kendi karargâhının rahatlıkla yalan bilgi ile yönlendirdiği bir
komutan durumuna düşmüştür. Gereğini yapmak, olmazsa gereğini yaptırmak, milletin atanmış veya seçilmiş hizmetkârlarının bazı durumlarda asli görevi haline gelir!"
Bu süreçte en dikkat çeken yazılardan birini Cumhuriyet yazarı Hikmet Çetinkaya kaleme aldı. Hükûmetin en ateşli muhaliflerinden Çetinkaya bu kez askere karşı çıkıyor, İlker Başbuğ'un gereğini yapmasını istiyordu: "Eğer Genelkurmay Karargâhı'nda böyle bir yapılanma varsa ve bu yapılanma bugüne değin ortaya çıkarılmadıysa
demokrasimiz için endişe vericidir. Olayın geçiştirilemeyeceğini sanıyorum! Suçu işleyen kim olursa olsun, Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan'ın değindiği gibi suçlanacak yer TSK'nın komuta kademesidir."
Orijinal belge, siyaset cephesinde de geniş yankı buldu. AK Parti
Grup Başkan Vekili Bekir
Bozdağ, Genelkurmay'ın suça bulaşmış kişileri açığa alması gerektiğini vurguladı. Bozdağ, "Bu belgeyle, gerçek anlamda bir anayasal suç ortaya çıkmıştır. Ve bu çok vahim bir durum. Anayasal suç işleyenler mutlaka hesap vermeli." yorumunu yaptı. MHP Genel Başkanı
Devlet Bahçeli, demokrasiye ve siyasete müdahale hazırlıkları konusunda adaletin hızla işletilmesini ve hükûmetin bir an önce gereğini yapmasını istedi. Genel Başkan Vekili Oktay
Vural da planı millete ve siyasete karşı hazırlanmış tezgâh olarak değerlendirdi. SHP Genel Başkanı
Hüseyin Ergün, "Ordu demokratik hayat üzerinde bir tehdit olmaktan artık çıkarılmalı." açıklamasında bulundu.
Saadet Partisi Genel Başkanı
Numan Kurtulmuş da belgenin hesabının bir an önce sorulmasından yana.
Belgeyle ilgili en önemli açıklamalardan birini
CHP Genel Başkanı Deniz
Baykal yaptı. Belge ilk ortaya çıktığında, "Başbuğ
istifa etmeli!" diyen CHP lideri, sözünün arkasında olduğunu dile getirdi. Ancak Baykal, 4,5 ay önce bütün hesaplarını belgenin sahteliği üzerine yapmış ve şöyle demişti: "Belgenin sahte olduğu ortaya çıkarsa
Ergenekon iddianamesi çöker. Çünkü iddianame bu tür belgelere dayandırılmıştır." Baykal, bu açıklamasıyla kendi Ergenekon avukatlığını çökertmiş oldu.
Gelişmeler
iş dünyasını da tedirgin etti.
Sanayici ve iş adamları 21. yüzyılda böyle bir planın kabul edilemeyeceğini belirtiyor. Sektör temsilcilerinin ortak görüşü bu planı hazırlayanlarının millete hesap vermesi gerektiği.
MÜSİAD Başkanı Ömer
Cihad Vardan, "İş dünyası olarak bu girişimlerin bitmesini istiyoruz. Çünkü bu tür girişimler hem millete hem ekonomiye zarar veriyor." derken, Hak-İş Başkanı
Sami Uslu,
üniforma ve silahın kimseye muafiyet vermediğini belirtiyor.
Memur-Sen Başkanı Ahmet
Gündoğdu da darbecilerin cezalandırılmasını istiyor.
TÜSİAD üyesi
Yıldırım Aktürk bu tarz antidemokratik girişimleri önlemek için sonuna kadar gidilmesi gerektiğini ifade ediyor: "Demokrasi dışı yaklaşımların temizlenmesi son derece önemli. İncelemeler ise şeffaf olmalı. Bu kapsamda medyaya da büyük iş düşüyor. Sonuna kadar bu sürece
destek verilmeli."
TOBB Yönetim Kurulu Üyesi Hüseyin Üzülmez de iş dünyası olarak demokrasi dışı bir hareketi kesinlikle tasvip etmediklerini söylüyor. Üzülmez'in açıklamaları şöyle: "Siyasi istikrarsızlığa yönelik girişimler
ülkeye zarar verir. Türkiye, bir hukuk devletidir. Ve bunun gereklerini yerine getirmelidir. Bu tarz yaklaşımların içerisinde yer almak Türkiye'yi hiçbir zaman ileriye götürmez. "
AKSİYON