Güven sıralamasındaki altüst oluş
MetroPoll'ün
referandum sonuçları ile ilgili heyecan uyandıran kamuoyu araştırmasında, sorulan bir soru daha var.
Araştırma şirketi eskiden çok popüler olan ama son zamanlardaki araştırmalarda pek yer almayan şu malum "en güvenilen kurum" sorusunu sormuş.
Ne çıksa beğenirsiniz: Bu soru sorulmayalı beri, toplumun güven sıralaması tepetaklak olmuş. Güvenilen kurumlar sıralamasında başta polis yer alıyor. Ardından Cumhurbaşkanı ve
Meclis geliyor. Sonra da
Başbakanlık ve hükümet... En altta ise üç kurum yer almış:
Genelkurmay,
Anayasa Mahkemesi ve yargı.
Gördüğünüz gibi, halkımız, geçirdiği üç
darbe döneminde bile "en çok güveniler kurum" tahtından indirmediği ordusunu artık gönlündeki tahttan indirmiş. Tabii onun yanı sıra, hukuku bir yana itip
vesayet rejimini korumayı misyon edinen
Anayasa Mahkemesi de sıralamada hakettiği yeri almış. Yıllardır haksız yere güven sıralamasının en altlarına koyduğu
siyaset ise güven ve itibar kazanmış.
Bence bu sıralamada hâlâ hakkı yenenler yok değil. Mesela basının fena halde hakkı yeniyor. Halkımız son yıllarda yaşanan büyük glasnostun kahramanı olan basına karşı anlaşılmaz bir kadir bilmezlik içinde. Şimdiye kadar bu
ülke hakkında ne öğrendiyse basın sayesinde öğrendiğini unutuyor. "
Basına güven olmaz" klişesi hâlâ büyük ölçüde geçerli.
Ama neyse, şimdi konumuz bu değil. Konumuz ordunun uğradığı güven erozyonu ve elbette ki olan biten bunca şeyden sonra bu bir
sürpriz değil.
Tabii, bu sonuçların Genelkurmay ya da vesayetçi çevreler tarafından nasıl okunacağını biliyoruz.
Vatan hainlerinin, bölücülerin, ordu düşmanlarının orduya karşı giriştikleri
psikolojik yıpratma harekatının (Ya da ne diyorlardı; asimetrik savaş mı) amacına ulaştığını, orduyu halkın gözünden düşürmeyi başardıklarını söyleyecekler.
Ama bu açıklama ne sıralamayı yapanlar için ne de ordu içinde olup da yaşanan güven erozyonundan fena halde rahatsız olan kesim için hiçbir şey ifade etmeyecek...
Çünkü şimdi daha iyi anlaşılıyor ki geçmişte duyulan güven, suçların, kabahatlerin ve zaafların bilinmemesi "sayesinde" duyulan kör bir güvendi. Son dönemde olan şey yalnızca bilinmeyenlerin üzerindeki
örtünün kaldırılması oldu. Psikolojik savaş denilen bu; "hainlik" denilen bu...
Eğer Genelkurmay, örtü aralanmaya başlar başlamaz farklı bir tutum alabilseydi, değişmesi gerektiğini fark edip halkına karşı açık ve dürüst davranabilseydi, bu kadar travmatik bir güven erozyonu yaşanmayabilirdi.
Ama tam tersini yaptı. Kazanılmış mevzilerine sıkı sıkı sarılıp gözü kara bir
iktidar savaşına girişti. Ve hâlâ da aynı şeyi yapıyor.
Nitekim,
Heronlar hakkında hâlâ bir açıklama yok.
Nitekim, kimse bize hâlâ
Balyoz Planı gibi hain bir planın nasıl olup da hazırlanabildiğini anlatmadı. Çukurca'da Dağlıca'da olup bitenleri hâlâ açıklamadı. Genelkurmay hâlâ darbe zanlılarını
terfi ettirmek için uğraşıyor.
Kahredici sessizlik sürüyor. Ve bu sessizlik sürdükçe milyonların yüreğindeki şüphe yerini hayal kırıklığı ve kızgınlığa bırakıyor.
Aslına bakarsanız, şu "en çok güvenilen kurum" sorusu her zaman problemli bir soru oldu.
Hangi anlamda güvenden bahsediyorduk? Yurt savunması görevini hakkıyla yapmaktan mı; yoksa rejimi koruma ve kollama görevini hakkıyla yapmaktan mı?
Soranların maksadı ne olursa olsun, cevaplayıcılar bunu "rejim için en büyük güvence" anlamında cevapladılar. Yani geniş kesimler orduya, ordunun üstüne vazife olmayan bir görev konusunda güven duyuyorlardı ki bu da onların yanlış bilincinin dışa vurumuydu.
Şimdi görüyoruz ki, yaşanan süreç iki şeyi birden değiştiriyor. Kitleler bir yandan ordunun "koruma ve kollama" görevini nasıl istismar ettiğine
tanık olurken, bir yandan da aslında ona yanlış bir konuda güvendiklerini, orduya böyle bir görev atfetmenin hata olduğunu anlıyorlar.
Bugün verilen güvensizlik oyunu, aynı zamanda halkın cumhuriyeti ve demokrasiyi koruma ve kollama görevinin kendisine ait olduğunu ve kimselere emanet etmemesi gerektiğini anlama süreci olarak da değerlendirebiliriz.