Metot sorunu
Bir eylemin niteliğini ve hedeflerini belirlerken genel olarak olaydan başlanır ve fail, onun ileri sürdüğü iddialar, varsa bağlantıları tesbit edilir. Bu yol çoğunlukla yanlış sonuçlara varmamıza neden olur. Çünkü eylemi gerçekleştirenler arkalarında bıraktıkları izlerle bizi istedikleri yöne sürükler.
İzlenecek yol önce genel bir siyasi değerlendirme yapmak, bunun ülkemizdeki yansımalarının neler olabileceğini kestirmek ve karşılaştığımız olayları bu çerçevede değerlendirmektir.
Birçok olayda sebep-sonuç ilişkisi ilk düşündüğümüzden çok farklı olabilir. Mesela
Trabzon’da bir rahibin öldürülmesi dünya ölçeğinde bir
Hristiyan-
Müslüman çatışmasının yaratılmak istendiği döneme rastlamıştır. Böyle bir ortamda failin motiflerinden hareket ederek yapılan
analizler geçersizdir. Eğer bireysel olarak Hristiyanlar’a karşı bir nefret duysaydı bu eylemi herhangi bir zamanda gerçekleştirebilirdi.
Yaratılan ortamın
tahrik edici bir rol oynadığı doğrudur. Ancak bu gibi ortamlar da kendiliğinden oluşmaz ve siyasi projelere uygun olarak yaratılır. Böyle bir ortamda herhangi bir projeye bağlı olmadan, bireysel tepkilerle oluşan eylemlere de rastlanır ama bunlar genel gidişi etkileyecek ölçüde iyi hesaplanmış eylemler olmazlar.
Türkiye’deki yaşadığımız
Hrant Dink suikastı ve bundan sonra yapılması muhtemel eylemler dünyadaki çatışmalardan ve bunun bölgemize yansımalarından bağımsız değildir.
Bu analizlerde yapılan ikinci bir hata eylemlerin tek yönlü olduğunu düşünmek ve tek bir odağı sorumlu tutmaktır. Bazı kimseler zaten, herhangi bir analize gerek duymadan, önceden kararlaştırdıkları birini sorumlu sayar ve yapılan her eylemi onların hanesine yazarlar. Bir değerlendirme yaparak sonuca varmak isteyenler de genellikle, tutarlı olmak kaygısıyla tek bir odakta yoğunlaşır. Oysa her çatışma alanında en az iki odak vardır ve her biri diğerini etkisizleştirmeye çalışır.
ABD, eğer
İran’a karşı olduğu iddiası doğruysa, Türkiye’yi karşısına almaz ve ona yönelik istikrarsızlaştırma operasyonlarından kaçınır. Özellikle her ikisini aynı cephede birleştirecek politikalar izlemez. Mesela bölgede bir Türk-
Kürt çatışması yaşanırsa hem ABD’nin müttefiki olan
Kürtler zarar görür hem de Türkiye, düşmanımın düşmanı dostumdur diyerek, ABD karşıtı cepheye yönelir. Çünkü Kürtleri ABD müttefiki olarak görür ve onlarla girişeceği her çatışma ülkemizi ABD’den uzaklaştırır.
Bu nedenle karşılaştığımız her provokasyon eyleminin, düşmanca tavrın genel modelle tutarlı olup olmadığını sınamak gerekir.
Eğer bir ülkeyi yönetenler, bir olayla karşılaştıklarında,
sürpriz etkisi hissederlerse ön hazırlıkları yok demektir. Bu her olayın önceden kestirilebileceği demek değildir. Ancak ülkenin karşılaşacağı eylemlerin genel yönünün bilinebileceği anlamındadır. Ülkemiz bir soy çatışmasını tahrik edenlerle bunu engellemek isteyenlerin rekabetini izleyecektir ve umarım çatışmacı taraf kaybeder.
Stargazete