İki
sezon boyunca izleyenleri
ekran başına kilitleyen
Şubat Soğuğunun bitişinde
Bülent Korucu Zaman Gazetesindeki köşesinde Şubat Soğuğu dizisini değerlendirdi. İşte
Gazeteci Yazar Bülent Korucu'nun yazısı
Şubat Soğuğu bitti, sırada...
Samanyolu Televizyonu’nun ilgiyle takip edilen dizisi Şubat Soğuğu ilginç bir finalle noktalandı. İzlerken,
merhum Mehmet Akif Ersoy’un ‘İnşallah bu millet bir daha
İstiklal Marşı yazmak zorunda kalmaz’ dediği geldi aklıma.
İnşallah yeniden şubat soğuğu, temmuz ateşi vesaire diziler çekme ihtiyacı hissedilmez diye düşünmeden kendimi alamadım.
Bu tür dizilerin ilgiye mazhar olmaları gerçeklerle örtüşme becerilerinden kaynaklanıyor. Senarist ne kadar maharetli olursa olsun yaşadıklarımızın gölgesini aşamıyor. Maalesef yazılanların fazlasını yaşıyoruz. Son bölümde yaptıkları gözünün önünden film şeridi gibi geçen Cemiyet Başkanı Mehmet Aziz Tarman’ın hatırladıkları, bizim unutmaya çalıştıklarımızla ne kadar benzeşiyor.
Toplumu cephelere bölerek, toz
duman arasında iş bitirmeye kalkanlar geçit yaptı zihnimizde. Aynı silahla hem sağcıların hem solcuların kahvesini tarayanlardan, aynı fırçayla birbirine zıt sloganları duvarlara yazanlara... Çeşitli iftiralar ve düzmece ifadelerle farklı düşünenleri
toplumsal linçe maruz bırakanlardan, gazetelerini giyotin olarak kiraya verenlere... Faili meçhul(!) cinayetlerden, mısır patlatır gibi patlatılan bombalara... Şahsi ikbal hırslarını millet meselesi diye yutturmaya çabalayanlardan, üç-beş
ihale uğruna
gönüllü tetikçilik yapanlara kadar hepsi zihnime üşüştü.
Şubat Soğuğu, azınlıkta olmalarına rağmen, menfi eylemleriyle toplumda ses getiren, propagandalarıyla
ülkenin psikolojisini bozarak nemalanan insanların gerçek hikayesi.
Türkiye için iki farklı projenin çarpışması aslında. Piyon konumunda bir Türkiye’yi çıkarlarına uygun gören azınlığın
küçük, zayıf ve yönlendirmeye açık ülke projesi bir tarafta; lider ülke hayalleri kuran Türkiye’nin gerçek sahiplerinin hedefleri diğer tarafta.
Bu ayırımın bile net olarak ortaya konmuş olması başlı başına önemli bir sosyolojik gerçekliğe işaret ediyor. Köhne, iptidai ve geri kalmış bir ülke retoriğine saplanıp kalmak bu ülkenin kaderi olmalı mı? Tarihsel arka plan buna artık izin verilmemesi gerektiğini haykırıyor. Sahip olduğumuz mirasın yüklemiş olduğu temel yaklaşım bu nedenle daha derinlikli çalışmalara
imza atılmasına bizleri zorluyor.
Toplumsal gelişme düşüncesinin arkasında elbette fikrî sistemler yer alıyor. Toplumun sağduyusunu besleyen bu fikrî altyapının oluşmasında her aktivite biçiminin kendisine has bir ritüeli ve etkisi bulunuyor ki, görsel medyanın bu kulvarda devasa bir etkiye sahip olduğuna kuşku yok. Lider ülke ufkunun derinlik kazanması, dinamik bir toplumsal terakki adına bu tür dizilere her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğumuz kesin.
Esasında Şubat Soğuğu bir toplumsal vicdan aynasıydı. Hepimize yapılmış bir muhasebe çağrısıydı. ‘Gözümüzün önünde benzerleri cereyan ettiğinde nasıl tavır almıştık ve bundan sonraki sahnelerde bize düşen roller ne olmalı?’ sorularını cevaplamaya çalıştık. Ferdi muhasebeyi herkes kendi başına yapabilir. O aynaya toplum adına yansıyan görüntü, kamu vicdanının en doğru hükmü verdiğini ve at izinin it izine karışmasına müsaade etmediğini gösterdi. Provokasyonları boşa çıkaran toplumsal sağduyu en büyük güvencemiz.
Bence dizinin kasetleri çıkarılmalı. İnsanlar zaman zaman dönüp bakmalılar arşivlere. Yapılanlar, yapılabilecekler açısından yol gösterici çünkü. İyi ile kötünün, güzel ile çirkin mücadelesi insanlık tarihi boyunca devam etmiş, sonuna kadar da sürecek. Bize düşen bu bilinçle hareket edip, rehavete kapılmadan, gaflete düşmeden yola devam etmek. Hiçbir zaman da ümitsizliğe kapılmadan, soğuklar ve sıcaklarla birlikte yaşamayı öğreneceğiz. Daha doğrusu soğuğa da sıcağa da direnmenin, ona teslim olmamanın yolunu bulacağız. Şairin dediği gibi:
Felekler esbab-ı cefasın toplasın gelsin/
Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten.
ZAMAN