‘Eğer büyük garantiler alınmamış olsaydı, hiçbiri
Danıştay'a saldıramazdı.” Bu sözlerin sahibi,
Semih Tufan Gülaltay. 1998'de İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı Akın Birdal'a
silahlı saldırı düzenleyen Türk
İntikam Tugayı'nın (TİT) liderlerinden olan Gülaltay, cezaevinden çıktıktan sonra “ulusalcı” çizgide kurulan
Ulusal Birlik Partisi'nin genel başkanlığını yaptı.
Danıştay saldırısını yapan
avukat Arslan'la bir görüşmesi de tespit edilen Gülaltay, yaşantısı ve çevresi itibariyle bu türden suikast ve operasyonların arkasındaki ilişkileri bilen bir kişilik, çünkü o dönemde TİT'in suikast planları arasında Akın Birdal'dan başka isimler de vardı.
Danıştay baskınındaki garantinin ne olduğu,
tetikçi Avukat
Alparslan Arslan'ın
Ankara'da üç gün süren sorgusunda ortaya çıktı. Avukat, saldırının arkasındaki güçlerin kim olduğu hakkında tek kelime etmedi ve şöyle dedi: “Birkaç ay içerisinde
Türkiye'de
darbe yapılacak ve beni cezaevinden kaçıracaklar.” Peki, 29 yaşındaki avukat Alparslan Arslan'ı etrafına aldığı sabıkalı bazı kişilerle
Cumhuriyet gazetesini bombalamaya sevk eden ve kanlı Danıştay baskınına azmettiren bu güç neydi? Ankara'da üç savcı tarafından yapılan Danıştay baskını
soruşturması işte bu sorunun cevabını ortaya çıkardı. Cumhuriyet gazetesini, Hovarda isimli barda çalışan bir barmenle,
hırsızlık, adam
yaralama suçlarından sabıkalı bir kişiye yirmişer milyar lira vaadiyle bombalatan; ardından bir avukatın başkanlığında dört kişilik
eylem timini Danıştay'ı basmaya gönderen bu oluşumun adını Milli
İstihbarat Teşkilatı koydu:
Ergenekon. MİT'in savcılara verdiği raporda şöyle deniliyor: “2002 yılı ve sonrasında meydana gelen provokasyon içerikli
faili meçhul ya da faili yakalanan eylemler Ergenekon'un işi.” Rapora göre
örgütün içinde bazı eski ve
emekli askerler, istihbaratçılar ve
sivil kişiler var.
Hücre modelini esas alan ve bir dönem devlette önemli görevlerde bulunmuş kişilerce yönetilen Ergenekon'un, Cumhuriyet'i bombalayan ve Danıştay'ı basan ekibe benzer 30-40 kadar hücreyi halen
kontrol ettiği sanılıyor. Ergenekon'un en önemli özelliği, bu gizli yapının lider kadrosu ve hücreleri hakkında bugüne kadar bir türlü yeterli
delil elde edilememesi. MİT'in raporunda lider kadro ve hücreler arasında somut bağ kurmakta güçlükler olduğu, çünkü örgütün delil bırakmamak için “ajanlar” gibi çalıştığı vurgulanıyor.
‘ALBAY MUZAFFER’İN İLİŞKİLERİ
Soruşturmada ortaya çıkan ilişkiler ağına b
akıldığında şüphesiz en ilginç kişilik, çevresinde “
Albay Muzaffer” ve “Albay Süleyman” isimlerini kullanan eski
Yüzbaşı Muzaffer Tekin. Danıştay'a saldırı yapıldığı 17
Mayıs günü
İstanbul'daki evini terk eden Tekin, üç gün sonra, henüz avukat Arslan'ın sorgusu sürerken yaralı olarak bir
hastaneye bırakıldı. İstanbul Beykoz'da bir
astsubaya ait villada kalbinin altına
bıçak darbesi alan Tekin'i Kadıköy'deki hastaneye getiren kişiler, villanın sahibi Astsubay Mahmut
Öztürk ve emekli binbaşı arkadaşı
Zekeriya Öztürk. Tekin, “Suçlamaları gururuma yediremedim, o yüzden ölmek istedim. Ama onu da beceremedim.” diyor ama
intihar teşebbüsünün tarzı kafaları daha da karıştırdı. Komando eğitimi aldığı söylenen Tekin, intihar için neden bir çakıyı seçsin ve bıçağı neden kalbinin altına saplasın? İster istemez, Cumhuriyet gazetesi yazarı Oral Çalışlar'ın ortaya attığı şu tez önem kazanıyor: “Tekin'in yaralı olarak hastaneye bırakılması daha üst konumdakilere, bize sahip çıkın yoksa Tekin konuşacak
mesajı olabilir.”
Tekin'in
babası Raci Tekin, bazı uzmanlarca Türkiye'de sivillere yönelik ilk “kontr-gerilla” eylemi olarak nitelendirilen 1966'daki bir olayın kahramanı. 8
Eylül 1966 günü
Akşam gazetesi Ankara temsilcisi İlhami Soysal'ı otomobille kaçırıp döven kişi Baba Tekin'di. Cumhuriyet ve Danıştay saldırılarında oğul Tekin'in yeri henüz tam olarak netleşmiş değil. Ama onun ilişkileri yeterince kafa karıştıracak nitelikte. Bir kere, oturduğu dairenin etrafını alüminyum zırhla kaplayarak dinlemelere karşı koruma altına alacak şekilde günlük hayatında gizliliğe önem veren bir kişi. Çünkü, dinleme cihazları ile dışarıdan cam
profiller üzerinden ses kaydı yapılabildiği halde, hava yastıklı iki
metal profil üzerinden bu dinleme ve kaydın yapılamayacağını biliyor.
Kıbrıs'ta eski
cumhurbaşkanı Rauf
Denktaş lehine yürütülen propagandaların merkezindeki kişilerden biri olan Tekin, bu amaçla defalarca Kıbrıs'a gidip gelmiş. Kendilerine vatansever güçler birliği adını veren oluşumların Türkiye'deki bütün faaliyetlerinde en ön safta olanlardan biri. Örneğin Tekin ile emekli
jandarma Tuğgeneral Veli Küçük, 3
Nisan 2005 tarihinde Beyoğlu'nda düzenlenen 'Türk Ordusu'na
destek' yürüyüşünde birlikte görüntüleniyor. Yine 9 Nisan 2005'te
Beyazıt Meydanı'nda
Boğazlıyan kaymakamını
anma töreninde çekilen fotoğrafta Küçük ile Tekin aynı fotoğraf karesine giriyor. Tekin,
Veli Küçük'ün elini öperken kameralara yakalanmış. Tekin,
İşçi Partisi lideri
Doğu Perinçek'le de ilişki içinde. Bazı etkinliklerde aynı fotoğraf karelerine girmişler. Perinçek, “Tekin ile görüşürüm. Antiemperyalist eylemlere katılan biri.” diyor. Perinçek'in anti emperyalist eylemler dediği, “ulusalcılık” adı altında yapılan çeşitli
protesto yürüyüşleri ve toplantılar. Muzaffer Tekin'in ilişki içinde bulunduğu bir diğer isim ise Türk Ortodoks Patrikhanesi Sözcüsü
Sevgi Erenerol. Kayıtlara göre Tekin ile Erenerol sık sık görüşüyor. Ayrıca Tekin'in Kilise'deki ayinlere katıldığına ilişkin görüntüler de ortaya çıktı.
ATA OCAKLARI BAĞLANTISI
Gözaltına alınan Tekin, Cumhuriyet ve Danıştay saldırılarını organize eden Avukat Arslan ile temasını reddediyor. Hatta, “Bazı dengesizlikleri sebebiyle kendisiyle görüşmemeye çalışıyordum.” diyor. Avukat Arslan da sorgusunda Tekin'e ağır hakaretler yaparak, onun çek-
senet ve
arazi mafyası olduğunu belirtip, “O kim ki bana emir versin?” diyor. Ancak, soruşturmayı yapan yetkililere göre, ikilinin bu tutumları bir taktik olabilir. Çünkü, tutuklanan Osman
Yıldırım ve halen aranan Ayhan Parlak'ın, Yüzbaşı Tekin ile Avukat Arslan arasındaki bağlantı noktaları olduğu sanılıyor.
Semih Tufan Gülaltay gibi
Kars doğumlu olan
Osman Yıldırım, Cumhuriyet gazetesine atılan bombaları ve bu bombaları gazeteye atan kişileri bulan şahıs. Yıldırım'ın Yüzbaşı Tekin ile ayda 20 görüşmesi varsa, aynı düzeyde de Avukat Arslan ile görüşmeleri var. Yıldırım, Avukat Arslan ile
Kasım 2005 - Mayıs 2006 arasında tam 288 kez telefonla görüşmüş. Aynı şekilde Ayhan Parlak da Tekin ve Arslan ile aynı düzeyde ilişki içinde. Cumhuriyet'e ilk bombanın atıldığı 5 Mayıs'tan bir gün sonra Almanya'ya gittiği tespit edilen Parlak'ın, Kasım 2005-Mayıs 2006 tarihleri arasında Ferdi Turan ismine kayıtlı cep telefonundan avukat Arslan ile 67, Tekin'le 49 kez görüştüğü belirlendi. Parlak ayrıca Veli Küçük ile 3 kez, Doğu Perinçek ile de 1 kez konuşmuş.
Halen aranan Ayhan Parlak'ın bir diğer özelliği ATA Ocakları eski genel başkanı olması.
Milliyetçi Hareket Partisi'nden kopan
Tuğrul Türkeş'in kurduğu
Aydınlık Türkiye Partisi'nin
gençlik kolu olan ATA Ocakları, bir anlamda ülkü ocaklarına alternatif olarak ortaya çıktı. Soruşturmada ismi gündeme gelen bir başka eski ATA ocakları başkanı ise Avukat
Tarkan Toper. Avukat Arslan'ın Danıştay saldırısı için Ankara'ya gittiğinde Toper ile görüştüğü biliniyor. Toper, bu sebeple ifade verdi.
Tekin'in Danıştay ve Cumhuriyet saldırıları öncesinde bir oluşum peşinde olduğu onunla aynı çizgiyi paylaşan kişiler tarafından da
itiraf ediliyor. Nitekim “ulusalcı” olarak nitelendirilen oluşumların içindeki Semih Tufan Gülaltay, “İbrahim
Şahin ile beraber birkaç kez büroma geldi.” diyor. Tekin,
Susurluk davasında yargılanan ve uzun süre cezaevinde kalan Emniyet
Özel Harekât Dairesi eski başkanvekili
İbrahim Şahin ile birlikte geniş tabanlı bir ulusal güç oluşumunu kurmak istemiş; ancak Gülaltay Tekin'e güvenmediği gerekçesiyle bu oluşuma katılmamış. Muzaffer Tekin'in ne tür faaliyetler içinde olduğunu görmek için onu hastaneye bırakan astsubay Mahmut Öztürk'ün ifadesine bakmak da yeterli. Astsubay, “Son zamanlarda
PKK ile bağlantılı
hedefler üzerinde çalışıyordu.” diyor. Nitekim tutuklanan sanıklardan Erhan Timuroğlu, “Eğer avukat Arslan yakalanmasaydı, İstanbul'a dönüp bu sefer Ermenileri öldürecektik.” diyor. Gerek PKK ile bağlantılı olduğunu öne sürdükleri hedefler, gerekse Ermenilere yönelik bu saldırı planı, grubun provokatif eylemler zincirini epey uzun tuttuğunu gösteriyor.
Emekli binbaşı Zekeriya Öztürk de Muzaffer Tekin gibi ordudan sorunlu bir şekilde ayrılanlardan. Doğu Perinçek'e y
akınlığı ile bilinen Ulusal Kanal'da ve Mesaj TV'de strateji programları yapmış.
Kuzey Irak ve
Azerbaycan'a çok sık gidip geldiği biliniyor. Aynı şekilde Tekin'in de Azerbaycan ziyaretleri biliniyor. Bu konudaki en çarpıcı iddia, Türkiye'deki ulusalcı güçlerin Azerbaycan'daki devlet başkanlığı seçiminde, büyük paralar harcayarak
İlhan Aliyev'e karşı İsa Kamber'i destekledikleri.
“BULGAR HOCA” KİM?
Olaylar zincirindeki en ilginç noktalardan biri de Avukat Arslan'ın Cumhuriyet'e ilk bombaların atılmasından bir hafta önce nisan ayı sonlarında gerçek kimliğini gizleyerek Bulgaristan'a gidip gelmiş olması.
Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı
Muhsin Yazıcıoğlu, ısrarla “Bulgar Hoca” bağlantısı üzerinde durulması gerektiğini belirtiyor. Arslan'ın Bulgaristan'dan “hasta” olarak döndüğü belirtilirken, pasaport kayıtlarındaki tek
yurtdışı çıkışı ise olaydan çok önce Avusturya'ya gitmiş olması. Bulgaristan'a
karayolu ile giderken, gerçek kimliğini kullanmamış olması, ilk etapta
dindar bir kimliği çağrıştıran “Bulgar Hoca” bağlantısını önemli kılıyor. Türk İntikam Tugayı’nın Akıl Birdal olayında, “Mustafa Hoca” kod adıyla bilinen bir kişi olduğu göz önüne getirildiğinde, 'Bulgar Hoca'nın bir kod isim olabileceğini ihtimal dahilinde tutmak getirmek gerekiyor.
Sorgusunda örgüt yapısını kesinlikle reddeden Arslan, sorgucular üstüne gittikçe, “Unutmayın ben avukatım. Siz sorarsınız, ben istediğim cevabı veririm.” diyor. Danıştay saldırısında kullandığı silah ve arabasındaki iki silah hakkında da konuşmayarak, “Bunları samimi bir arkadaşımdan aldım, ismini söyleyemem.” diyor. Avukatın, “ulusalcı” olarak bilinen kişilerle ilişkisine bakıldığında, bu kişilerle ilişkilerini kullanıp çalıştığı hukuk bürosuna iş temin ettiği görülüyor. Avukatın bu özelliğini anlatan bir yetkili şöyle diyor: “Girdiği bir dava yok. Bu çevrelerden bulduğu müşterileri büroya getiriyor. Büroya iş buluyor. Fiilen avukatlık yapmıyor. İlişki satıyor, nüfuz satıyor. Hukukçu nosyonu ön planda olan bir adam değil.”
Eğer, belirtildiği gibi Danıştay baskınının arkasındaki güç “Ergenekon” ise, bu yapının nasıl karmaşık eylemlere
imza attığını, Cumhuriyet gazetesinin bombalanması ve Danıştay olaylarında yakından görmek mümkün. Bu yapı, “devletin bekası” için herkesin harcanabileceğine inanıyor. Nitekim ölen Danıştay üyesi Mustafa
Yücel Özbilgin,
Milliyetçi Hareket Partisi lideri Devlet Bahçeli'nin yakın dostuydu. Bahçeli, Özbilgin'in ölümünden bir süre önce MHP genel merkezine gelip kendisini ziyaret ettiğini açıkladı. Özbilgin aynı zamanda
Adalet Bakanı Cemil Çiçek ve
Anavatan Partisi Genel Başkanı
Erkan Mumcu'nun da yakın arkadaşıydı.
Soruşturma çerçevesinde savcılar hem Yüzbaşı Muzaffer Tekin, hem de binbaşı Zekeriya Öztürk'ün tutuklanmasını talep etti. Ancak
mahkeme, her ikisini de tutuksuz yargılanmak üzere serbest bıraktı. Bundan sonraki aşamada önemli olan savcıların hazırlayacağı
iddianame ve iddianamede bu örgüte nasıl bir tanımlama getirecekleri. Eğer savcılar “Ergenekon” derse, bu gizli örgüt ilk defa yargı önüne çıkacak.
AKSİYON’UN ERGENEKON KAPAĞI
Yaşanan son olaylar, “Türkiye'nin gladyosu” olduğu öne sürülen Ergenekon'u yeniden gündeme getirdi.
Aksiyon ilk kez, 12 Mayıs 2001'de
Harun Odabaşı imzasıyla Ergenekon'u
kapak yaptı. Haberde Ergenekon’un amaç ve faaliyetleri detaylarıyla duyurulmuştu.
Avrupa Birliği'ne karşı olan Ergenekon, son alarak 1999 yılında bir masada toplanarak aldığı kararları raporlaştırdı. Ergenekon'a göre mevcut rejimi korumak için yapılacak her türlü il
legal eylem, suikast,
cinayet,
komplo ve
iftira meşru kabul edilebilir. Bu da rapora yansıyan şu cümlelerle belirtiliyor: “Kişisel çıkarlar adına siyasete yönelmiş ve hedefe ulaşabilmek adına her şeyi mubah sayabilen siyasilerin engellenebilmesi için, geriye kalan tek yol suikasttır.”
Yurt içi ve dışında faaliyet gösteren örgütün sağ ve sol ayakları bulunuyor. Ancak asıl ideolojileri devlet menfaatlerinin korunması. Ergenekon 1999 yılında asker, bürokrat, sanayici, vakıfların etkin üyeleri, sivil
toplum örgütleri, güvenlik şirketleri, nakliyat şirketleri ve basın mensuplarını içeren yapılanmasında yeni organizasyon sistemi belirledi. Örgüt, 'Lobi' adını verdiği programla ilk olarak
ekonomik alanda güç kazanmayı ve belirleyici güç olmayı amaçladı. İkinci amaç ise Türk toplumunun Kemalizm ve ulusal çıkarlar doğrultusunda yeniden yapılandırılması çalışmaları. Ergenekon legal ve illegal örgütler kurarak operasyonlar yapabilen, dilediğinde bu örgütleri meydanlara dökebilen güçlü bir kuruluş. Kontra senaryolar üreten etkinlikler tasarlayan birimleri olan örgüt, böylelikle kamuoyunda Kemalist ideolojiye ve ulusal çıkarlara uygun sivil harekete katılımı hedefliyor.
Ergenekon, Lobi yapılanmasında her girişimini yasal şartlar altında yapmayı planlıyor. Lobi, doğrudan toplumsal eylemler içinde yer almıyor. Oluşturacağı sivil toplum kuruluşlarının etkinlik ve eylemler düzenlemesini organize ediyor. Örgütün hazırladığı raporda, ticari şirketler kurularak rejim karşıtı ekonomik güçlerle rekabete girebilmesi için çalışılması gerektiği belirtilirken bilginin para kaynağına dönüştürülmesi ve mevcut istihbarat birimlerinden
yardım alınması öngörülüyor. Ergenekon
sanal ortamda mücadelenin çok önemli olduğunu savunuyor. Art arda açılan internet sitelerinde ulusalcı/milliyetçi söyleme sahip yazarların ve araştırmacıların yazılarına yer veriliyor,
tartışma forumlarında
ülke meselelerine yönelik derin tartışmalar yaşanıyor. Kuvva-i Milliye'nin tarihçesi ve hedefleri dile getirilirken,
Kurtuluş Savaşı'ndaki ruhun yeniden harekete geçmesi için haberler ve fotoğraflar yayımlanıyor. PKK terörü, Türkiye'nin AB sürecinde yaşadıkları, hükümetin politikaları ele alınarak eleştiriliyor. Ülkenin
Yahudi sermayesine satıldığını, PKK'nın tüm Türkiye'yi işgal edeceğini, IMF'nin Türkiye'yi sömürdüğünü iddia ederek özellikle milliyetçi tabandan destek bulmaya çalışan dernekler yoğun bir faaliyet içinde.
TEKİN’İN KARMAŞIK İŞ İLİŞKİLERİ
Dört şirketin
yönetim kurulu üyesi olarak görülen Muzaffer Tekin'in ortağı olduğu
Doğuş Factoring ve Doğuş Finansal
Kiralama şirketlerindeki isimlere bakıldığında ortaya son derece karışık ilişkiler ağı çıkıyor. Doğuş Factoring, 1999’da
Ertuğrul Yılmaz tarafından kuruldu.
23 Nisan 2003 günü Almanya'da uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybeden Yılmaz, ATA Ocakları eski Genel Başkanı Ayhan Parlak'ın kuzeni. Yılmaz'ın İstanbul’daki cenaze törenine Parlak'la birlikte
Sedat Peker, Veli Küçük, İbrahim Şahin, Muzaffer Tekin de katıldı.
“Doğuş Factoring” ve “Doğuş Finansal Kiralama” şirketlerinde 10 kişilik yönetim kurulu incelendiği zaman son derece ilginç bir tablo ortaya çıkıyor. Şirketin kurucu ortakları arasında yer alan avukat Halis
Selçuk Baran tıpkı kurucu ortak Yılmaz gibi son derece ilginç bağlantılara sahip. Özel
Harp Dairesi kökenli bir albay olduğu öne sürülen Baran, birçok
finans şirketinin yönetim kurulunda görev yapan son derece önemli bir isim. Ali Balkaner'in sahibi olduğu Yurtbank'ın yönetim kurulu üyeliğini yürüten Baran, bankanın fona devredilmesinden sonra da üyeliğini sürdürmek istemiş ancak sahte
trafik kazası belgesi düzenleyerek,
Güven Sigorta'dan para aldığı öne sürülerek yeniden atanmamıştı. Yılmaz tarafından kurulan Doğuş Finansal Kiralama A.Ş'nin de yönetim kurulu üyesi olan Baran'ın ilginç ortaklıkları sadece bununla sınırlı değil. Alaattin Çakıcı'nın kızkardeşi Ümmügül Çakıcı ve uluslararası para trafiğinde olduğu ileri sürülen Mahmut El Mütevelli ile “Ada Denizcilik
Tersane İşletmeciliği” isimli şirkette ortaklığı bulunan Baran, Bayındır Factoring, Kapital Sigorta gibi şirketlerinde yönetimin de görev yapıyor.
Yılmaz ve Baran'ın ortağı ve kurucusu olduğu bir diğer şirket olan “Doğuş Finansal Kiralama A.Ş” yönetimi incelendiği zaman ortaya çıkan bir diğer ilginç isim de
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyesi
Abdülkadir Çelik. Çelik, “Aynı şirkette beraber çalıştığımız doğru ancak bu onun yaptıklarını tasvip ettiğim anlamına gelmez.” diyor. Halis Selçuk Baran, Abdülkadir Çelik, Muzaffer Tekin ve Ertuğrul Yılmaz'ın birlikte görev yaptıkları şirket altı sene önce 1 milyon YTL sermaye ile kuruldu. Tekin'in ortağı olduğu son finansal kuruluş “Doğuş Sigorta Aracılık Hizmetleri LTD” ve altı sene önce 5 bin YTL sermaye ile kuruldu. Tekin'in ticari ilişkilerini mercek altına alan uzmanların tespit ettiği bir diğer şirket ise İstanbul Kadıköy'de faaliyet gösteren “Riteks Örme
Sanayi LTD.” Tekstil piyasasında “İplikçi” namıyla tanınan
Musevi asıllı
işadamı Doğan Behar'la ortak olarak 1999 yılında kurduğu şirketten kısa bir süre önce ayrılan Tekin'in ticari faaliyetleri finansal hizmetler alanında yoğunlaşıyor.
AKSİYON