Mehmet Altan bu düşüncelerini yıllardır dile getiriyor. Özellikle son zamanlarda yaşadığımız olaylara aydın duyarlılığıyla tepki gösterip ,perde arkasını aralamaya çalışıyor. İşte Yeni
Şafak Gazetesinde Altan ile yapılan ropörtajda anlattıkları
Cumhurbaşkanlığı seçimlerine bir yıl varken başlayan tartışmalar ve beliren alametler nedeniyle aylardır aynı noktaya dikkat çekiliyordu: "Düğmeye basıldı, provokosyanlar olabilir." Beklenen oldu ne yazık ki.
Danıştay'a saldırı ve sonrasında yaşanan 'histeri' bildik bir senaryonun işletilmekte olduğunu gösterdi.
Saldırıdan iki gün önce "Artık Aczimendileri bekliyorum" diye yazan
Sabah yazarı Mehmet Altan, olayların belli bir istikamette ilerlediğini anlatıyor ve uyarıyordu. Ne olup bittiğini konuştuğumuz Altan "Bu
vahşeti algılayamıyorum. Bu suni huzursuzluktan
rant sağlayanların hâlâ göz göre göre oyunlarını oynaması, oynayabilmesi bana acı veriyor" diyor. Yeni baskısı bugünlerde yapılan 'Darbelerin Ekonomisi' adlı kitabında
darbelerin geniş ölçekli amaçlarını anlatan Prof. Mehmet Altan, av belli bir propagandayla avlansa da, avcının başka başka amaçlarının olabileceğine dikkat çekiyor.
* * *
Danıştay'a yapılan saldırı ve sonrasında yaşananlar neye, nereye tekabül ediyor?
Türkiye hiçbir zaman hukuk öğretemedi, şekli bir hukukla durumu idare etti. Ama yaşananlar şekli bir hukukun bile kalmadığını, hukukun siyasallaştığını, özünden koptuğunu, siyasal çatışmanın vahim bir noktaya vardığını gösteriyor. Olanları, ikinci bir 28
Şubat hadisesinin, 28 Şubat'tan daha korkunç ve kanlı şekilde başlaması olarak görüyorum.
28 Şubat benzerliğini Susurluk gibi, Şemdinli üzerinden de kurmuyor musunuz?
Elbette. Hukuk devleti olmak konusunda zaten büyük zorluklar yaşayan Türkiye'de hükümetin dengelere hukuktan fazla önem verdiğini, dengeler karşısında hukuk aleyhine de olsa geri adım atmaktan çekinmediğini gösteren bir durum olarak ortaya çıktı bu.
KIZILDERİLİ KOVBOY KAVGASI
Şemdinli
davasında savcı meslekten
ihraç edildi. Dava devam ediyor ama başka
hukuksuzluklar da yaşanıyor, deniliyor. Hukuk üzerinden yaşanan bir hukuksuzluk var. Türk hukuk sisteminin üst organlarından birine; Danıştay'a saldırı düzenlenmesi, saldırganın bir
hukukçu olması yaşanan bu yeni süreci öncekilerden ayırmıyor mu? Merkezde bu defa 'hukuk' var çünkü.
Bu aslında bir kovboylar ve
kızılderililer
kavgası. Kızılderililer de hukuku kendine göre yorumluyor, kovboylar da. Hukuktan yana olan, hukuk olmayınca devletin de
toplumun da çürüyeceğini söyleyenlere
ülke gerçeklerinden kopuk insanlar olarak bakılıyor. Türkiye, devlet eksenli bir ülke. Herkes geçimini devletten sağlıyor. Hukuka
üretim olduğunda ihtiyaç duyulur. Büyük bir kitle sürekli ve düzenli üretim içinde değil. Onun için de orman yasaları işliyor. Hukuksuz bir ortamda, kızılderili-kovboy kavgasında hepimiz çürüyoruz.
Türkiye
AB sürecinde, önceki on yıllar boyunca bir türlü gerçekleştirilemeyen pekçok şeyi gerçekleştirdi. Yasalarını, yapısını evrensel norm ve hukuka yaklaştırabilmek için adımlar attı. Ama artan
terör nedeniyle yenilenen Terörle Mücadele Yasası, tüm bu kazanımları geri alacak. Sivil ve siyasi alan daralacak. Askerin
yetki ve hareket alanı genişleyecek. Yani yine hukuk '
araç' olacak.
Şemdinli ile birlikte
iktidardan düştü
AK Parti. Son üç yılda
Avrupa'nın da etkisiyle yaptıklarının önemini kendi tabanına ve topluma anlatarak devamının getirilmesinde
destek talep edebilirdi. Yapmadı. Meşruiyet için bundan medet umdu ama sonra peşini kovalamadı. AB gündemden düştüğü anda Türkiye'de
kriz inanılmaz noktaya geliyor. AB sürekli bir süreç istiyor. İlerledikçe bundan
mağdur olacağını düşünen kesimler var.
AVCININ AMACI BAŞKA OLABİLİR
Toplumun bastırılmış kesimleri başta olmak üzere AB için güçlü bir mutabakat var zaten. AB kazanımlarını geri alan, güvenlik için özgürlükleri kısıtlayan Terörle Mücadele Yasası'na neden o yaygınlıkta
itiraz gelmiyor?
Terörün belli amaçları var. 12
Eylül içeride baş edilemeyen bir teröre karşı yapıldı. Sıradan biri "Terör öyle korkunçtu ki, askeri darbe geldi bitirdi" diyebilir.
12 Eylül'ün içeriden görülen bu yüzünün dışında bir yüzü daha var:
Yunanistan NATO'nun askeri kanadı dışındaydı. 12 Eylül sayesinde Kenan
Evren, Türkiye'nin en önemli kozunu heba ederek, Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına dönmesine izin verdi. Belki de bütün o terör bunun içindi. İçeriden ve dışarıdan bakıldığında halka söylenenle arzulanan farklı olabiliyor. Siz bir propagandanın avı oluyorsunuz ama avcının amaçları çok farklı olabiliyor.
Terörün önlenmesi için TMY'nin genişletilmesine ihtiyaç var mıydı?
Oradaki mesele terörü önlemek değil bürokrasinin egemenliğini, etkinliğini arttırmak,
sivil toplumun özgürlüklerini kısmak ve Avrupa standartlarının getirdiği bütün kazanımları yok etmek. Bu da şimdi AK Parti eliyle yapılıyor. AK Parti'nin iktidarını yitirmesinin sebebi de bu zaten.
Olanları nasıl okumalıyız? Yaşananlar TMY'nın çıkışını kolaylaştırıyor mu?
Bu olabilir, başka amaçlar da olabilir. Nihayetinde oyun şudur: Türkiye'yi kızılderililere bırakmayalım, bu kadar hukuk dışı, kanlı, devletçi, merkezci, bürokratik ve siyasi olan bir toplumun değişmesini engelleyelim ve AB sürecini tamamen bitirelim.
BU TERÖR SUNİ BİR TERÖR
Yasanın Meclis'te olduğu böyle bir dönemde, bunu değil de terörü tartışıyor olmamız ne anlama geliyor?
Yapmak istediklerini yaptıkları anlamına. Bunları tartışılmaz hale getiriyorlar çünkü.
Bu toplum bir korku toplumu. Bölünme korkusuyla irtica korkusu ise değişmeyen iki korkumuz. Şimdi ikisi birden kaşınıyor.
Bu terör suni bir terör. Düğmeye basıldı. Eğer bir şeriat tehlikesi varsa bundan korkanların AB sürecini en fazla destekleyenler olması gerekmez mi? 'Şeriat tehlikesi var' lafı bir kışla sloganı, siyasi iktidara yönelik bir savaş trompeti haline geldi.
Muhalefetin tavrını özellikle CHP lideri Deniz Baykal'ın tavrını nasıl buluyorsunuz?
Çok tehlikeli buluyorum. Olup bitenin
analiz ve çözümlerini hukuk üstünden götürmezseniz bu, bunu istismar edenlerin başını
yiyecek. Baykal Hrant Dink'in son duruşmasıyla ilgili hiçbir şey yapmadı. Hiçbir muhalefet parti lideri yapmadı. Baykal hukuk devleti olmanın gereklerini savunmuyor. Kısır, dar, yerel, kendisine yakışmayan bir üslup içinde. O çarka girdiğiniz
vakit çok vahşi bir başka süreci de rahatlıkla harekete geçebilecek hale sokuyorsunuz.
DEMİREL BAŞKA EMZİĞİ OLMADIĞI İÇİN KONUŞUYOR
Daha önce "60 darbesi halkın elinden iktidarı alma hareketidir" diyen Süleyman Demirel geçen hafta "60'da ve 80'de erken seçime gidilseydi darbe olmazdı. Erken seçime gidilmezse darbe olabilir" dedi. 28 Şubat sürecinde de askerden ilk brifingi o almıştı. Demirel yine çok gündemde, konuşuyor, açıklamalar yapıyor. Bu ne anlama geliyor?
Çünkü iki tane
Süleyman Demirel vardır. Söylemi iktidara yakınlığına, iktidarla ilişkisine göre değişir. İktidara yakın ya da iktidarda ise İttihat ve Terakki üslubu ağır basar. Uzaksa, yasaklıysa, muhalefetteyse
Hürriyet ve İtilaf. Halkın sözcülüğünü muhalefetteyken yapar, devletin sözcülüğünü iktidardayken.
O halde son açıklamalarını iktidar hesaplarına mı yormalıyız?
Bugün itibariyle iktidara çok yakın görüyor kendini. Hepimizin bildiği bir projenin aktörü olarak askeriye desteği ile Cumhurbaşkanlığı'na gidebilir miyim arayışıyla İttihat ve Terakki söyleminde demeç veriyor.
82 yaşına gelmiş, siyasi ikbal görmüş, 7 kez başbakan, ardından Cumhurbaşkanı olmuş biri nasıl olur da hâlâ iktidar özlemleri duyar?
Başka emziği yoksa yaşayabilmek için duyar. Başka bir şey bilmiyor ki!
Darbe lideri
Kenan Evren bile Cumhurbaşkanlığı'nın ardından köşesine çekilmeyi bilmişti. Resim yapıyor olmasına şükretmeliyiz öyleyse!
Onun ki geçici bir durumdu. Darbeciliğin getirdiği bir durum olarak bunlara bulaştı. Siyaset bir vatandaşlık hakkıdır. Süleyman Demirel bunu yaşamının tek güç ve enerji kaynağı, tek amacı haline getirdi. Onun için de bütün hayattan koptu. Siyaset yoksa Süleyman Demirel yok. Hepimizin gençliğini yedi, bitirdi, mahvetti. Performansı da ortada. Siyaset dışında birey olarak farklı bir resmi yok. İnsan fotoğraf çeker, ıslık çalar, şiir yazar, ağlar, güler, içer. Siyaset olmayınca da var olabilen bir Demirel portresi var mı?
TOPLUMDA BÖYLE BİR KAVGA YOK
Toplumu geçmişe göre daha bilinçli ve uyanmış görüyor musunuz?
Bütün bu çalkantıyı devlet çıkarıyor. Toplumda böyle bir kavga yok. Toplumu germek istiyorlar, Türk
Kürt, laik
dindar ayrımını kışkırtıyorlar. Muazzam gaza basıyorlar ama yine de o gazla arabanın sürati arasında fark var. Bu vahşet onun için bu kadar büyüdü.
Tecrübeli bir TC vatandaşıyım ama...
Tecrübeli bir TC vatandaşı olarak olup bitenler sizde nasıl bir duyguya yol açıyor?
Bu iktidar ilkelliğini, ucuzluğunu, kabalığını anlamama imkan yok. Türkiye yansın yıkılsın, bunun arkasındakilerin umurlarında değil. Bu vahşeti sahiden algılayamıyorum. Suni huzursuzluktan rant sağlayanların oyunlarını oynaması, oynayabilmesi de bana acı veriyor.
Bezginliğe düşmüyor musunuz?
Bezginlik duymam çünkü Türkiye'nin dünyalı olmasını istiyorum. AK Parti'nin ilk üç yılda en azından hukuksal alanda yaptığı değişiklikler olacağını hiç sanmadığım şeylerdi. Bu beni umutlandırdı. Ama ömür kısa. İnsan görmek istiyor. Ben zamanın ruhundan, tarihin temposundan umutluyum. Bu toprakların kültürüyle yoğruldum, bu coğrafyanın ürünüyüm ama aynı zamanda da dünyalıyım. Türkiye'nin dünyalı olabilmesi için yorulmadan uğraşmaya çalışıyorum.
Andıç bir hukuk skandalı
Dinç Bilgin 8 yıl sonra gecikmiş bir itirafta bulundu ve basının nasıl devşirildiğini anlattı. 28 Şubat'ta andıç nedeniyle siz de zan altında bırakılmıştınız.
Medya özeleştirisini yaptı mı?
Andıç meselesi AK Parti iktidarında hiç sorun olmadı. Andıçta imzası olan birinin
terfi etmesi skandaldır, denilmedi. Devşirilmiş gazetecilerin medyada kalmasının davulu çalınmadı. Andıçta imzası olan kişi bugün kuvvet komutanı. AB sürecinde 28 Şubat geçti gitti değiştik havası oldu. AB süreci 28 Şubat'ın rövanşı gibi algılandı. Süreç gidince rövanş da gitti. Bunu siyasi rövanş olarak değil hukuksal bir rövanş olarak oynamak lazımdı. Mesele olaya siyasal olarak bakıp hukuksal olarak aldırmamak. Bu bir skandaldır, rezalettir. Bunu cezalandıracaksın ki, bir daha Şemdinli olmasın,
Danıştay saldırısı olmasın.
Fadime ÖZKAN / YENİ ŞAFAK