Cunta taşeronluğu ile suçlanan
PKK halkoylamasında ‘hayır' cephesinde yerini aldı. Bugüne kadar sonuç aldığı şiddetin yükseltilmesi, şimdi işe yaramadı. Ani gelen
eylemsizlik kararı ise aynı
hedefe tersinden varma olarak yorumlanıyor.
İstihbarat dilinde ‘kontrespiyonaj' diye bir yöntem vardır. Genellikle
yabancı ülkelere yönelik operasyonlarda kullanılır. Ancak, bizim gibi, istihbaratın iç
politika hedefli çalıştığı ülkelerde daha çok içerdeki
toplum mühendislikleri için devreye sokulur. Amaç ve yöntem şudur: Herhangi bir konuda, herhangi bir hedefe karşı kitle ilgisinin azaltılması gerekiyordur. Kontrespiyonaj yöntemi ile hedefe yönelik doğrudan yıpratma politikaları yerine öylesine bir övgü kampanyası veya ilgi politikası yürütülür ki, hedef objeye gönül verecek olan dahi soğur. PKK'nın son manevrası tam da böyle bir yöntemin ürünü olduğu izlenimi veriyor. Darbe anayasasının değiştirilmesi için
referanduma gidilen süreçte önce PKK eliyle şiddet tırmandırıldı. Ancak eylemlerle birlikte ortaya çıkan derin ilişkiler yumağı aksi tesir doğurdu.
Askerî
vesayet, yargı erki, MHP,
CHP, PKK, BDP'nin kol kola gözükmesi ters tepti. PKK eliyle
sivil iradeyi hedef alan
kurmay cephe amacına ulaşamayınca, şimdi PKK'yı sivil iradeyle anlaşmış göstererek hedefine varmaya çalışıyor. Türk siyaseti açısından PKK'nın dostluğunun düşmanlığından daha çok zarar verdiği bilinen bir gerçek. Senaryoya göre, PKK ve BDP görünürde hükümetle aynı cephede olacak; fakat perde arkasından asıl faaliyetlerini sürdürecek. Güneydoğu'da hayır için baskıyı sürdüren
örgüt, ülke geneline ‘biz hükümetle anlaştık' havası yayıyor. ‘Demokratikleşme
terörü azdırıyor' tezi tutmayınca, ‘PKK
evetçi oldu'
Çok değil, daha birkaç ay önceydi. PKK, bahar ayları ile birlikte ‘dördüncü stratejik dönemi' ilan etti. Terörist başı Abdullah
Öcalan, 31
Mayıs itibari ile aradan çekileceğini duyurarak yeni dönemi başlattı.
Şiddet sarmalı bir anda en üst seviyeye çıktı. PKK, dört koldan
karakollara baskınlar yapmaya, mayınlı saldırılar düzenlemeye başladı. Peş peşe verilen kayıpları, şehit cenazelerindeki taşkınlıklar izledi.
Genelkurmay karargâhından canlı izlenen PKK eylemleri, örgüte zayiat veren
Heronların düşürülmesi için komutanlar tarafından verilen talimatlar, istihbarat zaafları ve daha pek çok soru işareti zihinlere üşüştü. Diğer taraftan bazı merkezlerde etnik çatışma provaları devreye sokuldu. ‘Postallı PKK'nın yetersiz kaldığı durumlarda Dörtyol'da 4 polisin şehit düştüğü eylemde olduğu gibi devreye takviye kuvvetler girdi! Kısaca,
Türkiye bir kez daha terör kılığına bürünmüş bir cunta faaliyeti ile karşı karşıyaydı. Tüm bu gelişmeler Türkiye'nin
darbe ürünü anayasayla -sınırlı da olsa- hesaplaşmaya karar verdiği süreçle paralel gelişti. Herkes ne olduğunu anlamaya çalışırken
Abdullah Öcalan önce ‘Demokratik
Özerklik' fikrini ortaya attı, ardından da PKK'ya
ateşkes talimatı verdi. Örgüt, dört şart öne sürerek 20
Eylül'e kadar pasif savunmaya geçtiğini duyurdu. Şimdi kafaları kurcalayan pek çok soru var: 1- Ne değişti? 2- Bu sürecin perde arkasında neler yaşandı? 3- DTP ve PKK'nın referandumla ilgili tutumu ne olacak? 4- 20 Eylül'den sonra Türkiye'yi ne bekliyor?
KARAR NASIL VERİLDİ?
Üzerinde asıl
tartışma yürütülen konu PKK'nın bu ateşkes kararını nasıl verdiği. Öcalan'ın talimatı doğrultusunda PKK'nın aldığı ateşkes kararının perde arkasında çok taraflı bir konsensüs olduğu fikri belli çevrelerce özellikle yayılmaya çalışılıyor. PKK liderlerinden Murat
Karayılan'ın ortaya attığı bu argümanı CHP, MHP ve statükonun diğer unsurları ilk elden sahiplendi. Bu karşılıklı paslaşmanın hedefinde hükümet var. Aslında PKK'yı y
akından takip edenler örgütün bu tür manevralarının mutat olduğunu bilir. Örgüt, belli evrelerde şiddeti tırmandırıp sonra yeniden düşürerek isteklerini kabul ettirme stratejisini sıkça devreye sokuyor. Ayrıca, PKK birkaç yıldır ramazan ayında şiddet çıtasını belli seviyede düşürüyor. Buna rağmen PKK son ateşkesi hükümetle
anlaşma kılığına soktu. Böylece PKK ve Öcalan cephesi il
e devlet nezdinde herhangi bir görüşme yapılıp yapılmadığı en çok merak edilen konu hâline geldi. PKK, mevcut açıklamaları ile bu tür görüşmelerin yapıldığını ve ateşkes kararının gelen talep doğrultusunda alındığını yaymaya çalışıyor. Örgütün Kandil'deki etkin isimlerinden
Murat Karayılan şu ifadeleri kullandı: “... Artık açıklanmasında bir sakınca görmediğimiz diğer önemli bir gelişme de devletin önderliğimizle geliştirdiği
diyalog temelinde ateşkes talebinde bulunmasıdır. Aslında önderliğimiz aradan çekilmişti; ancak talep üzerine yeniden devreye girerek hem yapılan çağrıları ve hem devletten doğru gelen istemi de dikkate alarak bir kez daha barışa ve demokratik çözüme şans tanınması için hareketimize bir
mesaj gönderdi.”
Murat Karayılan'ın iddiaları
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ‘BDP ile birlikte ruh üçüzü' nitelemesine maruz kalan CHP ve MHP'den hemen karşılık buldu.
Hükümetin PKK ile masaya oturduğu yönündeki iddialar birbirini takip etti. Adalet ve Kalkınma Partisi (
AK Parti), iddialar üzerine internet sitesinde bir açıklama yapma ihtiyacı duydu. Açıklamada pazarlık ve anlaşma iddiaları kesin bir dille yalanlandı: “Son günlerde bazı basın yayın organlarında, PKK kaynaklarına dayalı olarak, Abdullah Öcalan'la, PKK'yla uzlaşıldığı, anlaşıldığı yönünde haber ve yorumlar yer almaktadır. Tüm halkımız şunu çok iyi bilmelidir ki, AK Parti'nin ve AK Parti hükümetinin illegal bir örgütle masaya oturması, müzakere yapması söz konusu değildir ve olamaz. Bu konu ile ilgili tüm söylenenler ve yazılıp çizilenler,
halk oylaması sürecini olumsuz etkilemeye ve vatandaşlarımızın kafasını karıştırmaya yönelik spekülasyonlardan ibarettir. Halkımızın, bazı muhalefet partilerinin ve onların uzantısı olan medya organlarının AK Parti'ye yönelik bu hasmane tutumunu açıklamalarımız çerçevesinde değerlendireceğinden şüphemiz yoktur.”
İspanya- ETA görüşmeleri konusunda uzman olan
emekli diplomat Akın Özçer, devletlerin kritik süreçlerde bazı birimler aracılığı ile diyalog yolu aradığına dikkat çekiyor. Buna örnek olarak da İspanya'nın 1992 yılında
Barcelona Olimpiyatları sırasında ETA'ya ateşkes kararı aldırmasını örnek veriyor. Ancak Özçer, Karayılan'ın iddiası ile ilgili yorum yapabilmek için yeterli bilgi olmadığını düşünüyor. Doç. Dr.
Sedat Laçiner ise bu tür bir anlaşmanın söz konusu olmadığını belirtiyor. Laçiner, “MİT ile Öcalan arasında bir
iletişim vardır. Ancak, Karayılan'ın bahsettiği gibi bir anlaşma zemini olarak değil. Eğer olsaydı bunu açıklayan isim Karayılan olmazdı. Anlaşma iddiası hükümeti ve kamuoyunu manipüle eden bir yorum.” ifadelerinde bulunuyor.
DERİN MÜDAHALE
PKK'nın aldığı ateşkes kararı ile ilgili söz konusu
manipülasyon senaryosunu ise şöyle formüle etmek mümkün: Referandumun hayır cephesinde oluşan PKK-BDP-MHP-CHP ittifakının hükümetin elini güçlendirdiğini düşünen derin
algı sürece müdahale ederek PKK ve BDP'ye yeni konum aldırdı. Bu senaryoya göre hükümetin elini PKK eylemleri ile zayıflatmak isteyenler ortaya çıkan skandallar ve kirli ilişkiler üzerine amacına ulaşamayınca bu sefer PKK'yı evet cephesine yamayarak süreci baltalamaya çalışıyor. Senaryonun üçüncü aşamasında ise referandumun hemen öncesinde ‘
33 er olayı' gibi stratejik bir eylemle süreci tamamen tıkama söz konusu.
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) cephesinde yaşananlar, anlaşma iddiaları ve bahse konu ‘derin niyet' ile ilgili önemli ipuçları veriyor. BDP, referanduma yönelik boykot kararını gevşetmiş gözükse de gerçekte böyle bir manevradan söz etmek mümkün değil. BDP teşkilatları boykot kararı ile ilgili yoğun bir çalışma içinde. Ateşkes kararının ardından referandum çalışmaları ile ilgili 19 Ağustos'ta Siirt'e giden BDP
Eşbaşkanı Gülten Kışanak, “Bu anayasayı kabul etmediğimizi, çok güçlü bir şekilde irademizi ortaya koymalıyız.” dedi.
Referandum süreci ile ilgili
Kürt kamuoyunda yükselen yoğun ‘evet' baskısı da BDP'yi perde arkasından faaliyet yürütmeye zorlamış gözüküyor. BDP güya boykot kararını yumuşatarak, hatta belki son anda tamamen kaldırarak
12 Eylül'de çıkacak çok yüksek bir ‘evet' oranı karşısında imajını kurtarmaya çalışıyor. Ancak perde arkasından kendi asıl niyetini ortaya koyan siyasi faaliyetlerine devam ediyor. BDP'nin boykot kararının özünde bu korku ve güvensizlik vardı. Kürt seçmenin
sandık başına gitmesi durumunda ağırlıklı olarak ‘evet' yönünde oy kullanacağını tahmin ettiği için ‘hayır' değil ‘boykot' kampanyası yürüttü. Asıl niyetlerinin ‘hayır' olduğunu BDP milletvekilleri de dile getirdi.
Grup Başkan Vekili Bengi Yıldız “
Basın, Kürt kamuoyunu çok etkiledi. ‘
Hayır' vereceklerin MHP ve Ergenekon'la aynı çizgide olduğu söylendi. Biz sandığa gitmeyeceğiz.” diyerek neden ‘hayır' demediklerini açıklamaya çalışmıştı.
Boykotun da karşılık bulmaması ve tepkiyle karşılanması BDP'yi yeraltı siyasetine yöneltmiş gözüküyor.
PKK'nın ateşkes kararı ile birlikte ortaya koyduğu şartlar da bir anlaşmanın söz konusu olmadığı yönünde işaretler veriyor. PKK aldığı ateşkes kararının sürekli hâle gelmesi için 4 şart öne sürdü: “Operasyonların durdurulması,
seçim barajının düşürülmesi, KCK operasyonlarında yakalananların serbest bırakılması ve Öcalan ile müzakere kanalının açılması.” Bu durum ortaya bir gerçeği çıkarıyor; demek ki henüz bir anlaşma söz konusu değil. PKK'nın ateşkes şartlarını BDP de referandum kararı için öne sürmeye başladı.
Ateşkes kararının bazı zorunlu şartlara dayandığını da not etmekte fayda var. Son olaylarla birlikte ortaya çıkan PKK-
derin devlet bağlantısı örgütün söz konusu eylemlerle hedeflediği etki alanını daralttı. İskenderun'da
İsrail bağlantısı, Reşadiye ve Dörtyol'da
JİTEM iddiaları, Hantepe'de Heron skandalı ve
Batman'da 4 Kürt siyasetçinin öldürülmesi PKK'nın eylem stratejisini akamete uğratmış gözüküyor. Ancak buna temkinli yaklaşanlar da var.
Altan Tan, PKK'nın bu tür bağlantılarının çıkmasının süreci etkilemeyeceği fikrini taşıyor: “Bağlantılı olduğunu herkes biliyor. Bunu aşikâr yapıyorlar. Bir çekinceleri yok. Açığa düşme endişesi yok.”
Yine de son hadiseler, eylemler üzerinden beklenen etkinin oluşmasını engelledi. Özellikle
Hatay Dörtyol'da prova edilen etnik çatışma provokasyonunun ardından ortaya çıkan JİTEM bağlantısı ve Batman olayı Kürt kamuoyunu derinden sarstı.
Abdullah Öcalan'ın ateşkes kararı almasında PKK'nın eylemlerindeki bu ‘başarısızlığın' da rolü var. PKK eylemleri için, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin taktik ve strateji hataları ile gündeme sıkça taşınan ‘
şüpheli' zaaflarından kaynaklanan görece bir ‘başarıdan' söz edilebilir. Ancak, 2010 yılını ‘4. evre' olarak tanımlayan örgüt açısından tam bir fiyasko. Öcalan, mart, nisan ve mayıs aylarındaki
avukat görüşmelerinde eylem stratejisinin Türkiye sathına yayılacak şekilde belirlenmesini ve kitlesel katılımların tertiplenmesi talimatını veriyordu. 3
1 Mayıs itibariyle çekildiğini de duyurarak ‘benden sonrası tufan' pozisyonunu hedefledi. Böylece geri dönüşü kurtarıcı rolünde olacaktı. Ancak, bu strateji tutmadı. TSK'nın saldırılardaki zaafları, PKK eylemlerindeki ‘başarının' önüne geçti. Göz göre göre yaşanan saldırılar danışıklı dövüş ve derin
işbirliği izlenimini güçlendirdi.
Nitekim Abdullah Öcalan çok geçmeden PKK'yı bu başarısızlığından dolayı azarlamaya başladı. 16 Temmuz 2010 tarihli avukat görüşmelerinde şunları söylüyordu: “Ben son karakol baskınlarını Donkişotvari tarzda eylemler olarak görüyorum. Yel değirmenlerine karşı kılıçla savaşan Donkişot var. Burada bu kadar güçlü teknolojiyle korunmuş karakollara karşı iki-üç gencin gidip açık alanda normal bir arabayla saldırı yapmaları benim onayladığım bir tarz değildir. Doğru bir tarzın yakalanması gerekir.”
ATEŞKESİN PERDE ARKASINDA PSİKOLOJİK HESAPLAŞMA VAR
PKK'nın ilan ettiği ateşkesle ilgili göz ardı edilmemesi gereken asıl noktalardan biri ateşkes kararının içeriği. Aldıkları son karar örgütün 7. ateşkes kararı. Tam anlamıyla bir ateşkes anlamına da gelmiyor. PKK, sadece pasif savunmaya geçtiğini duyurdu. Doç. Dr. Sedat Laçiner, PKK'nın açıklamalarına temkinli yaklaşıyor. “Ateşkes kararı aldıklarından emin değilim.” diyen Laçiner, örgütün yoğun çatışma sürecine bir ara verip taktik olarak bazı taleplerde bulunarak yeniden şiddeti tırmandırabileceğini belirtiyor. Laçiner'in işaret ettiği durum, PKK tarihinde pek çok defa yaşandı.
PKK'nın kritik süreçlerde aldığı ateşkes kararlarının perde arkasında yoğun bir
psikolojik hesaplaşma ve güç mücadelesinin olduğu biliniyor. Bu süreçte de benzer mekanizmaların işletilmesi hem doğaldır hem de bazı tehdit unsurları barındırıyor. Terörist başı Öcalan'ın ateşkes kararı ile ilgili açıklamalarına bakıldığında gizli bir tehdit vurgusu göze çarpıyor. Öcalan bu süreçte Ergenekonvari grupların faaliyet yürütebileceğini ‘uyarı' mahiyetinde bir endişe olarak dile getirdi. Öcalan'ın bu tür uyarıları çoğu zaman talimat ve tehdit anlamına geliyor. Geçmiş deneyimlerden de kolaylıkla çıkarılabileceği gibi bu süreçte gidişatı tamamen ters yüz edebilecek olay ve gelişmeler yaşanabilir.
Nitekim Emniyet istihbarat birimleri tarafından elde edilen bilgiler bu yönde hazırlıkların olduğunu gösteriyor. İstihbarat raporlarına göre, PKK,
kent merkezlerinde bankalar tarafından para naklinde kullanılan zırhlı araçla büyük bir eylem hazırlığı içinde.
Güvenlik güçlerini bu konuda uyaran Emniyet, ayrıca iki kamyonla ilgili de tüm birimleri alarma geçirdi. 1993 yılında Türkiye bu anlamda çok trajik bir tecrübe yaşadı. PKK önce ateşkes ilan etti. Türkiye tam bu noktada adım atacakken 33 er olayı yaşandı. Derin bağlantıları su götürmeyen söz konusu olay Kürt meselesinde şiddet dilinin hâkim kılınmasını sağladı.
1998'deki ateşkes sürecinde ise çok daha derin ilişkiler yumağı söz konusuydu. Öcalan, 1999 yılında
tutuklu bulunduğu İmralı'da yargılanırken mahkemeye bir
tutanak sundu. 2 Haziran 1999'da
Star gazetesi, bu tutanaklara dayanarak Öcalan'ın bir aracıyla ateşkes için ilişkiye girdiğini iddia etti.
Hürriyet, 3 Haziran 1999'da “Kim bu esrarengiz aracı?” sorusunu ortaya attı. 4 Haziran 1999'da
Enis Berberoğlu, “İstihbarat oyunu Apo'yu kandırdı” başlığı ile yayımladığı makalesinde, askerlerin Öcalan ile yakın temasta bulunduğunu, ama bunun tuzak olduğunu ileri sürdü: “30 Temmuz 1998'de, PKK'ya cezaevinden ateşkes isteniyor haberi gelmiş, hatta Türk tarafının iyi niyetini kanıtlamak için Süleyman
Demirel'in Mehmet Ağar'ın düğününe gitmesine izin verilmediği mesajı PKK liderine ulaştırılmıştır. Apo da buna inanarak 1 Eylül 1998 günü ateşkes ilân etmiştir. Halbuki ateşkesin akabinde,
Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş, ondan hemen sonra da 1 Ekim'de,
Süleyman Demirel, PKK'yı kovması için
Suriye'yi tehdit etmiştir.”
PKK'ya cezaevinden bu ateşkes talebini ileten isim Sabri Ok'tan (2007'de hapisten çıktıktan sonra
Avrupa'ya gitti- KCK Türkiye sorumlusu) başkası değildi. Öcalan yakalandıktan sonra DGM savcılarına verdiği ifadelerde Sabri Ok'un rolünü şöyle açıklıyordu: “Ateşkes önerisi bize Avrupa temsilcimiz Kâni Yılmaz ve
Şahin kod adlı Ferhat Abdi isimli
arkadaş tarafından getirildi. Abdi Şahin isimli arkadaşımıza da Selim Okçuoğlu isimli ve avukatlık yapan, HADEP'te de faaliyet gösteren kişi getirmiş. Bu
belge sanırım şimdi Avrupa arşivimizdedir. Aynı konuda, cezaevleri temsilcimiz Sabri Ok'la bir görüşme yapılmış. Ok, kendisi ile de görüşüldüğünü ve aynı önerilerin kendisine de yapıldığını söyledi. Yine sanırım Genelkurmay'ın Toplumsal İlişkiler Başkanlığı'nda çalışan bir albay, Brüksel'deki temsilciliğimize kadar gelmiş ve aynı önerileri getirmiş. Ben önerilerin ciddiyetine inandım.”
1998'de gerçekleşen bu görüşme trafiğinin ardından PKK 1 Eylül 1998 tarihinde ateşkes ilan etti. O dönemde silahlı mücadele gücü iyice zayıflayan PKK'nın tamamen
tasfiye edilmesine yönelik tedbirler alınması yolunda adımlar atılacağına,
Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş Suriye sınırına gidip tehditler savurarak bugüne kadar gelen süreci başlattı.
Son ateşkes kararı ile ilgili geçmiştekilerden farklı olarak bazı uluslararası unsurları da hesaba katmak gerekiyor. Hem PKK cephesinden hem de Demokratik Toplum Kongresi'nden (DTK) gelen
Birleşmiş Milletler (BM) talebi dikkat
çekici. PKK, ateşkes kararını açıklarken şu çağrıda bulundu: “Başta BM olmak üzere tüm uluslararası kuruluşları ve uluslararası güçleri
Kürt sorunu karşısında sorumlu davranmaya davet ediyoruz. Bu güçlerin, Kürt sorununun barışçıl, çağdaş, demokratik yöntemlerle çözülmesi için çaba göstermeleri, insani bir sorumluluğun bir gereği olduğunu hatırlatmak istiyoruz.”
ZAMANLAMA ÇOK İLGİNÇ
Emekli diplomat Akın Özçer, PKK ve BDP'nin
Birleşmiş Milletler'e yönelik çağrısı ile ilgili olarak şu değerlendirmede bulunuyor: “Bu çağrının altında konuyu uluslararası zemine
taşıma çabası mı var, yoksa gerçekten bir arabuluculuk talebi mi, bunu tam bilemiyoruz. Eğer birincisi ise Türkiye bunu kabul etmez. Tam olarak ne söylediklerinin ortaya çıkması için biraz daha beklemek gerekiyor.”
Diğer taraftan ateşkes kararının yanı başımızdaki önemli gelişmelerin paralelinde gelişmesi de dikkat çekiyor.
Amerika, 20
Mart 2003'te 250 bin askerle işgal ettiği
Irak'tan çekiliyor. ABD Başkanı Barack Obama'nın kararıyla ay sonuna kadar Irak'tan tamamen çekilecek olan
Amerikan ordusunun son muharip askerleri de geçen hafta ülkeyi terk etti. Yani Irak'ta savaşan asker kalmadı. Muharipleri
destekleyen 10 bin asker ise ay sonuna kadar ülkeden çıkacak. Eylül 2010 itibariyle Irak'ta yalnızca 50 bin
Amerikan askeri kalacak.
Türkiye'nin PKK cephesinde yaşadıklarının Irak süreciyle yakından ilişkisi bulunuyor. Kimi çevrelere göre PKK'nın 4 yıllık suskunluktan sonra 2003 yılında yeniden uyanmasında bu sürecin dolaylı etkileri de bulunuyor. Araştırmacı yazar Altan Tan'a göre son günlerdeki gelişmelerin de ABD'nin buradaki konumu ile ilişkisi olabilir. Sanki daha büyük bir güç PKK'nın kulağını çekmiş gözüküyor. Irak'tan çekilen ABD, başından beri özenle koruduğu
Kuzey Irak bölgesini tehdit edecek bir unsur bulundurmak istemiyor olabilir. Son üç senedir konuşulmasına rağmen bir türlü düzenlenemeyen Kürt konferansı hazırlıklarının bu noktada ele alınması da dikkat çekici bir başka gelişme. Irak Cumhurbaşkanı Celal
Talabani geçen hafta Demokratik Toplum Kongresi'nin yetkililerini Bağdat'a davet etti. DTK eşbaşkanları
Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk'un içinde bulunacağı
heyet önümüzdeki günlerde Bağdat'a gidecek. PKK'nın aldığı ateşkes kararına Irak
Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani'nin ilk elden verdiği açık destek de sürecin önemine dikkat çekiyor.
Evet, Türkiye 12 Eylül'de referanduma gidecek. İbrenin yönü her geçen gün biraz daha netleşiyor. Netleştikçe de belli çevrelerin tedirginliği artıyor. Sivil iradeye karşı yürütülen ‘postallı terör', yerini psikolojik teröre bırakmış gözüküyor.