CHP'nin artisti
Berhan Şimşek, partisinin başörtüsü
açılımını çöpe attı.
Kadınların fakirlikten çarşaf giydiğini iddia etti, Gazze'ye
yardım götüren Mavi
Marmara gemisini eleştirdi. Şimşek'in
Vatan'a verdiği
röportajda ilginç değerlendirmeler var...
Türk sinemasının en sevilen aktörlerinden
Berhan Şimşek, CHP
İstanbul İl Başkanı olarak nasıl bir rol oynayacağını çok net ortaya koyuyor. “CHP'ye açılım değil,
katılım gerek. Kara çarşafa
rozet takmak değil mesele. Ben o bacımın ömür boyu en ucuzundan kara bir çarşafla yaşayıp, öldüğü gün de en ucuzundan beyaz bir patiskayla gömülmesinden yana değilim!” diyor, sola yakışan bir çözüm getiriyor! Ardından da ekliyor; “Mesele laik-
dindar meselesi değil, bal gibi dibine kadar fukaralık meselesi!” Bu replik yeni CHP'ye çok yakışıyor!
Berhan Şimşek, şimdilerde hummalı bir faaliyet içinde... Öylesine yoğun ki, cumartesi günü randevumuza bir saat gecikmeyle gelebildi. Gelmesine geldi, ama bir türlü sohbete başlayamadık. Telefonu susmak bilmedi, bir saat boyunca telefonda konuştu. CHP İstanbul İl Merkezi'nden zor dışarı attık kendimizi, Galata Meydanı'na... Binada sadece yoğun bir
trafik yoktu, üstüne üstlük Berhan Şimşek yeni bir döneme
temiz bir sayfa açarken, tertemiz bir bina istemişti. Boyacılar harıl harıl çalışıyordu içeride.
Dışarı çıktık, ama bu kez de çevremizi Berhan Şimşek'i görenler sardı. Kimisi
tebrik için, kimisi fotoğraf çektirmek için, kimisi de derdini anlatmak için... Teker
teker ilgilendi hepsiyle, bir saat de böyle geçti! Sonunda tenha bir sokağa daldık, Doğan Apartmanı'nın karşısındaki
küçük bir
kahvenin önüne oturduk. Saat 4 olmuştu. Yorgundu Şimşek, ama gözlerindeki ışıltı yerindeydi. Acımadım! Sordum da sordum...
Kemal Bey'in rüzgarı Önder Bey'in parti belleğiyle birleşti!
Önce kötü haberle başladık, 11 şehitten
Kürt meselesine bağlandı konu. “Biliyorum ki dağda ölen Kürt gençlerin anaları da Öcalan'a beddua ediyor” diye girdi söze... Kürt
açılımı konusunda hükümetin büyük bir hata yaptığı görüşündeydi. “Devlet adamı bir kapıyı açmadan arkasında ne olduğunu bilendir” diye başladı AK Parti'nin Kürt açılımını eleştirmeye... Devam etti; “Bu
arkadaş, her kapıyı açtı. Her kapıyı açtığında da
asansör boşluğuna kendisini değil, ülkeyi düşürdü...”
Açılımdan başlamıştık madem, bu kez CHP'nin 'çarşaf açılımı'nı masaya yatırdık. Selefi
Gürsel Tekin'in çarşaflı hanımlara CHP rozeti takarak başlattığı o çok tartışılan açılımı... “Ben o bacımın kara çarşaf içinde yaşamasından yana değilim” diye girdi bu kez söze Şimşek. Sonra laik-dindar kutuplaşmasının yapay olduğunu vurgulamak için, “Bu ülkede 87 yıldır bir minarenin hilali düşmüş mü?” diye sordu bana... Cevabı soruda gizliydi zaten. Birkaç tarikat dışında kara çarşafın bir gelenek olmadığını söyledi, konuyu
yoksulluğa getirdi; “Bizim kadınlarımız kara çarşafı fukaralıktan giyer. Kars'tan, Erzurum'dan,
Bayburt'tan gelirken, pardösü alacak parası yoktur. Bir kara çarşaf alır, 10 yıl giyinir, örtünür. Bunları karıştırmayalım!”
Sonra geldi CHP'nin farkına... Ona göre CHP'ye böyle açılımlar değil, katılımlar gerekti. “Ben o bacıma sahip çıkacağım. O bacımın bir ömür fukaralığıyla en ucuzundan kara bir çarşafla örtünüp, öldüğü gün de en ucuzundan beyaz bir patiskayla gömülmemesi için
siyaset yapacağım” dedi Şimşek. Sorunun temelinin
yoksulluk olduğundan adı gibi emin, “Ben 11 çocuklu Bayburtlu yoksul bir
ailenin çocuğuyum. Bunları bilmez miyim?” diye koydu son noktayı.
Siz hep CHP'lisiniz değil mi?
Hiç başka partim olmadı. Zikzak yok... Ben 2007
seçimlerinde İstanbul Birinci Bölge'de 13. sıraya yazıldım. Herkes şaşırdı,
Türkiye şaşırdı,
seçmen şaşırdı. Ama ben hiç vazgeçmedim. Birinci sıraya yazılmışım gibi canla başla çalıştım. Ben böyle CHP'liyim. Hep söylerim, eğer seçilebilir sırada olsaydım
Ufuk Uras bugün parlamentoda olmazdı.
İyi de niye 13'üncü sıra? Sizin önünüzde kimler vardı?
O zaman öyle oldu. Sonra
Baykal da çok üzüldü ama... Birinci sırada değerli arkadaşım
İlhan Kesici vardı... Aradan iki ay geçti. Deniz Bey'le buluştuk. Çok üzgün olduğunu söyledi. Gözlerine baktığımda gerçekten böyle hissettiğini anladım. Daha sonra kurultay delegesi olmamı istedi. Son döneme kadar da Parti Meclisi'nde beraber çalıştık.
Son
operasyon nasıl oldu peki?
Ben iyi bir parti örgütü üyesiyim. Eski Genel Başkan örgütümüzün çalıştığı her yere gönderirdi beni. Konferanslarda konuşurdum... Tek tek açıp sorun, bu ülkede gitmediğim bir il kaldı;
Siirt. Örgütle ilişkilerim çok iyidir,
halkla ilişkilerim çok iyidir. Hayatımda
kalem ucu kadar leke yoktur... Herkes bilir. Ben cebim için değil, halk için siyaset yapıyorum... Aç değilim. Param var, evim var, nedir benim istediğim? Bu ülkenin huzurunu, mutluluğunu istiyorum. Bunun için de çalışıyorum. Sayın Genel Başkanımız da 23
Mayıs itibariyle hepimizin, Erdoğan'ın bile gördüğü ve dizinin titrediği büyük bir rüzgar estirdi, büyük bir kabul gördü. Bu çok önemli. İstanbul da çok önemli. Her anlamda kültürün, sanatın, siyasetin, ekonominin başkenti. Ama birileri için çalmanın çırpmanın da başkenti. Şimdi burada bir tıkanmışlık yaşanıyordu. Kemal Bey'in o rüzgarı, Önder Bey'in o parti hafızası, belleği ile birleşti ve...
Ne ilginç bir tanım bu?
Tabii,
Önder Sav partinin hafızasıdır, belleğidir. Bu belleğe sahip çıkmak gerekiyor. Belleğine sahip çıkmayanlar ne diyor? “Ben Milli Görüş gömleğini çıkardım” diyor. Ama çıkarmadığını görüyoruz.
Sonuçta sizi
tercih ettiler...
Beni tanırlar. Uzlaşmacı bir tavrım vardır. Ama kararlıyımdır. Kırmadan, dökmeden, incitmeden, ayrıştırmadan, hakkını vererek çalışırım. Çalışmayı, koşmayı severim. Kemal Bey'in Türkiye'deki o rüzgarını İstanbul'da yelkenliyi limana demirlemiş bir şekilde karşılama şansımız yoktu bizim...
Kılıçdaroğlu, önünde en hızlı ceket ilikleyeceğim kişidir
Kemal Kılıçdaroğlu ile ne zamandır tanışıyorsunuz?
Uzun zamandır. İkimiz de Parti Meclisi üyesiydik. Daha sonra MYK üyeliği ve milletvekilliği yaptık birlikte. Benim arkadaşım. Ama o gün arkadaşım bugün genel başkanım. Önünde en hızlı ceket ilikleyeceğim kişidir Kemal Bey. CHP terbiyesinde böyledir, CHP önünde ceket ilikleriz. Bugün CHP'yi temsil eden kişi de Genel Başkanımızdır.
Gürsel Tekin'le çok benziyorsunuz...
Hayır. Ben sinemacıyım. Resimleri yan yana koyup, kardeşimi oynatacak olsam düşünürüm. Benzeşmek ayrı, “Eh işte andırıyor” ayrı.
Karakter olarak benziyor musunuz peki?
Gürsel'i sadece siyasi akrabam olarak tanıyorum. Beraber oturup uzun yemekler yememişiz, sinema izlememişiz. Yani çok iyi tanımıyorum. Onun için bir şey diyemem. Ama ben zor bir karakterimdir.
Tekin'in İstanbul İl'deki kadrosunu değiştirecek misiniz?
Yorgun bir iki arkadaşımız var...
*****
KÜRT ANALAR DA HER GÜN ÖCALAN'A BEDDUA EDİYOR
Bugün 11 askerimiz şehit oldu. Sizce neden şimdi?
Bu ülkede yaşananlar beni çok üzüyor. Canım çok yanıyor.
Ulusal kurtuluş mücadelesini omuz omuza vermiş bu insanlar. Yazık günah değil mi? Biz bu güzel coğrafyada yaşamanın kira bedelini ödüyoruz. Bu bedeli Uğur
Mumcu ile ödedik, Ahmet
Taner Kışlalı ile ödedik, Musa Anter'le ödedik, Hrant Dink'le ödedik. Bedel ödemeye mecbur muyuz? Halbuki birbirimizi fark edebilsek, birbirimize tahammül edebilsek ne güzel olur.
Peki ne yapmalı?
Başbakan, “Açılım olmadan da
terör vardı” diyor...
İyi de 2002 yılında 6 şehit vardı. Şimdi günde 10 şehitten bahsediyoruz. Ve ben bütün bu yaşananlarda Kürt kardeşlerimin de
mağdur olduğunu düşünüyorum. Bir hikaye vardır. Rahmetli annem çok anlatırdı, bir kadın bir yılan doğuruyor. Evde bakamıyorlar yılana, bırakıyorlar ormana. Günün birinde orman yanıyor. Kadın ağlamaya başlıyor, “Ah evladım!” diye...
Anne olmak bu işte! O dağda ölen çocukların anneleri yok mu? O annelerin yüreği kavrulmuyor mu şimdi? Kürt anneler de gece başlarını yastığa koyduğunda en büyük bedduayı Öcalan'a yapıyor. Birileri zılgıt attırıyorlar o annelerimize. Mecburiyetten karşı çıkamıyorlar. Ölen 11 şehidimiz, çocuğumuz, evladımız, kardeşimiz gibi onların çocukları da ana kuzusu değil miydi? Onlar da bizim topraklarımızın evladı. Dolayısıyla bu sorunu çözmek için onların annelerinden, babalarından yola çıkmak lazım. Dünyada bu kadar uzun süren terör yok. Birinci Dünya Savaşı'nda sınırı cetvelle çizmişler, Lozan'da reddetmişiz bunu. O gün cetvelle çizilmeyen tek sınır bizimkisi... Şimdi diyorlar ki, “Ya kardeşim yarım kaldı, çizeceğiz. Cetvel elimizde geziyoruz. Sizi sağcı-solcu yaptık olmadı,
Alevi-
Sünni yaptık olmadı, dinci-laik yaptık olmadı. Şimdi Kürt-Türk yapacağız, olacak.” Bu işin yumuşak karnı bu. Başbakan da ateşle gidiyor üzerine.
Kürt meselesi denilen olay, orta yerde alev alev yanıyor. O gidiyor Arap meselesini konuşuyor.
Ama artık bu meselede farklı bir yol izleyeceğini açıkladı.
Devlet adamı aklına her geleni yapan, söyleyen adam değildir. Devlet adamı kapıyı açmadan onun arkasında ne olduğunu bilendir. Bu arkadaş her kapıyı açtı. Her kapıyı açtığında da asansör boşluğuna kendisini değil ülkeyi düşürdü.
Kıbrıs açılımında,
Ermeni açılımında, Alevi açılımında böyle olmadı mı? Benim çocukluğum Fatih'te Beyceğiz Mahallesi'nde Ermeni ve Rum arkadaşlarımla oynayarak geçti. Ama Erdoğan, açılım dedikçe onlarla aramızı açmaktan başka ne yaptı?
*Seçim hesabı var mıdır bu değişimde sizce?
Olabilir. Çünkü
Mavi Marmara'da da seçim hesabı vardı. Senin daha bu işlere aklın ermediği zaman
Filistin mücadelesini benim ağabeylerim
Deniz Gezmişler FKÖ ile birlikte vermişler. Sen daha o zaman rahle-i tedrisatta değildin. Top peşinde koşuyordun. Şimdi bir anda Filistin'deki Müslümanlar demeye başladın. Sen niye insanları
tahrik ediyorsun? Bu ülkeyi niye istismar ediyorsun? Niye bizi mutsuz ediyorsun? Niye bizi bölünmeye, parçalanmaya itiyorsun? Veya bizi değiştirmek isteyenlerin eline güç veriyorsun? Sen işini yap. Açım ben, yoksulum, bak geldiğinden beri sattın savdın bir şey kalmadı. Yakında bu Ana
yasa değişikliği olsun
Petrol Yasası'nı getirecekler. Türkiye kara ve kara sularında çıkan petrolün yüzde 12'sini alıyordu, bir yasa getirmişler yüzde 1'ini alacak.
Ahmet Necdet Sezer veto etmişti, görürsünüz bu
Anayasa değişikliğinden sonra bor madenlerini getirecek gündeme. Sonra
Dicle satılacak,
Fırat satılacak... Erdoğan satmayı bilir, yapmayı değil. Bugüne kadar 9 bin kilometre duble yoldan başka ne yaptı? Bir kurdele mi kesti istihdam için, Güneydoğu'ya mı gitti? Devlet tüccar değil, hizmetkardır. Ama çocuklarının değil, halkının hizmetkarı! Eğer Güneydoğu'ya özel
sektör gitmiyorsa senin gitmen lazım. 2007 yılından sonra GAP açılımı yaptılar. Ne adım atıldı?
Sinemada plastik makyaj yapılır.
Plastik makyajla bu işi götürmeye kalkıyorlar ama makyaj da dökülüyor, tutmuyor, kusuyor artık.
Peki siz İstanbul'da Gürsel Tekin'in başlattığı bir değişim vardı, onu devam ettirecek misiniz? Mesela çarşaf açılımını?
Gürsel Tekin benim kardeşim, arkadaşım, dostum. Ama bu değişimler
gazete manşetleriyle olmaz. Yaptığınız işlerin, projelerin insanların hayatına dokunması lazım. Bir şey yaparsın, günlerce konuşulur, yazılır. Ama arkanıza baktığınızda bir
arpa boyu yol gidilmemiştir. Önemli olan tartışılan işler yapıp manşette kalmak mı, yoksa hayata dokunan işler yapmak mı?
Çarşaf açılımında ne yaptık? Çarşaflıları partiye üye kaydettik mi, daha sonra bir çarşaflı daha geldi mi? Çarşafa rozet takmak bu işin albenisi.... CHP'ye açılım değil katılım gerek. Ben o bacımın kara çarşafın altında yaşamasından yana değilim. Kuran'da örtünün denmiş ama böyle değil. Birkaç tarikatta çarşaf vardır. Kalanı fukaralıktandır. Kars'tan, Erzurum'dan, Bayburt'tan gelirken bir pardösü alacak para mı var? Kadıncağız kara çarşafı alıyor, on yıl giyiyor. İkisini karıştırmayalım. Benim anam da başörtülüydü, bacılarımdan da örtünen var. Ama bunu simgeleştirmek yanlış.
* Yani CHP çarşafa rozet takmakla yanlış mı yaptı?
Ben o zaman da Parti Meclisi'nde fikrimi söyledim. Karşı çıkmadım ama. Böyle açılım olmaz.
Ama Gürsel Tekin de böyle tanındı...
Türkiye'de tanınmak çok kolay. Bir şey yapıyorsun tanınıyorsun tamam ama içini de doldurmalı. Ben bunu “Gürsel niye böyle yaptı?” diye söylemiyorum, içini doldurmak gerekiyordu. İşte yaşadıklarımızdan görüyoruz. Ben o bacıma sahip çıkacağım. O bacımın bir ömür fukaralığıyla en ucuzundan kara bir örtüyle örtünüp, öldüğü gün de en ucuzundan beyaz bir patiska ile gömülmemesi adına siyaset yapıyorum ben. Kadın olduğunu, anne olduğunu bilmesi için siyaset yapıyorum. Güneydoğu'da bir kadın 16 çocuk dünyaya getiriyor, ben 11 çocuklu bir ailenin çocuğuyum, onların yaşadıklarını bilmez miyim? Bunları istismar etmemeliyiz.
*****
Bu ülkede 87 yıldır bir caminin hilali düştü mü?
Dolayısıyla isteyen olursa elbette CHP'de kucak açarız diyorsunuz ama...
Beni çağırsınlar gideyim, bana da gelmesinler... Ama özellikle böyle bir şey olmayacak. Cüppeli Ahmet'i ile de konuşurum, Cüppesiz Ahmet'i ile de... Mesele değil. Yeter ki bu ülkenin birliği, dirliği bozulmasın... Şunu herkes görsün,
Allah aşkına Türkiye'de 87 yıldır bir caminin hilali düşmüş mü? İslamın beş şartı en özgürce yerine getirilmiyor mu? Cüppeli Ahmet Hoca bile bunu söylerken bebek yüzlü Ali
Babacan “Muhafazakarlar bu ülkede sıkıntı içinde” diyor. Ne diyeyim sana? Haksızlık ediyorsunuz. Onun için bizim iddiamız şu, 50'li yıllardan beri din siyasete alet edilmiş, bu ülkenin değerleriyle cumhuriyetin devrimleri
kavga ettirilmiş, biz barıştırmak istiyoruz. Yoksa biz kör müyüz? Göremiyor muyuz? İşte herkes inancını yaşıyor, namazını kılıyor, orucunu tutuyor, kurbanını kesiyor, Hac'ca gidiyor, en özgür şekilde. Görmüyor musunuz?
*****
Bir poz Yılmaz Güney'e ithaf etti, bir poz
Kadir İnanır'a...
Galata Kulesi'nde bir poz Yılmaz Güney'e ithaf etti, bir poz Kadir İnanır'a... Ardından kendinden pek çok poz... 1957
doğumlu olduğunu okumuştum, yine de bir sorayım dedim. Değilmiş! Nüfusa yanlış yazdırmış ailesi, pek çok
Anadolu çocuğu gibi... O da geç öğrenmiş yaşını aslına bakarsanız. “Babam bütün çocuklarının doğum tarihlerini Kuran'ın arkasına not etmiş. Ne olduysa bir beni unutmuş. Yıllar sonra amcamın oğluna kız istendiği gün doğduğumu öğrendim. Tam tarihiyle 15 Temmuz 1959 doğumluymuşum” diyor Şimşek. En azından iki yıl kazanmış, hiç de fena değil! Bayburtlu bir celebin oğlu olarak gelmiş dünyaya... Bayburt için oldukça zengin sayılırmış babası, ta ki iflas edene kadar... Para olmayınca Bayburt dar gelmiş Şimşekler'e... İlk durakları Fatih olmuş, hemşehrilerinin İstanbul'daki semti... Babası bir
bakkal açmış. O okula başlamış. Ama o dönemden üzücü hatıralar var, mesela
köylü şivesi yüzünden kağıda 'kıro' diye yazıp sırtına yapıştırmaları gibi... Mesela, köyleri Sarıhan'da kalan, “Belinde silahı, kucağında bebeğiyle, dört nala at binen, herkesin yiğitliğine saygı duyup 'Paşa abla' diye hitap ettiği çok güzel bir kadın” olan annesine özlemi gibi... Böyle böyle içine kapanmış... Başarısızlık kaçınılmaz olmuş. Orta 1'de bırakmış okulu... Bir kahvede çıraklık yapmaya başlamış. Kazandığı babası ve ağabeyiyle oturduğu evin kirasına gidiyormuş... Ama sebat etmiş, gündüz çalışmış,
akşamları okula gitmiş. Vefa Akşam Lisesi'nden almış diplomasını.
Çorap da satmış pazarlarda, garsonluk da yapmış. Biraz toparlandıklarında babası bir kahve açmış.
Akıncılar tarafından bombalanana kadar o kahvede tepsiyle çay dağıtmış, boş kaldığında elinden gazete, kitap düşmemiş.
Yaşar Kemal ile sevmiş okumayı, Gorki'yi elinden düşürmemiş, derken Marx'ı, Lenin'i keşfetmiş... Solcuymuş kalpten, ama örgüte girmemiş. Aile geleneğini sürdürmüş, CHP Gençlik Kolları'na kaydolmuş. Sonra, Şehzadebaşı'ndaki
devrimci kahvesinde sinemacılarla tanışmış.
Yavuz Özkan, Şerif Gören... “Gazoz parasına” fotoromanla başlayan bu macerada, kısa sürede Türk sinemasının en önemli aktörlerinden biri olmuş. Minyeli Abdullah,
Mehmet Ali Ağca, Deniz Gezmiş başarıyla canlandırdığı karakterlerden sadece üçü... 10 yıldır beyazperdede yok, zira siyasetten zaman bulamıyor. Bu arada bir de kızı olmuş, ona çok sevdiği annesinin adını vermiş; Alime... Ama Aslı Alime! Çünkü o anneannesinin fotokopisi! Unutmadan şimdi üniversite sonda! Yakında
Açık Öğretim Fakültesi İşletme Bölümü'nü bitirecek.
Röportaj: Mine Şenocaklı/Vatan