Çetin Doğan'ın maiyetinden kişiye özel damgalı mektup
TSK'dan
emekli subay... Emekli
Orgeneral Çetin Doğan'ın emir subaylığını yapmış. O günlerden kalma alışkanlığıyla mektubun sağ üst köşesine ‘Kişiye Özel' damgasını vurmuş.
Mektubunu imzalamamış ama zarfın üzerin de adı ve açık adresi var; yalnız “bu korku ikliminde lütfen adımı yazmamı benden beklemeyin” diye bitiriyor mektubu. “Size 2002-2003 yılları arasında
tanık olduğum olayları sıralıyorum:
1. BALYOZ Planı baştan sona doğrudur! O planın tatbikatını ben de izledim. Paşamın yanında çalıştığım sürece sadece eşine değil arkadaşlarına ve maiyetine de gerçekleri söylemezdi. Habertürk Kanalında da doğruları söylemedi. Çünkü yapacak bir şeyi kalmadı; işin ucunda müebbet hapis olunca ne yapsın?
2. Devletin başına geçmek en büyük hedefiydi! Ama eşinden korktuğu kadar da kimseden korkmazdı.
3. Antalya'ya gidiyorduk bir gün, cep telefonu çaldı.
Arayan kişiye, iltifatlardan sonra, ondan irtica konusunda haber ve yorumlara ağırlık verilmesini rica etti. “Bu gericilerin, herkesi çarşaf ve peçeye sokacaklarını, inandırıcı şekilde yaymamız lazım” dedi. Telefonu kapattığında, eşi sordu, kimdi o diye. Gazetenin adını vermeden, ‘canım bir gazetenin genel yayın müdürüdür; bizim sadık köpeklerimizden biridir' dedi. (Bundan sonra, Çetin Doğan'ı sık sık arayan ve onunla görüşen gazetecilerin adları yazılı).
4. Seyahatten dönmüştük, 10 Kasım'dı. Tören için hemen çıkmamız
gerekiyordu. Ben konutta, kapının dışındaydım. Benim orada olduğumu fark etmedi. Eşine, “bıktık bu (Atatürk'e yakıştırdığı söylenen sıfatı ben yazamıyorum) ......'nin 10 Kasım'ından; ama ne yaparsın ona ihtiyacımız var şimdi!' dedi ve çıktı. Asabi olarak ‘sen burada mıydın lan?!' dedi. Ben de ‘hayır efendim, şimdi geldim; bir saniye bile olmadı' dedim. Zira duyduğumu bilse beni Doğu'ya sürerdi! Ama yaptığı kabalığı düşünmüş olmalı ki, ‘kusura bakma yorgunum' dedi arabada giderken. Atatürk'e karşı, buna benzer bir saygısızlığa da, Denizli'de, bir tuğgeneralde tanık olmuştum.
5. Paşam küfürbazdır. En çok gıyabında eşine, sonra da kendinden kıdemli olan
silah arkadaşlarına sinkaflı küfürler eder. İsim zikretmez; konuyla bağlantılı olduğu için kime küfrettiğini anlarsınız.
Ama Özkök Paşa'ya, son dönemde, açıktan küfrettiğini duydum.
6. İzmir'de, Kara
Harp Okulu'nun Menteş Kampı'nda, sahildeki kameriye altında, saygı duyduğum bir orgeneralle sohbet ediyorlar. Ben de, görevim icabı, yakınındayım ve kameriyenin sarmaşıklarla kaplı arka kısmında oturuyorum. Orgeneral arkadaşı,
Almanya ve Fransa'nın, asker sayısının 250 bin civarında olduğunu, bizimse 800 bini aştığımızı, lüzumsuz bir kalabalık olduğunu, bunun, maliyetinin ve ülkeye iş gücü kaybıının hesaplarını da dikkate alarak gözden geçirmek gerektiğini anlatıyor. Profesyonel orduya geçiş şart diyor. Hatta, ordu evleri ve sosyal tesislerde görevlendirilen asker sayısının, orta halli bir devletin asker sayısını aşacak kadar, 60 bini geçtiğini söyledi. Tüm şehir ve ilçelerde, ne kadar asker bulundurma stratejimizin, gözden geçirilmesini de istiyordu. Bizim
paşa, net ve açıktan “O lmaz öyle şey” diyerek, bu ülkede doğan her erkeğin bu tezgahtan geçerek bizi tanıması lazım. İlçelere kadar askerin yayılması da, iç tehditlere karşı halkı
kontrol etme stratejimizin gereğidir, diyordu! 7. Çok müsrifti ve bir kraldan çok devlete maliyeti vardı.
Şahsi masrafları, eşinin sağa sola dağıttığı hediyeler dahil, Birinci Ordu'dan karşılanıyordu. Oğlunun düğününde, Fenerbahçe Orduevi'ndeki salon, üç defa boyanmıştır. Hanımefendi renkleri beğenmemiştir. Düğün masraflarının büyük bir bölümü de Birinci Ordu'dan ödenmiştir. Bunu o dönemde herkes bilir.
8. Hazırladığı
Balyoz Darbe Planı, ülkeyi dünyadan tecrit edecek ve çökertecek, belki de
Irak ve
Afganistan gibi, iç savaşa sürükleyerek bölecek, zavallı bir
Türkiye görüntüsüne neden olacaktı. Bu planın
uygulama esaslarını inceleyen, vasat bir zekası olan (başımıza nelerin gelebileceğini) açıkca kavrayabilir.
“Hatta bu planda görev alan bir devre arkadaşım, ‘bunlar çıldırmış' diyerek tepkisini ifade etmiş, sonra da, korkusundan ‘aman geçen gün sana söylediğimi unut!' demişti.”
Mektubun altında ad ve
soyadı yok; yalnız zarfın üzerinde ad ve soyadıyla açık adres var. Son olarak da şu notunu ileteyim mektubu gönderen emekli subayın:
“TSK'da subaydım, şimdi emekli oldum. Ne zaman ki, Orgeneral Çetin Doğan'ın maiyetinde kısa dönem emir subayı olarak çalıştım, kafamda da yüreğimde de bu kurumla ilgili ne varsa yıkıldı gitti. (Televizyon çıktı) Şerefli Türk ordusunu, halkın gözünde rezil etti... Böyle durumlarda havada mektuplar uçuşur, bilirim. Ama ben, (gene de) size yazmaya ve bizzat gördüğüm şeyleri anlatmaya karar verdim... Önce şunu belirteyim; bizlerden fazla korkmayın. Bizler eşlerinin baskısı altında ezilen, ama elindeki silah gücüyle toplumu baskı altında tutarak kendini tatmin edenlerin (de içinde yer aldığı) bir camiayız.
Efendim, bir kişiyle ilgili anlattıklarınızı doğru var saysak da, bu, sadece o kişiyi bağlar. TSK'yı ve bu kurumda, sizin gibi, onuruyla, başını dik tutarak, yüreği vatan ve millet sevgisiyle çarpan binlerce subayı değil elbet. Ha korkup korkmadığımıza gelince beyefendi, hiç merak buyurmayın. Rahmetli Turgut Özal'ın dediği gibi, “ Allah'ın verdiği canı Allah'tan başkası alamaz!”
AZİZ ÜSTEL - STAR