Ancak karar öncesi gelen askeri
muhtıra ve ana muhalefet liderinin "Yanlış karar çatışma yaratır" uyarısı, karara ve yüksek mahkemenin saygınlığına gölge düşürdü. Kararda "hukukun icrası"ndan çok, "rejimin bekası"nın rol oynadığı inancı yayıldı.
Yine de sonuçları açısından kararın toplumun gazını aldığı doğrudur. Sandığın yolunu açmıştır.
Nihai karar, en büyük hakeme bırakılmıştır.
* * *
Peki
kriz bitti mi?
Bence bitmedi. Sadece ertelendi.
Abdullah Gül'ün adaylığı, 27
Mayıs sonrası Ali Fuat Başgil'in adaylığının engellenmesine göre daha "kibar", ama muhteva itibarıyla benzer bir yolla durduruldu, ama AKP'ye de
seçim meydanlarda kullanabileceği bir koz verildi.
Üstelik 367 koşuluyla, bundan sonraki seçimler hepten zora sokuldu.
Bu durum "Halk seçsin" diyen koroyu güçlendirdi. Referandumda
halkı, "Sizi yönetecek
cumhurbaşkanını sizin seçmeniz yanlış olur" fikrine inandırmak kolay olmayacaktır.
"Yolu kesilen
mağdur parti" görüntüsünün sandıkta AKP'ye yarayacağını yazmıştım geçen gün... Darbeyle devrilenlerin daha güçlü haleflerle döndüklerine dair yakın tarihten örnekler vermiştim.
CHP lideri aynı kanıda olmadığını açıkladı.
12
Mart'ın ardından AP'nin ciddi yenilgiye uğradığını hatırlattı.
"Yani milletimiz devlet kurumlarıyla (
Baykal, bir süredir bu tabiri 'ordu' anlamında kullanıyor) çatışan partilere
destek vermiyor" dedi.
Acaba?
* * *
Öyleyse niye
27 Mayıs'ta "devlet kurumları"nca devrilen DP'nin yerine kurulan AP, 1961'de yüzde 34.7 oy aldı?
AP'nin 1969'daki oyu yüzde 46.5 idi.
1971'de yeni bir darbeyle durduruldu.
Oyu 1973'te yüzde 30'a düştü.
Neden 27 Mayıs'tan sonra DP geleneğine oy verenler,
12 Mart'tan sonra tavır değiştirdiler?
Buna
cevap bulmak ve önümüzdeki süreçte yaşanacakları öngörebilmek için Ümit
Cizre Sakallıoğlu'nun "AP-
Ordu İlişkileri: "Bir İkilemin Anatomisi" kitabını (İletişim, 1993)
tavsiye ederim.
Yazara göre 12 Mart sonrasında AP, kişi hak ve özgürlükleri karşısında devlet otoritesini güçlendirmeyi amaçlayan ara rejimin
sivil destekçiliğine soyunmuş, sola karşı askerle
işbirliği yapmıştır. (s. 111)
Sonuçta, AP, ara rejimin payandası bir devlet partisi konumuna gelmiş, yılların devlet partisi CHP ise "ortanın solu" söylemiyle "halk cephesi"ne katılmıştır.
Bu sayededir ki AP gerilerken 70'lerin CHP'si, tarihinde ilk -ve galiba son- kez büyük bir oy patlaması yaşamıştır.
* * *
Buradan herkes için alınacak dersler yok mu?
Şimdi zor bir seçim geliyor.
"Devlet kurumları"nın müdahalesi karşısında dik duran, (Ömer Laçiner'in deyimiyle, "mağdur olduğu kadar mağrur durumda"ki) AKP, sandıkta muhtıranın iradesiyle yarışa giriyor. Bu, en çok "devlet kurumları"nın itibarını zedelemeyecek midir?
Muhtıraya bel bağlayanlar ya da bu süreçte yalpalayanlar (başta DYP olmak üzere) sandıkta gerilemeyecek midir?
Onların yitirdiği oylar AKP'ye gitmeyecek midir?
Nitekim, güvenilir kaynaklardan aldığımız duyumlar, AKP'nin muhtıra sonrasında anlamlı bir yükseliş çizgisi yakaladığına işaret ediyor.
Cumhurbaşkanı seçimi halkoyuna bırakılırsa bugün korkulan seçenek daha güçlü bir şekilde gerçekleşmeyecek midir?
Bütün bunlar daha büyük bir krizin habercisi sayılmaz mı?
Görünen köy karşısında çare, Genç Parti türünden müttefikler aramak yerine, 1973'ün Ecevit'i gibi askeri müdahalelere ve sağ politikalara karşı halkın safında duran özgürlükçü, yenilikçi bir sol çizgi değil midir?
CAN DÜNDAR- MİLLİYET