İstinye'deki
Amerikan Başkonsolosluğu'nun önünde, vize almaya götürdüğüm eşimi bıraktığım yerde yarım saat sonra
kıyamet kopacağını bilemezdim.
Konsolosluğa sadece vize işlemi yapacak kişi alındığı için bizim gibi konsoloslukta işi olmayanlar
sokak arasındaki kafelerde veya arabalarda bekliyor.
Konsolosluğun üst tarafında arabada
gazete okuyordum, konsolosluğun yakınındaki caminin Kur'an kursundan çıkan çocuklar arabanın yakınına geldiler, onlarla biraz sohbet ettik, elimdeki gazeteyi yeniden okumaya başladığım anda
silah seslerini duydum. İlk başta az önceki çocukların maytap patlattıklarını sandım. Sesler şiddetlendi, kadın çığlıkları duyuldu ve dakikalarca süren bir çatışma oldu. Birbiri ardına patlayan silahlar, bağrışmalar, koşuşturmacalar, panik...
Kimse ne olduğunu bilmiyordu. Olay mahalline yaklaşmaya başladık. Silah sesleri kesilm
iş yerini çığlıklara bırakmıştı. İçler acısı
manzara orada takıldı gözlerime. Kanlar içinde polisler ve kanlar içinde
teröristler... Garipti ki polisler de onları şehit edenler de birbirlerine çok yakındılar, ama biliyorum ki ahirette birbirlerinden o kadar uzakta olacaklar.
Saldırının ardından binada
alarm çalmış,
Türkçe ve
İngilizce olarak "Bulunduğunuz yerden ayrılmayın, gizlenin, binayı terk etmeyin, dışarıda çatışma var." şeklinde dakikalarca
anons yapılmış. Dışarıda ise can pazarı kuruldu. Bir polisin vurulan arkadaşı için
kalp masajı yaptığını gördüm, cankurtarandakilerin vatan evlatlarının canını kurtarmak için çabalarını... Doktorların, hemşirelerin koşuşturarak polisleri hayatta tutma çırpınışlarını... Sedyeler,
serum şişeleri,
oksijen maskeleri... Vücutlarında yara var mı diye soydular üstlerini, bir çamaşırları kalmıştı bir de
siyah çorapları.
Hani üniformanın altına giyilecek ve mutlaka siyah olacak çorapları görülüyordu ambulanslara bindirilirken... Sirenler daracık sokakta kendine yol bulmaya çalışan polis arabaları ve ambulanslara yol açıyordu, sirenler Amerikan Konsolosluğu'nun ihtişamına inat sadelikteki gecekonduların duvarlarında yankılanıyordu.
Bir polis çocuğu olarak baktım şehitlere,
mavi üniformaları kana bulanmıştı. Ailelerini düşündüm, annelerinin yüreklerinin nasıl yanacağını, eşlerinin ve sevdiklerinin hâlini gözümün önüne getirmeye çalıştım. Ateş düştüğü yeri yakacak elbet, kimini "koca" deyip yakacak, kimini "kardeş" deyip yakacak; ama beni en çok hüzünlendiren "oğul" deyip yanacak olanlar. Oğul hasretiyle ömür tüketecek olanlar.
Bir
yaşlı kadın, yaşlı gözlerle baktı yerde yatanlara. Kırmızı boncuklar işli beyaz tülbendinin ucuyla ağzını kapattı; "
Polislerden ne istediniz, geberip gidesiceler, polislerden ne istediniz?" dedi; Konsolosluğun yokuşunda kendi boyundaki bisikletini yürüyerek çıkartmaya çalışan
küçük çocuk, "Koskoca polisleri vurdular y...lar" diye kınıyordu şeref noksanı saldırganları kendi kendine.
Gelen ilk ekipler kalabalığı dağıtırken bir
genç polis inatla bekleyerek seyredenlere haykırdı: "Polisin can çekişini mi görmek istiyorsunuz!" Suçluluk duygusu hissederek geri döndüm, oysa maksadım eşimin orada olup olmadığını öğrenmekti, içeriye kızını, arkadaşını gönderenler gibi. Kalabalık da utandı hâlinden sessizce denileni yaptı. Sarı şeritler çekilerek boşaltıldı alan, sonra bir daha şerit çekildi sonra bir daha. Olay yerinden uzaklaştıkça endişemiz artıyordu. Kameralar, gazeteciler doluştular, bir avcı misali görüntü kapma telaşıyla. Kameraları gören bazıları da görgü
tanıklarından duyduklarına yeni ilaveler yaparak sonradan gelen kameralara anlatmaya başladılar. Akşam haberlerinde her kanalın farklı şeyler anlatmasının sebebi bu.
Konsolosluğun girişinde cep telefonları toplandığı için kimseye ulaşmak mümkün değildi. Eşimi defalarca aradım. Beş saat sonra eşim içeriden çıktı. İçeride Terörle Mücadele'den gelen
sivil polislerin konsoloslukta bulunan herkesi sorguladıklarını söyledi. Bütün vize işlemlerinin durdurulduğunu, görevlilerin vize için "Biz sizi sonra ararız." dediklerini, zaten saldırı anında bütün Amerikalıların yerlerini terk edip kaçtıklarını ilave etti. Eşim içeride polislerin herkesi tek tek sorgularken beklemekten sıkılanların homurdanmaya başladıklarını, beylik laflar ettiklerini söyledi. Bunun üzerine oradaki
emniyet amirinin hüzünlü yüzüyle "Üç arkadaşımızı şehit verdik..." demesi üzerine az evvel polislere "Bizi niye bekletiyorsunuz?" diyenlerin başlarını önüne eğdiğini, kimsenin dakikalarca konuşmadan beklediğini aktardı.
Amerikan Konsolosluğu gibi İstanbul'un en iyi korunan binalarından birine hangi maksatla saldırılır? Ölümüne bir saldırı ile genç polisleri öldürmeye çalışan genç eşkıyalar, bu saldırıdan sağ çıkamayacaklarını bile bile neden girişirler? Hasan Sabbah ölür Hasan Sabbah mirasçıları ölmez, uyuşturucu haplarla
ölüme yollanır cahiller. Tam da bir
terör örgütü deşifre edilirken eski terör örgütlerini faaliyete geçiyormuş gibi göstermek kimin işine yarar dersiniz? Yarım saat geç kalsaydık çatışmanın tam ortasında olacaktık belki. Ne garip değil mi, üç gün evvel toprağa verdiğimiz
Erdem Bayazıt'ın dizeleri yeniden hatırlatıyor kendini "Ölüm bize ne uzak, bize ne yakın ölüm..."
SALİH GÜLEN