Korkaklar imparatorluğu...
Son dönemde, bu ülkenin yaşamakta olduğu derin siyasi
tartışma nedeniyle, ‘korku imparatorluğu’ tanımı
politika edebiyatımızın baş köşesine yerleşmişti...
Ünlü
Ergenekon soruşturmasıyla birlikte günlük yaşantımıza ‘sızan’ iddialar bütünü, ülkenin Soğuk
Savaş yıllarından yakın geçmişimize kadar uzanan bir süreçte ne tür bir
beyin kimyası ile yönetildiğini göstermesi bakımından önemlidir...
Kimse... Özellikle benim gibi üniversite yaşamı 1970’li yılların kanlı dönemine rastlamış insanlara ‘efendim bazı meseleler abartılıyor, iş siyasete dönüştü’ falan demesin... Ben o, 1
Mayıs 1977 günü
Taksim katliamından nasıl kurtulduğumu hala tam olarak hatırlayamıyorum... Ama kaç arkadaşımı gencecik yaşında toprağa verdiğimi gün gün, unutamıyorum...
O günlerin uzantısının ‘
PKK ile mücadele etiketi’ altında ne hallere dönüştüğünü de artık üç aşağı-beş yukarı bu memleketin haber takip eden bütün insanları biliyor...
Korku hastalığı vahimdir...
Bence, Erdoğan-
Peres tartışması sonrasında asıl üzerinde konuşmamız gereken bu ülkenin aynı zamanda bir ‘korkaklar imparatorluğu’ olup-olmadığıdır...
Sakın yanlış anlaşılmasın...
Kontrolsüz bir cesaretten, ona-buna dayılanmaktan, yersiz-nedensiz bela aramaktan söz etmiyorum...
Gezegenimiz bu tür devletler ve liderleriyle zaten dolu...
Türkiye’nin bugüne kadar gerek bölgesinde, gerek tüm uluslar arası sorunlarda gösterdiği ‘barışçı politika’ zaten biliniyor...
Bir devlet düşünün...
Bosna-
Hersek ve
Kosova’dan
Afganistan’a kadar uzanan çok geniş bir coğrafyada (
Lübnan’ın güneyini de unutmayalım) güçlü ve disiplinli ordusuyla ‘barışı inşa etmenin ve korumanın bir numaralı aktörü’ olarak tanınıyor...
Böyle bir ülkenin durup dururken maraza çıkartmayacağını da bütün dünya biliyor...
Bir tek, bizim bazı
kalem erbabı hariç...
Çünkü hepsinin ortak yaklaşımı,
Başbakan Erdoğan’ın,
İsrail’in
Gazze saldırıları karşısında sergilediği kararlı tutum sonucunda memleketin bir ‘bedel ödeyeceği’ yönünde...
‘Paranoya’ yani ‘korku hastalığı’ zor
tedavi edilen bir tür ruhsal bozukluktur...
‘Paranoya, aşırı endişe veya korkuyla karakterize edilen, sıkça mantıksız kuruntularla bilinen bir rahatsızlıktır.’
Böyle diyor ansiklopedik bilgiler...
Siyasette, dünyanın iki kutuplu olduğu, ‘kutup liderleri’ olarak
Amerika ve Sovyetler’in özellikle ‘kendi yandaşları’ arasında korku salmayı strateji haline getirdiği bir
miras... Genellikle, Başbakan’ın ‘monşerler’ (bu tanımın aşağılama amaçlı değil, bir düşünce bütününü sergileme hedefli kullanıldığına inanmak istiyorum) diyerek nitelediği ‘
emekli büyükelçiler’ arasında hakim bir ruh hali...’Sürüden ayrılanı kurt kapar’ mantığının geçerli olduğu, ‘aman filler tepişirken başımıza bir şey gelmesin’ düşüncesiyle hareket edilen günlerin mirası...
Bakın, Süleyman
Demirel de benzer şeyler mırıldanmış:’
Davos tarzı tartışmaların bir gün bedelini ödetirler, anlayamazsın...’
Medyanın hazin sınavı...
Doğru... Dönem, insanlığın bir duvarla bölünüp, kendini hapsettiği çok özel bir dönem olsa, anlayamazsın... Ama devir o değil, şimdi anlar, karşı müdahale için zamanını ayarlarsın...
Belki de bu eski alışkanlık günleri nedeniyle
Oktay Ekşi, hala, ‘Türkiye’nin başı sıkıştığında birilerinin sorunlarını bizimle değil
Hamas’la çöz’ diyebileceğine inanıyor,
Semih İdiz, yazısının başlığına,
Kasımpaşa’dan niçin diplomat çıkmadığı anlaşılmıştır, cümlesini koyabiliyor,
İsmet Berkan’ın
Radikal gazetesi de manşetinde Davos’ta Kasımpaşa havası sözünü kullanabiliyor. Yılmaz Özdil, Mehmet Y.Yılmaz gibi ‘sınırlı
dış politika bilgileriyle iç politikadaki taraftarlıklarını harmanlamaya çalışan’ yazarlar grubundan söz etmek istemem (bu türlerden ne kadar çok olduğunu bu olay da göstermiş oldu) ama, Osman Ulagay gibi ülkenin ciddiye alması gereken bir beynin bile Davos’tan yazdığı yazıda, ‘önemli fırsatlar kaçırdık’ mantığına sarılmasını kaygıyla karşılarım.
Milliyet’in yaşanılan olaydan hemen önce Sedat
Ergin imzasıyla
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nı dünya ve İsrail’e şikayete kalkışması,
Vatan’ın ise benzerini Davos tartışmasından hemen sonra yapması kayda değer örneklerdir...
Davos krizi patladığından bu yana görüşüme başvuran bir sürü televizyona söyledim, burada da yazıyorum: 1
Mart Tezkeresi reddedildiğinde de benzer kafa, Amerika’nın Türkiye’yi -nedense adı bir türlü konamayan- bir bedel ödeteceğini söylemişti, altı yıldır bekliyoruz, çıt yok...
Demek,
Gazi Mustafa Kemal’in ülkesine, bu dünyada, öyle kolay kolay bedel ödetilemeyeceğini, ödetilmeye kalkışılsa bile
19 Mayıs 1919’un geleneklerini taşıyan bu ‘devlet’in, ve ‘millet’in 1974
Kıbrıs Harekatı’ndan bu yana ne yaptıysa benzerini yapacağını çok iyi bilmek zorundayız...Bir yanda ‘anti-emperyalist, ulusalcı’ havalarda kalem oynatıp, senin gibi düşünmeyen herkesi ‘şucu-bucu, yandaşçı’ ilan edeceksin, ülkenin başbakanı İsrail Cumhurbaşkanı’na ‘bütün insanlık adına geç kalmış sözleri’ söyleyince çarşafa dolanacaksın...Yapmayın...
Önce ülkenize güvenin... Bu terapi, ‘korku hastalığını’ yenmeye birebirdir...
ARDAN ZENTÜRK-STAR