Meğer
Adli Tıp Kurumu, başkasına verdiği "şuç ehliyeti yoktur"
raporunu İbrahim
Şahin'in dosyasıyla karıştırmış.
Skandala dönüşen olaylar zincirinin ilk halkası 13. Ağır
Ceza Mahkemesi'nin
İbrahim Şahin'i
Adli Tıp'a sevk etmesiyle başladı. Şahin 5-23 Temmuz 2010 tarihleri arasında müşahade altında tutuldu. 4. İhtisas Kurulu da 20
Ağustos 2010 tarihinde İbrahim Şahin'e "cezai sorumluluğu yoktur" raporu verdi.
Ne var ki Adli Tıp daha önce aynı
sanık hakkında "sağlık durumunun cezaevinde kalmasına engel olmadığı" yönünde rapor vermişti. Mahkeme iki rapor arasındaki bu çelişkiyi sordu. Dosyalar, raporlar bir kez daha incelendi ve büyük bir skandal ortaya çıktı.
Adli Tıp, iddiaya göre bir hata yapmıştı ve İbrahim Şahin'e, "cezai ehliyeti yoktur" raporu verirken, başka birinin dosyasını inceledi. Yani
Adli Tıp Kurumu,
Silivri Cezaevi'nde
tutuklu bulunan ve
Kadıköy Adliyesi'nde yargılanan başka bir sanığın dosyasına bakıp, Şahin'e "cezaevinde kalamaz" raporu verdi.
Ergenekon yöneticisi olmakla suçlanan, Gölbaşı'nda cephaneliği, evinde de suikast timi listesi ve
hedef isimler çıkan Şahin,
Susurluk Davası'ndan da benzer bir raporla çıkmıştı. Son skandal akıllara bazı sorular getirdi. Mahkeme çelişkiyi farketmeseydi İbrahim Şahin yine yargıdan kurtulacak mıydı? En önemlisi de dosyaların karışması gerçekten hata mıydı ve adaletin tecellisinde referans olan bir kurum, böyle bir hatayı nasıl yapardı?