Allah'a nispet edildiğinde; O'nun bütün varlıklara olan nâmütenâhî lütuf ve
nimetleri, ikram ve ihsanları şeklinde anlaşılmıştır. İnsanlara nispet edildiğinde ise "minnet" kelimesinin bir menfî bir de müspet anlamı söz konusudur.
Menfî anlamda minnet; bir kimsenin yaptığı iyiliği başa kakması, sayıp dökmesi, iyilikte bulunduğu kimseden karşılık beklemesi... gibi olumsuz tavır ve davranışları ihtiva eder. Müspet mânâda ise Cenâb-ı Hakk'ın sonsuz nimet ve lütufları karşısında insanların O'na olan hamd ü senâ ve şükran duygularını ifade için kullanılır.
Kelimenin bu farklı mânâlarıyla alâkalı Hücurât Sûresi'ndeki şu âyet-i kerimeyi hatırlayabiliriz. Söz konusu
ayette Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:
- İslâm'a girmelerini sana minnet ediyorlar. Onlara de ki: Müslümanlığınızı bana minnet etmeyin. Eğer gerçekten iman etmiş, iman şuuruna ermiş iseniz bilmelisiniz ki, sizi iman yoluna sevk ettiğinden dolayı, asıl Allah size minnet eder!" (Hücurât Sûresi, 49/17). Öncelikle ifade etmeliyim ki her mü'min bu ayet-i kerimeyi sürekli boynuna asılı duran bir ferman-ı İlâhî gibi düşünmeli ve Hak karşısındaki konum ve duruşunu ayarlamak için sık sık ona bakmalıdır. Çünkü O Allah'tır (celle celâlühü). Her şeyin mutlak ve yegâne malikidir. Dolayısıyla minnet O'na aittir ve O'nun hakkıdır. Bu ayetle Allah (celle celâlühü) sanki bize şu hususları hatırlatmaktadır: "Ben sizi yoktan var etmedim mi? Varlığınız Benim vücudumun gölgesinin gölgesi değil mi? Size verilen izafî sıfatlar vahid-i kıyasî olarak Benim varlığımı ve sıfatlarımı göstermek için size verilmiş değil mi? Ben size imanı lütfetmedim mi? Biliyorsunuz ki eğer iman meşalesini içinizde yakmasaydım, ne âfâkî ne de enfüsî tefekkürünüz onu size kazandıramazdı! Ben sizi İslâm'ın yaşandığı bir ortamda yaratmadım mı? Sizi mütedeyyin bir ailenin vesayetinde dünyaya getirmedim mi! Din-i Mübîn-i İslâm'a
hizmet yoluna sizi sevk etmedim mi?"
Evet, bütün bunlar bize sorulabilir. Zira bir âyet-i kerimede, "Tutun onları, çünkü onlar sigaya çekilecekler." (Saffat Sûresi, 37/24) denilirken, başka bir ayette; "Sonra o gün bütün nimetlerden hesaba çekileceksiniz." (Tekasür Sûresi, 102/8) buyuruluyor. Yani hayat, iman, İslâm, içinde neş'et ettiğimiz ortam... vs. maddî-mânevî bütün lütuf ve nimetlerden sorguya çekileceğimiz bize bildiriliyor. İşte üzerimizde nâmütenâhî nimetleri bulunduğundan dolayı Zât-ı Ulûhiyet'in bize karşı minneti vardır ve elbette ki bu minnet O'nun hakkıdır. Değişik vesilelerle -biraz da espriye benzer bir mülâhazayla- ifade ettiğim gibi, Cenâb-ı Hak bize, "Bana ait şeyleri bir kenara
koyun da kendi kimliğiniz adına Bana bir tekmil verin!" diyecek olsa, neyin geriye kalacağını hiç düşündünüz mü acaba? Nasıl "ben" diyeceksiniz orada? Her şey Allah'tan olduğuna göre "ben" dediğiniz şey nedir? İşte bütün bunları teemmül edip Cenâb-ı Hakk'ın üzerimizdeki sayısız lütuf ve ihsanlarını görünce, O'na karşı hamd ü senâ hisleriyle dolup "Minnet ve şükran O'nadır." diyoruz. Bu, minnetin olumlu mânâsıdır.
Sadaka sadakatin ifadesidir
Kelimenin olumsuz mânâsına gelince konunun başında da geçtiği üzere, gerek açık bir şekilde, gerekse ima ve işaret yoluyla kapalı bir biçimde, yapılan iyilikleri ifade etme, sayıp dökme, başa kakma ve böylece iyilik yapılan kimseyi manen ezme, ona eza ve cefada bulunma demektir. Bu mânâyla alakalı da Kur'ân-ı Kerim'deki şu ayet-i kerimeyi hatırlayabiliriz: "Ey iman edenler! Sadakat nişanesi olan sadakalarınızı -zekât da buna dâhildir- insanların başına kakmak suretiyle o işi yapmamış gibi bir duruma düşmekten sakının." (Bakara Sûresi, 2/264) Sadaka, sizin Allah'a karşı sadık birer bende olduğunuzun ifadesidir. Çünkü mal, canın yongasıdır. Siz sadaka vermek suretiyle âdeta kendi canınızı yontuyor; yontup yongalar meydana getiriyor ve onları veriyorsunuz. Çalışıp kazandığınız, elde etmek için alın teri döktüğünüz o şeyleri verirken sanki canınızın yarısı sizden kopup gidiyor. İşte Kur'ân; "Böyle önemli bir ibadeti ifa ederken eziyet etmeyin, minnette bulunmayın!" diyor. Başa kakmanın neticesini de "Sadakalarınızı boşa çıkarmayın." ikazıyla bize gösteriyor.
Açıkça görüldüğü üzere bu mânâdaki minnet yapılan iyiliği alıp götüren, zararlı,
haram kılınmış memnu' bir minnettir. Çünkü "Kendilerine ihsan ettiğimiz nimetlerden hayır yolunda harcarlar." (Bakara Sûresi, 2/3) ayetiyle de ifade buyrulduğu gibi, esasen biz başka değil, Allah'ın bize verdiklerini veriyoruz. Buna göre biz sadece bir aracı, emanetçi, tevzi (dağıtım) memuru konumundayız. Allah'ın verdiği malın temizlenmesi, manen nemalanıp bereketlenmesi ve herhangi olumsuz bir tesire maruz kalmadan devam ve temadi etmesi için duruma göre bazen kırkta bir, bazen onda bir, bazen de beşte birini Allah yolunda harcıyoruz. Bu, o malın devam ve temadisinin garantisi olduğu gibi, bizim de Allah'a karşı sadakatimizin bir emaresi oluyor. Farklı bir ifade ile biz bu emri yerine getirmekle malın da mülkün de Allah'a ait olduğunu tasdik etmiş oluyoruz.
Özetle:
1 - Minnet kelimesi, bir anlamda Cenâb-ı Hakk'ın sonsuz nimet ve lütufları karşısında insanların O'na olan hamd ü senâ ve şükran duygularını ifade için kullanılır. Çünkü Zât-ı Ulûhiyet'in bize karşı minneti vardır ve bu minnet O'nun hakkıdır.
2 - Cenâb-ı Hak bize, "Bana ait şeyleri bir kenara koyun da kendi kimliğiniz adına Bana bir tekmil verin!" diyecek olsa, neyin geriye kalacağını hiç düşündük mü acaba? Her şey Allah'tan olduğuna göre "ben" dediğimiz şey nedir?
3 - Sadaka, sizin Allah'a karşı sadık birer bende olduğunuzun ifadesidir. Çünkü mal, canın yongasıdır. Siz sadaka vermek suretiyle âdeta kendi canınızı yontuyor; yontup yongalar meydana getiriyor ve onları veriyorsunuz.