Bana müsaade...
Kendi koyduğum başlığı kendim garipsedim:
"Bana müsaade..."
Dört ay daha dişimi sıksam dolu dolu yirmi yılı geride bırakacağım gazetenin en eski yazarı ben olduğum için "müsaade" istemek garibime gitti belki de...
Neredeyse elime doğmuş sayılan SABAH'taki konukluğum çoktan sona erdiği gibi ev sahipliğim bile eskimişti.
İlk "merhaba" yazısını yazdığım gazeteden geriye neredeyse kimse kalmamış, kurucu patronu bile gitmişti.
Zaman hızlı ve hoyrat akıyordu.
Zamanın içinde hem eskiyor, hem biriktiriyoruz...
Bir yandan o zamanla birlikte akıyor, bir yandan da zamanın akışını gözlüyoruz.
Hem o geçip gitmiş zamana anılarımızla bağlıyız, hem de "kaybolmuş bir zamanın" artık epey yabancısıyız.
Tanpınar'ın söylediği gibi:
"Ne içindeyim zamanın
Ne de büsbütün dışında
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında..."
Gene de bu "yekpare ve geniş an"ı, SABAH'taki yıllarıma bakarak çok da fazla örselemeden parçalarına ayırmaya çabaladım.
Bizim gibi ülkelerde medya, siyasal
iktidar kavgalarının hem arenası, hem de
kontrol kulesi olduğu için gözlerimin önünden epeyce hatıra geçti.
Turgut
Özal Türkiyesi'nin yaramaz çocuğu olarak başlayan, tabu yıkıcılıkla devam eden, 28
Şubat cuntacıları karşısında hazin bir şekilde ezikleşen, bu ezikliğin karşılığını para olarak almaya çalışırken iflas kayalıklarına çarpan bir serüvenin yer aldığı bir dönem albümü önüme konmuş gibi oluverdi...
Seksenli yıllar...
Doksanlı yıllar...
İki binli yıllar...
Yazının özgürlükle koklaşıp kısrak gibi koştuğu mutlu zamanları da yaşadık...
Haftada dört ile başlayan yazı macerasının, demokrasiden yana çıkmanın bir cilvesi olarak tek güne kadar indiği zamanları da gördük... Oksijensizliğin boğduğu bir ortamda bir yıllık terki diyarı da...
Bazılarının şimdiki davranışlarıyla,
baskıcı dönemlerde benimsedikleri rolleri birarada düşündüğümde hınzır bir gülümseme yerleşiyor yüzüme.
Belki bir gün o dönemleri daha derinlemesine konuşuruz.
Huzurlu ve özgür olduğum dönemlerin, huzursuz ve baskı altındaki dönemlerinden fersah fersah ilerde olduğunu da söylemeliyim...
Ama yazının özgürlüğü peşinde koştukça görünen ve görünmeyen faturalar ödediğimi de vurgulamalıyım.
Aslında bir bilanço yapmak kolay değil.
Aynı gazetede yirmi sene çalışınca "iyi"ler ve "kötü"ler alabildiğine, bazen iç içe girerek birikiyor.
Gazetenin şimdiki binası çok öncelerde Şişe ve Cam Fabrikası'nın genel müdürlüğüydü... Bu binada o dönemler planlama uzmanı olarak bir süre çalışmıştım... O zaman üniversiteye gitmek için "müsaade" istemiştim... Şimdi gene aynı binadan ikinci kez "müsaade" istemekteyim...
Gene de SABAH'a "bana müsaade" demek garip geliyor... Çünkü ev sahipliğim bile eskidi...
Belki de müsaade istemem bundandır...
Otuz dört yaşında geldiğim gazeteden elli üç yaşında izin isterken dilimden Tanpınar düşmüyor:
"Yekpare geniş bir anın
Parçalanmaz akışında"
Allahaısmarladık...
Bir gün yeniden görüşmek ümidiyle...
SABAH