ŞENER’İN ‘TABUT SİYASETİ ‘TUTAR MI?
Kamuoyuna aylardır ‘parti kuruyorum, kurdum, kurar gibi oldum’ tavrıyla papatya falı açtıran
Abdüllatif Şener, sonunda biraz da mecbur kalarak AKP’den
istifa etmiş ve kendi yoluna koyulmuş görünüyor.
Anlaşılan nabız yoklamaya, konjonktürü koklamaya ‘yeni oluşum hareketi’ adlı yapılanmasıyla bir süre daha devam edecek.Senaryoyu herkes biliyordu.Anlaşılan jönlüğe
terfi ettirilen aktörümüz biraz acemi ve fazla gayretkeş olduğundan kendi repliği dışındakilere okumamış.
Hareketinin adının yeni olması kendisi için bir orjinallik hissi verebilir ama bu film Türk siyasetinde izlenme rekorları kırdığı için hikaye de muhtemel son da herkesin malumudur.
Olgun ve ciddi rakipler her zaman siyasetin diri tutulmasına ve meşruiyet kazanmasına imkan sağlar. İktidar partilerinin alabildiğine büyümesi bir başarının değil uzun vadede tek başına sorumluluğun yükü
altında ezilmenin habercisi olur.Güçlü bir muhalefeti öncelikle
iktidar partileri arzulamalı ve memnuniyet duymalılar.Herhalde faşist idareyle yönetilmiş memleketler hariç siyasi tarihinde ‘ çok partili demokrasiye geçiş’ diye tuhaf bir adlandırma bulunan demokratik
sistem bulunmaz.Siyasetin tek partiyle meşru olmadığını ancak yıllar sonra öğrenebildik.Kendisini bir alternatif olarak öne çıkarmak ve başarı kazanmak isteyen hareketlerin sorunu başlangıç hallerinde ve stratejilerinde saklıdır.Öncelikle iki başarılı hareketi hatırlayalım. Adnan
Menderes ve üç arkadaşı
CHP içindeyken ‘Dörtlü takrir’ diye adlandırılan
demokratikleşme önerisini parti içinde savunmaları ve
ihraç edilmeleriyle başlayan süreç, halkın irade ve yenilikçi oluşlarına güveniyle pekişerek DP zaferini sağlamıştır.
İkinci örnek olay
Bülent Ecevit’in 1972’ de CHP genel sekreteriyken İsmet
İnönü’yü sol-marksist yükselişe yaslanarak genel
başkanlık koltuğundan devirmesidir.12
Mart muhtırasına karşı dik durmayı ve tepki vermeyi savunan Ecevit, önce delegelerin sonraki seçimlerde de halkın teveccühünü kazanarak haklı bir başarıya
imza atmıştır.Her iki olayın ana teması da sadece yeni olma iddiasıyla yetinmeyip kendi iradeleriyle ve vicdanlarıyla öne çıktıklarını, halka ‘sahici bir dile’ yaslanarak vurgulamış olmalarıdır.
Biz zaman kaybetmemek için tarihte sıçrama yapalım ve Abdüllatif Şener son kararından yine vazgeçmeden bugüne doğru ilerleyelim.
RefahYol iktidarı döneminde 28 Şubatçıların bir operasyonu olarak sahneye çıkan ve Başbakanlığa el koymak isteyen Yalım Erez’in ismini sanıyorum artık zor hatırlıyoruz.
Ara rejim başbakanlığı yaparak siyasi kariyerinin zirvesinden inen
Mesut Yılmaz artık AB toplantılarında ‘
Ordu Türkiye’de kışlasına dönemez.Durum vahim’ kışkırtmaları yaparak ‘emir ve görüşlerinize hazırım’ mesajı vermeye çalışıyor.
DSP’yi bölerek kurulan Yeni
Türkiye Partisi Hüsamettin Özkan’a da,Kemal Dervişe de, İsmail Cem’e de siyasi ikbal getirmedi.
’Seyyar Demokrat’ mazisinin birikimiyle
ANAP’ın başına geçmeye yönlendirilen beyaz atlı prens
Erkan Mumcu artık 367 krizinin mimarlarından biri olarak cezasını ‘ulusalcı kanallara dert yanarak’ çekiyor.
İlhan Kesici “vatan mevzu
bahisse gerisi teferruattır” diyerek gel-git’ lerle dolu siyasi kariyerine CHP’de karar kıldığında, bir ‘ara dönem kampanyası’nın cazibesine mi kapılmıştı bilinmez.Ama artık yeni partisindeki sıralarda
sendika ağası bir isimle yan yana oturarak oyalandığına göre o da artık ‘teferruat’ olmayı içine sindirmiş görünüyor..
Siyasi oluşumlar iç mantıklarını, hiyerarşilerini ve etkileşimlerini bütünlüklü olarak sağlayamadıklarında ve halkla yabancılaşma sürecine girdiklerinde isimlerinin yeni olması sadece bir trajediye gülmemize olanak sağlar.Siyaset bilimci Niklas Luhman, siyasetin kendi dinamikleriyle var olmasına dikkat çektiği ‘Refah Devletlerinin Siyaset Teorisi’ adlı kitabında bu özerklik eksikliğinin altını çizer; “Kendini teşkil eden ögeleri kendi üreten ve üreterek yenileyen –burada kastedilen siyasi kararlardır- sisteme ‘kendini referans alan sistem’ denilir…Sistem kendini teşkil eden unsurları ,çevresinden devşirmemekte,bilakis onları kendi bünyesinde oluşturmaktadır…Sistem kendini referans alan niteliği sayesinde değişen meselelere karşı açık olabilmekte, bununla birlikte kendi operasyonel yapısını aynen muhafaza edebilmektedir.” Luhman’ ın ‘kendini referans alan siyaset’ deyimi kendini kutsayan, dışa kapalı ve egoist bir yapıyı önermiyor. Tam tersine siyaset dışı aktörlerin (
bürokrasi medya,
sermaye, silahlı güçler) kayıtsız şartsız müdahale ve teslimiyet arzularına direnen ve özerk yapısını koruyan bir öz-bilinç ve özerkliğin meşruiyeti koruyabileceğine dikkat çekiyor.
Sol’un alternatif oluşturma macerası uzun bir fasıldır.Sol, öncelikle teorik tartışmalarda sonuç alamadığı için ‘içerik’ kavgaları alternatif oluşturmayı engelleyici bir kısır döngü olarak karşısına çıkar.Sağ, pragmatizme yatkınlığından (oportünizm ayrı bahis) tekil olarak da var olur,
ittifak yaparak da kolayca kısmi buluşmaların içine girer.Sağın sorunu ‘
protokol’ meseleleridir.
Abdüllatif Şener, ‘dördüncü adamlıktan’ kurtulmanın heyecanıyla ‘protokol meselesini’ çözmüş ya da kabullenmiş görünüyor.
‘Her mülkiyeli biraz komünisttir’ diyerek ‘dışa kapalı ekonomi’ için statükoya sinyal de çakmıştı.’Demokratik Laiklik’ seslerine karşı ‘Ben Anayasa’daki laiklikten başka tarif tanımam!’ diyerek laiklerin gönlüne de su serpti.
Ergenekon davası için yorumu ‘devlet adamlığını’ tescil ediyor; “ Ömrü terörle mücadeleyle geçenler terörle suçlanıyor. Suçlamalar doğru değilse vahim. İddianame bir yılda hazırlanamazsa bu dava acaba kaç yıl sürer? Bazı basın yayın organlarında bazı ipuçları ele geçirilmiş gibi kamuoyuna yanlış yönlendirme yapılıyor.” Sanki Deniz Baykal konuşuyor!
Türk siyaseti yeni oluşumlar mezarlığıdır. Yeni hareketlerin, alternatif oluşumların başarısının ilk şartı ‘
sivil’ ve ‘özgün’ olmayı başarabilmeleridir.
Kendisinden öncekiler gibi Şener’de kurulu düzenin akil adamlarından tavsiyeler almış,kırmızı çizgileri ezberlemiş,cumhuriyet mitingleri rüyasından uyanamamış görünüyor.Türkiye’nin sorunlarına dair hiçbir ciddi proje ve argümanın sahibi değil.AB süreci, Kürt Sorunu, ekonomik kalkınma,Başörtüsü,ifade hürriyeti,Alevilik vb.hiç bir meseleye dair bir irade ve cesaret ifade edemiyor.
Geçis
toplumları, Türkiye’de dahil olmak üzere daha ziyade formlarla,mobiliteyle ve ‘estetize olarak’ var olan toplumlardır.Liderlerin ‘stil sahibi’ olmaları önemlidir.
Şener böylesi bir siyaset yapma stiline dair hiçbir ipucu veremiyor.Kararsız bir ruh haliyle,suflelerle konuşmaya alıştırılmış hitabetiyle , ‘taşı toprağı altın’ hevesiyle trenden indiği Sirkeci garından şehrin azametini seyrederek mırıldanan ‘taşra maceraperestini’ andırıyor.
Konya’da yaptığı ilk mitingde felsefesini
‘Türkiye’nin ihtiyacı tabutu kadar insan olmaya isyan edenlerdir’ diye bir Anadolu deyimiyle özetlemiş. Ben hiç duymamıştım. Yavuz Donat’da duymamış ve daha öncesinde sorarak cevabı almış; “ Yani tabutunla birlikte sen de yok olma. Önemli işler yap ki adın yaşasın.”
Siyaset dışı aktörlerin ‘toplum mühendisliği’ planlarında rol almıyorsanız, kendini referans alan siyaset gereği sivilliğinizi koruyorsanız, halka dayanan meşruiyetiniz ve ‘sahici’ bir kimliğiniz mevcutsa adınız yaşar.
Ama haklı ya da haksız, halkın meşru iradesini temsil eden bir iktidar partisi olarak AKP’nin , ‘siyasi ölü’ haline getirilmesi için davalar açılıyor, darbeler planlanıyorken siz de bu ‘tabuta çivi çakanlardan’ ve bu ölünün terekesinden hissedar olmak isteyenlerdenseniz büyük bir strattejik ve etik sorun var demektir.
Tabutunuz kadar insan olmaya isyan ederken, ‘tabut soyucularla’ işbirliği yapmışsanız ‘seçmen sandığının’ yeni oluşumcular için ‘tabuta dönüşme’ ihtimali de yüksek olur.