17 Aralık’taki ‘Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu' ve gazetelerin asılsız haberleriyle ilgili Cemil Tokpınar, "Böyle karalama kampanyasını hiçbir dönemde görmedim." diyerek dikkat çeken tespitler ortaya koydu.
Gazeteci Cemil Tokpınar, 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu sonrasında bazı yayın organlarının Camia'ya yönelik yapılan haberlerin yalan olduğunu ve 'medyada yaşananlara bir ad bulamadığını' ifade etti.
Tokpınar'ın yaptığı açıklamalar şöyle:
YALAN OLDUĞUNU BİLE BİLE HABER YAPIYORLAR
“Basında görülen bu durum, gazetecilik ahlakı ve insanî değerlerin hiç dikkate alınmadığını gösteriyor. Tam bir ahlakî yozlaşma olduğunu görüyoruz. Her türlü olumsuz ifadenin ötesinde bir olumsuzluk yapılıyor. Yanlışlıkla bir haber yapılır ve ertesi gün yanlış yapıldığı kabul edilir ve özür dilenir. Ama şu anda yalan olduğu bile bile haberler yapılıyor. Bu nedenle de haberi yapanların özür dilemek gibi bir derdi olmuyor. Sadece mahkeme kararıyla tekzip yayınlanabiliyor. Ayrıca birtakım medya organlarının yürüttüğü böylesi bir karalama kampanyasını basının hiçbir döneminde gördüğümü hatırlamıyorum. Bir basın organı art arda tekzip yayınlıyorsa biraz edep eder ve bundan sonra böyle yapmayalım der. Kısacası bu yaşananların adı nedir ben bilemiyorum. Bir isim de koyamıyorum.”
Sosyal medyayı da aktif olarak kullanan ve Twitter üzerinden paylaştığı düşüncelerine ilişkin bir soruyu cevaplayan Tokpınar, Fethullah Gülen Hocaefendi'ye yapılan haksızlıkları gördüğü için 30 maddelik tweet attığını şu sözlerle anlattı:
TWEET’LERİN NEDENİ
“O tweetleri 1 Ocak’ta attım. Kasım ayından itibaren tartışılan konuların hakperestçe tartışılmadığını gördüm. Özellikle yarım asra yakın bir süredir kendisini yakından tanıdığımız Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi ve hizmet için kurduğu kurumlar insafsızca eleştirildi ve garip iftiraların muhatabı yapıldı. Hocaefendi sanki bir ülke adına çalışıyormuş gibi akla ziyan iddialar gündeme getirildi. Bu durum devam edince 1 Ocak’ta 30 maddelik tweet attım. Sonunu ise dua ve itidal çağrısı ile bitirdim. Ama o günden bugüne problem azalmadı, hatta daha da alevlendi. O kadar düşmanımız varken ve o düşmanlarla da mücadele eden bir maneviyat büyüğünü hedef almanın ne kadar yanlış olduğu ortada. Ama iftiralarla insanlara 'Ateş olmayan yerden duman çıkmaz' düşüncesi yerleştirilmeye çalışıldı."
RİSALE-İ NUR TARTIŞMASI
Tokpınar’ın son dönemde ortaya çıkan hem basılması hem de bandrollendirilmesi konusuyla gündeme gelen Risale-i Nur’la yönelik tespitleri de dikkat çekici. Tokpınar devletin bandrol vermemesine karşı çıkarak şunları ifade etti:
“Bu tartışma biçimi Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin talebelerine yakışmayan bir üslupta gelişti. Bu üslup, dışlamalar, beddualar, tahrikler ve birbirini yok saymaları içeriyordu. İşte bu durumun birileri tarafından ustaca kullanıldığına ve bazı fitnecilerin aracılığıyla da Hocaefendi ile Üstad Bediüzzaman’ın talebelerinin arasını açmak için tahrik edildiğine inanıyorum. Kısacası insaf zemininden saptırılarak tartışılan sadeleştirme meselesi sadece Risale-i Nur’un hukukî vârislerinin basması, diğerlerinin basmaması noktasına götürdü işi. Bu Risalelerin devlet eliyle basılmasına zemin hazırlayan birinci durumdu. İkinci durum ise; Risale-i Nur’un devlet tarafından basılması Üstad’ımızın bir arzusuydu. Üstad’ımız Adnan Menderes döneminde Risale-i Nur’un basılmasını hatta okullara ders kitabı olarak konulmasını istemiş. Üstad’ın talebeleri Başbakan’ı ziyaret ederek Üstad’ımızın bu arzusunu tekrar dile getirdiler. Bana göre devletin bandrol vermemesi yanlıştır. Bir an önce de bu uygulamanın kaldırılması gerekir."
CİHAN