Bürokratik oligarşi
Cumhuriyet tarihimizde ilk defa, gerçek anlamda
sivil bir anayasa yapacağız. Yani ilk defa, bir
toplum olarak, ortak yaşamımızın temel ilkelerini belirleyecek, bir toplumsal
sözleşme haline getirecek ve altını imzalayacağız.
İlk defa olarak bu ilkeler bize dışardan dayatılmayacak, temsilcilerimiz aracılığıyla bizim irademiz esas alınarak belirlenecek. Böylesine temel bir
tartışma, sadece Atatürkçülük noktasında tıkanıp kalırsa yazık olur doğrusu. Evet, mevcut anayasanın hepimize Atatürkçü olma dayatması yapması vahim; ne Atatürkçülük ne de bir başka siyasi çizgi ya da ideoloji
Anayasa tarafından bütün vatandaşlara dayatılmamalı.
Ama önümüzde bekleyen Anayasa tartışmalarının tek önemli noktası bu değil. Bizi bekleyen en köklü tartışma konusu şu: Yeni Anayasa seçilmişlerle
bürokrasi arasındaki mevcut güçler dengesini, seçilmişler lehine değiştirecek mi, değiştirmeyecek mi? Mevcut güçler dengesinin nasıl bir "denge" olduğu, bu "denge" yüzünden seçilmişlerin atanmışlar tarafından nasıl güçlü bir kuşatma altına alındığı siyasetle biraz olsun ilgilenen herkesin malumu...
Önce bu kuşatma halinin 1960
darbesine kadar uzanan geçmişini kısaca hatırlatalım:
Türkiye'de DP hareketini "karşı devrim" olarak niteleyen bürokrasi, 27
Mayıs darbesinden sonra 50-60 arasında yaşananlardan önemli bir "
ders" çıkarıyor: Bu halkın sağı-solu; ne zaman kimi seçeceği belli olmaz. Biz de ilelebet yönetimde kalamayız, ikide bir darbe yapıp yönetime el de koyamayız. O zaman, öyle bir
sistem kurmalıyız ki, biz kışlamıza döndükten sonra da, seçimde kim gelirse gelsin, bizim kurduğumuz bürokratik
iktidar değişmesin, seçilenlerin iktidar gücü sınırlı kalsın, rejimin
kilit noktalarına koyduğumuz "bürokratik sigortalar" sayesinde
kontrol yine bizde olsun. İşte
27 Mayıs Anayasası bu mantıkla hazırlanıyor.
Milli
Güvenlik Kurulu, Yüksek
Askeri Şûr'a, Devlet Planlama Teşkilatı gibi kurumlar bu amaçla oluşturulup hükümetten iktidar "kaçırılıyor". Bir sonraki darbeyle yapılan 82 Anayasası'nda "seçilmişlerden iktidar
kaçırma" stratejisinin daha da ileri noktalara götürülerek, yeni kurumlarla, genişletilmiş yeni yetkilerle hükümetin ve Meclis'in iyice güçsüzleştirildiğini ve iktidarın bir avuç bürokratın eline teslim edildiğini görüyoruz. Bürokratik kurumlar kendilerinden sonra gelecekleri de kendileri belirleyerek, tek parti döneminin ideolojik çizgisini benimsemiş olan insanlara kendi yerlerini teslim ederek bir ideolojik hegemonya oluşturuyorlar.
Böylece, milli iradeyi boğan,
sandık sonuçlarını anlamsızlaştıran oligarşik bir yapı kurulmuş oluyor. Askeri bürokrasinin sivil iktidarları kuşatmak için giriştiği bu
operasyon Cumhuriyetin sivil elitlerinden de her zaman
destek görüyor. Çünkü onlar da aynı jakoben zihniyetle, "cahil halkımızın" hiçbir zaman kendisi için neyin doğru olduğuna karar veremeyeceğini, sandıktan her zaman rejim düşmanlarının çıkabileceğini, dolayısıyla halkın çıkarlarını halktan daha iyi bilen asker-sivil aydın zümrenin rejim üzerinde değiştirilemez bir iktidar kurması gerektiğine yürekten inanıyorlar.
İşte bugünlere böyle geliyoruz. Bu yapı yüzünden, darbe anayasalarıyla kurulan bu kontrol sisteminde kilit rol oynayan
Cumhurbaşkanlığı makamının seçimi her zaman
kriz yaratıyor. "Kontrol sistemi"ni kuranlar, cumhurbaşkanlığına onaylamadıkları birinin gelmesine hayat-memat meselesi olarak bakıyorlar. Bugün YÖK, YAŞ,
Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu,
Anayasa Mahkemesi,
Yargıtay,
Danıştay ve nihayet Cumhurbaşkanının yetkileri konusunda işaretlerini aldığımız değişiklik önerilerinin hepsi temelde bu sorunsalla ilişkili. Türkiye önümüzde uzanan "sivil anayasa" tartışmaları boyunca, esas olarak bu kronik sorunu tartışacak. Hiç şüphesiz, "rejim elden gidiyor" çığlıkları arasında yürüyecek bu tartışma.
Tartışma ne kadar geniş kitleye yayılabilirse; geniş kitleler "rejim elden gidiyor" çığlıklarının arka planında yatan oligarşik iktidarı koruma kaygısını ne kadar iyi deşifre edebilirse, o kadar etkisizleşecek bu çığlıklar. Toplum, seçmekle yetinmeyip seçtiklerine sahip çıktıkça ve onları bürokratik iktidarın kuşatmasından kurtarabildiği ölçüde
ülke demokrasiye doğru ilerleyecek.
GÜLAY GÖKTÜRK/BUGÜN