Referanduma karşı uyutma teknikleri
Türkiye,
referanduma gidiyor. Sessiz sedasız bir gidiş bu. Sokakta referandum heyecanı hissedilmiyor; ancak Türk
demokrasi tarihi açısından yeni bir sayfa açılıyor. Referandum sonucuna göre bundan sonra
cumhurbaşkanını
halk seçebilir.
Pazar günü yapılacak referandumun ana sorusu şu:
"Ey halkım, bundan sonra cumhurbaşkanını sen mi seçmek istersin yoksa senin seçtiğin Meclis'in iradesi mi?"
Bugüne kadar cumhurbaşkanını Meclis seçti. Halk iradesinin temsil gücü, o makama en uygun ismi aradı ve bir karara vardı. Ne var ki son cumhurbaşkanlığı
seçiminde
sistem kilitlendi. Önce kapalı kapılar arkasında 367 diye bir şart uyduruldu. Güya cumhurbaşkanını seçebilmek için toplantı yeter sayısının 367'yi bulması gerekiyordu. Bu, o kadar bâriz bir çarpıtma ve o kadar açık bir yanlıştı ki; hatanın anlaşılması için uzman olmak bile gerekmiyordu. Zira 1982
Anayasası ile dört cumhurbaşkanı seçilmiş, hiçbirinde de böyle bir şart aranmamıştı. Sonrası malum; mesele Anayasa Mahkemesi'ne götürüldü ve oradan skandal bir karar çıktı. Hukuk dünyası hâlâ mahcup; zira kararın gerekçesi değil hukukî delillere dayanmak, mantıkî önermelerde bile bulunamıyor.
Daha kötüsü, Anayasa'nın yorumu tartışılırken tansiyonun fevkalade yükselmesi ve
Genelkurmay Başkanlığı'nın web sitesinde
muhtıra metni yayınlanmasıydı. Derme-çatma bir açıklamaydı ve yaralayıcı özellikler taşıyordu. Bir yandan cumhurbaşkanlığı seçim sürecine müdahil olunuyordu, diğer yandan
Kutlu Doğum Haftası kutlamasına kadar pek çok meseleye atıfta bulunuyordu. Sonuçta olan oldu ve Türkiye, dünya kamuoyu nezdinde mahcup duruma düşürüldü. Cumhurbaşkanını seçemeyen, seçerken
kavga eden, sistemin kurallarını altüst eden; bu nedenle de
genel seçimlere gitmek zorunda kalan bir
ülke manzarası çıktı ortaya.
Şimdi sandığa gidiliyor. Halk "bundan sonra cumhurbaşkanımı ben seçeceğim" deyip mührü cebine koyabilir. Meseleye bugünün kısır tartışmalarından bakanlar, iç bunaltıcı yorumlar yapabilir; lâkin yedi yıl sonra halkın kendi iradesini seçilmişlerle değil, bizzat kullanmasını önemsemek gerekiyor. Cumhurbaşkanını cumhurun seçmesi kadar
doğal bir şey olamaz.
Referandumdan '
evet' çıkarsa, artık
Köşk krizleri yaşanmayacak, 367 hurafesinin arkasına sığınan bazı
küçük gruplar Meclis'i kilitleyemeyecek, Meclis'te
azınlık olan partiler, çoğunluğa tahakküm etmeyecek... Genel seçimler için öngörülen 5 yıllık sürenin uzun olduğu söyleniyordu, referandum bunu dört yıllık bir süreyle sınırlandırıyor. Meclis'teki bütün oylamalar için gerekli toplantı yeter sayısını 184 olarak belirleyerek kafa karışıklığını ortadan kaldırıyor. Cumhurbaşkanının görev süresini 7 yıldan 5 yıla indiriyor. Bunların hepsi olumlu değişiklikler. Kimin için? Tabii ki Türk milleti için, Türk demokrasisi için, Türk devleti için...
"Cumhurbaşkanını halk seçmesin" diyenler, kendi gerekçelerini halka arz etmek zorundadırlar. Halk iradesinin doğrudan tezahüründe ne mahzur olabilir ki! Meseleyi siyasî polemiklere boğmak yanlış olur. Bu referandum bir parti projesi gibi algılanmamalı. Zaten referandum tercihini 10. Cumhurbaşkanı Sezer kullandı. Mesele gayet açık: Bundan sonra cumhurbaşkanını kim seçsin? Halkın "ben seçerim" demesinden rahatsız olan bir zümre, konuyu uyutmaya, soğutmaya çalışıyor. Referanduma karşı çıksalar tepki doğacak; onu da yapmıyorlar. Sanki
pazar günü sandıklar kurulmayacakmış gibi davranıyorlar. Oysa Türkiye'nin kaderini yakından ilgilendiren tarihî bir hadise ile karşı karşıyayız. Vatandaş, yedi yıl sonra kullanacağı mührü şimdiden eline almak isteyebilir. Dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi bundan sonra cumhurbaşkanını halk seçebilir. Hiç de fena olmaz. Üstelik bunca yaşanan derin krizden sonra çok faydalı olacağını öngörmek de kehanet değil, hakkı teslim sayılıyor.