Ramazan asıl gurbette yaşanıyor

Gurbetteki Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Ramazan ayını nasıl idrak ettiğini Süleyman Sargın yazdı.

Ramazan asıl gurbette yaşanıyor

Oraya gittiğimizde Ramazan'a iki gün kalmıştı. O gün Ramazan münasebetiyle ikindi sohbetlerine ara verildiğini öğrendik. Çünkü Hocaefendi için Ramazan çok zor geçiyordu. Kendileri bu durumu ifade ederlerken "Bazı insanlar oruç tutar, bazılarını da oruç tutar; ben ikinci gruba giriyorum" diyeceklerdi. İki gün kalmıştı ama Ramazan'ın heyecanı duyulmaya başlamıştı. Yeni yazılan yazının başlığı da "Tam Ramazanlaşma Zamanı" olacaktı. Aslında o mübarek mekân, sadece Ramazan'da değil, senenin bütün ay ve günlerinde varidatın sağanak sağanak yağdığı, her yanın uhrevilikle tüllendiği bir feyiz ve bereket ocağıdır. Binaya adımınızı atar atmaz daha giriş katta birbiri peşi sıra akan hikmet dolu sözlerle karşılaşıyorsunuz. "Siyah yılanla birlikte ol, ama sakın nefsinle baş başa kalma!" uyarısını alıp merdivenlere yönelince "Esb-i nefse râkib olma pareler bir gün seni, Sakın tığ-i ağyarden, yareler bir gün seni" beyti sizi biraz daha kendinize getiriyor. Nefeslenmek için durulan ve tatlı, kısa, bereketli sohbetlerin yapıldığı merdiven aralığında "Erenlerin sohbeti, artırır marifeti" levhası ziyaretçilere marifet sofrasından olabildiğince nasiplenmelerini salıklıyor sanki. Evin her köşesi insanı düşünmeye, ibret almaya sevk eden uyarı levhalarıyla dolu. O kata çıktığınızdaysa huzurun insibağı sarıyor her tarafı. Tevazu ve mahviyetin heybetle iç içe olduğu bir hal ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Orada hayat tamamen kulluk edalı. Dua ve namaz oranın en belirgin iki rengi. Hocaefendi, Ramazan'dan bir gün önce mukabelenin hangi vakitte okunacağını etrafındakilerle istişare ediyor. Kendileri mukabelenin ikindi namazının ardından, kitap okumanın da mutat olduğu üzere sabah namazını müteakiben yapılmasından yana. "Eserleri Ramazan'da da bırakmayalım" diyerek okumanın ehemmiyetini bir kere daha gösteriyor. Torunu yaşındaki insanlar, mukabelenin sabah namazında, okuma dersinin ikindi namazında olmasının kendileri için daha uygun olacağını söyleyince istişareye verdiği ehemmiyeti gösterircesine "Peki, öyle yapalım" diyor. Ramazan mukabeleyle başladı. O mecliste mukabeleye iştirak etmek, Ramazan'a has bu Nebi geleneğini doya doya yaşamak demek. O, buğulu gözlerle tilaveti dinlerken siz, o mecliste göremediğiniz daha kimlerin olduğunu düşünüyorsunuz. Meleklerin, ruhanilerin ve kim bilir daha kimlerin bu örfaneye iştirak ettiklerini düşündükçe mukabele meclisi daha bir doyumsuz hale geliyor. Mukabeleden sonra misafirler istirahate çekiliyor. Kendileri ise bir müddet daha sınırlı sayıda insanla sohbeti yeğliyorlar. O sohbetler mukabele sofrasının ardından yapılan bir meyve ikramı gibi. Her mesele sohbet-i canana bağlanıyor. Bazen çocukluk yıllarına gidiyor, bazen askerlik hatıralarını yâd ediyor ama söz hep Canan'a çıkıyor. "Kendini yerden yere vurmayan, Hakk'ın takdirini yerden yere vurur. Az kendini bir şey sanacak olursan mesavi defterine bak, başını öne eğ ve 'Tövbeler tövbesi Ya Rabbi!' de." cümlesi bir sabah sohbetinin meyvesi. Tıpkı "Kendinde bir paye gören, Hak'tan gelecek paylardan mahrum kalır" cümlesi gibi. Muhtereme annemizden bahsederken "Anneler dua kaynağıdır. Duada samimiyet ve içten olma çok önemlidir. Izdıraptan iki büklüm olmuş bazı hak dostları dışında hiç kimsenin duası annelerin duası kadar samimi ve içten olamaz." diyerek bir hakikate daha işaret buyuruyor. Namazları umumiyetle kendileri kıldırıyorlar. Sabah namazının belki de günün ilk namazı olmasından kaynaklanan coşkusu sesine ve kıraatine yansıyor. Kur'an kelimeleri fem-i mübareklerinden inci gibi dökülürken siz başka hiçbir yerde yaşayamayacağınız bir haz zemzemesi içinde "Keşke hiç bitmese bu namaz" diyorsunuz. Farzın hemen ardından yapılan duanın uzunluğu, okunanın salat-ı münciye ile sınırlı kalmadığını gösteriyor. Size de aynı şekilde ellerinizi açıp "Amin, Allahümme Amin; O ne diyor ve ne istiyorsa Amin.." demek kalıyor. Sabah namazının ardından topluca bazen tesbihat bazen de Efendimiz'den mervi sabah duaları okunuyor. Ardından mukabele ve sohbet... Öğle namazı tam vaktinde eda ediliyor. Namazın ardından gürül gürül tesbihat yapılıyor. Misafirler, içine girdikleri o nurani helezondan başları dönmüşçesine bir yandan Kur'an tilavet ediyorlar, bir yandan Kur'an'ı asrın idrakine söyleten eserleri kendi aralarında mütalaa ediyorlar. İkindi namazının ardından iman-Kur'an hakikatlerinden ders yapılıyor. Ondan bir müddet sonra da senenin her günü yapılan ve hiç aksamayan dua saati geliyor. Dua saatiyle alakalı sitemlerini de "Dua saati mümkünse her yerde uygulansın istemiştik ama galiba uygulayan sadece biz kaldık." diyerek ifade buyuruyorlar. Dua saatinde herkes bir araya gelip belirlenen bir duayı taksim ederek okuyor. Dua coşkusu iftar anına kadar devam ediyor. İftara az bir zaman kala misafirlere hurma ve su ikram ediliyor. Okunan ezanın ardından Efendimiz'den rivayet olunan iftar duası okunarak oruçlar açılıyor. Akşam namazı yemekten önce kılınıyor. Hocaefendi, akşam namazlarında daha çok bir bulut gibi dolu oluyor. Bir akşam namazında "Rabbenâ lâ tüziğ kulubenâ.." (Rabbimiz, bize hidayeti lutfettikten sonra bir daha kalplerimizi kaydırma...) ayetine gelince sesi titriyor, kelimeler sanki boğazına düğümlenmiş gibi oluyor ama o ağlamamak için gayret sarf ediyor. Ayet biter bitmez kendini rüku'un enginliğine salıyor. Bir başka akşam da "İyyake na'budu..." derken aynı şeyi yaşıyor. İftarın ardından teravih vaktine kadar bir sohbet oluyor. Dua etmenin adabından bahsederken Cenab-ı Hakk'a emreden bir üslupla dua edilmemesi gerektiğini buyuruyorlar. Duada edep adına örnek alınacak kişilerin evleviyetle Peygamberan-ı izam olduğunu vurguluyorlar: "Enbiya-yı izamın istediği her şeyi Allah'tan isteyebilirsiniz. Duada peygamber frekansını yakalamak lazım. 'Allah'ım Efendimiz'in hayır adına senden talep buyurduğu her şeyi ben de istiyorum. O'nun sana sığındığı bütün şerlerden ben de sana sığınıyorum.' duasını sıkça okumak ve bunu yaparken de başta dua mecmuasındakiler olmak üzere O'ndan gelen bütün duaları mülahazaya almak gerekiyor." Bir başka akşam Nebiler Sultanı'nın büyüklüğünden bahsediyor: "Muhammed, nail-i medh ü sena olmuş demektir. Ahmed ise hamde kilitlenmiş, hamd üreten demektir. Efendimiz var olan meziyetleriyle ve bütün ihtişamıyla her zaman anlatılmalı. Anlatılmazsa feyzinden bereketinden mahrum kalırsınız. O'nu nasıl görüyorsanız öyle istifade edersiniz. O'na bir beşer gibi bakarsanız istifadeniz o kadar olur." Bir başka akşam Allah sevgisinin nasıl olması gerektiğinden bahsettiler. "Gönüllerde Allah sevgisini tetikleyemedik. Adı anıldığı zaman burnumuzun kemikleri sızlarcasına sevemedik. O'nu sevme adına kaç tanemiz evinin yolunu unuttu? Günde elli defa Allah'tan Allah'ı istemek lazım. Allah'ım seni istiyorum.. Çiğlikten, kabalıktan kurtulmanın yolu budur." Akşam sohbetlerinin ardından yatsı ve teravih namazına geçiliyor. Teravih namazı hatimle kılınıyor. Tekbirler, temcidler, salavatlar teravihe ayrı bir coşku katıyor. Teravihten sonra herkes istirahate çekiliyor. Ramazan'ın on birinci günü yakınındaki bir arkadaş kendilerini evine iftara davet etti. Sağlığı itibarıyla zorlanmasına rağmen davete icabet sünnetini yerine getirebilmek için neredeyse bütün günü istirahatle geçirdi. İftara gittiğimiz evde masasına kırk yıllık dostlarını alarak vefanın ne olduğunu da göstermiş oldu. Hemen yanı başında da merhum Yaşar Tunagür hocaefendinin yadigârı Mehmet Bey vardı. İftar sonrasında merhum Yaşar Hocaefendi'yi yâd etti uzun uzun. Edirne yıllarına gitti. Gözyaşları içinde Selimiye Camii'nin nasıl inşa edildiğinden bahsetti Sarı Selim'in rüyasıyla birlikte. "Allah Resulü rüyasında Sarı Selim'e Edirnem'e bir camii inşa et, buyuruyor. Ertesi gün aynı rüya tekrar ediyor. Bunun üzerine Sarı Selim, Efendimiz'e Ya Resulallah Edirne'ye mi Edirnem'e mi, diye sorunca Allah Resulü Edirnem'e cevabını veriyor." Daha sonra tevazu ve mahviyetin Allah katında ne kadar kıymetli olduğunu anlattı: "Tevazu ve mahviyet Allah'ın insanda en çok değer verdiği hususiyetlerdendir. İnsanın kendini nefyetmesi Cenab-ı Hak nezdinde çok büyük bir kredidir. Bir satranç oyununda fillerin, atların, piyonların oyunun kazanılmasında rolü ne kadarsa bu işlerde sizin rolünüz de o kadardır. Allah size büyüklüğünü bir kere daha duyurmak için çok küçük unsurlarla büyük işler yapıyor." Evet, orada ikindi yağmurları ara verdi ama Ramazan sağanağı hız kesmeden devam ediyor. Feyizyab olana ne mutlu! SÜLEYMAN SARGIN
<< Önceki Haber Ramazan asıl gurbette yaşanıyor Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER