Adli kolluk olarak savcının talimatını yerine getirip kanunlara uygun şekilde delil topladığı halde Yakup Saygılı’nın 1 kez memuriyetten, 3 kez de meslekten çıkarılması isteniyor. İçişleri Bakanlığı, meslekten ihracını yargıya götüren Saygılı hakkında soruşturma yürütüyor. Ancak Bakanlık müfettişleri, Saygılı hakkında hazırladıkları rapora montaj deliller ekleyip ifadeleri değiştirerek, belgeleri tahrif ederek “suç” oluşturuyor.
Zaman gazetesi yazarı Hanım Büşra Erdal'ın analiz haberine göre, müfettişler, polis müdürü hakkında “uydurulmuş olmayan” somut delil öne süremezken, kendileri rapora yansıdığı kadarıyla onlarca yıl hapis gerektirecek suçlar işliyor. Bunun ayrıntılarına Saygılı’nın İçişleri Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu’na, hukuk manifestosu gibi sunduğu savunma dilekçesinden devam edelim.
Saygılı’ya istenen cezanın gerekçesi Yasin el Kadı’nın görüntülerini medyaya sızdırmak. Buna dair delil olmayan rapor tamamen “Başbakan’a ulaşmak” iddiası üzerine kurgulanmış. Suçlamaya dair delil bulunamayınca, “Başbakan’ın hedef alındığı” iddiası üzerinden suçlamalar kuvvetlendirilmeye çalışılmış. Saygılı, “Soruşturma şüphelisi Yasin el Kadı iken müfettişler niçin Başbakan’ı suçlu gösterip, onun hakkında delil toplanmış gibi gösteriyor, anlaşılamamaktadır.” diyor. Dilekçesinin daha başında bu iddiayı; “Yasama dokunulmazlığına sahip milletvekili, bakan veya Başbakan aleyhinde delil toplanılmamıştır. Şüpheliler hakkında adli makamlar tarafından verilen talimat ve kararlar doğrultusunda delil toplanılmıştır.” diyerek çürütüyor. Başbakan ve bakanlar hakkında hiçbir teknik takip ya da dinleme yapmadıklarını vurguluyor. İnternete düşen ses kayıtlarına göre, İstanbul emniyet müdürü dahil birçok kurumdan yetkililere, “17-25 Aralık’ı yapan polisleri alın, yerine bizden birilerini atayın.” deyip, hukuksuz olan bazı talimatları yerine getirmekten de korkmamaları gerektiğini, iktidar partisi olarak bunları suç olmaktan çıkaracaklarını açıklamaları da bu soruşturmanın hukuki boyutuna ilişkin önemli ışık tutuyor. Yani Ala’nın başında olduğu bakanlığın müfettişleri dosya hazırlıyor, disiplin kurulu da değerlendiriyor. Bu da bağımsız ve tarafsız hakim ilkesinin ihlali. Bu noktada Saygılı, Cumhurbaşkanı’na bağlı Devlet Denetleme Kurulu’nun inceleme yapması gerektiğini vurguluyor.
İŞTE ÇELİŞKİLER
Raporda dikkat çeken asıl nokta ise bilinçli olduğu anlaşılan yanlış bilgiler ve bunlar üzerine suç inşa etme çabası. Yapılan yanlışlıklara bazı örnekler de şu şekilde:
Müfettişler iddia edilen suç tarihi “Nisan 2012” iken rapora “Nisan 2014” yazmışlar. Zamanaşımının dolması bu şekilde gizleniyor.
‘Suçlu’ olarak belirlenen polisler, hiçbir tasnife başvurmadan, tek eylemle suçlanmış. Herkes bir torbaya atılmış.
Polis (İ.K.), ifadesinde “tutanağı hazırlamadığını” söylerken, bu rapora “tutanağı hazırladığı” şeklinde geçiyor. Yine devamında, polis “hatırlıyorum” derken, bu da “hatırlamıyorum” olarak yazılmış. Bu şekildeki yanlışlar 1-2 tane olsa ‘hata’ denebilir belki ama yine polis Mahmut Yavuz’un, “Kamera görüntülerinin izleme ve değerlendirmesini ben ve polis memuru İ.K. ile beraber yaptık, imza altına aldık.” ifadesi rapora, “görüntülere ait tutanağa talimat üzerine imza atmış olduğu” şeklinde değiştiriliyor.
Haliç Kongre Merkezi’nden görüntülerin alınmasına dair tutanağın “sahte” olduğu iddia ediliyor. Buradaki durum da kara mizah örneği. Belgeyi inceleyen Kriminal Şube, “belgenin sahte olduğu tarafınızca sabit ise…” deyip “tespiti” müfettişlere bırakıyor. Müfettişler de, polis tespit yapmış gibi doğrudan, “bahse konu belge üzerinde sahtecilik yapıldığı…” şeklinde değiştirerek rapora koyuyor.
Polisin, soruşturmanın gizliliğini sağlamak için “maskeleme” yöntemi ile kongre merkezine götürdüğü yazıyı Narkotik Şube’den alıyor. Müfettişler Narkotik Şube’den bunu sormadıkları gibi, olayı da suçmuş gibi rapora yansıtmış.
Bütün bunlar gösteriyor ki, resmi belgede sahtecilik suçu işleniyor ama müfettişler bunu önemsemiyor. Bunun sırrı da, Efkan Ala’nın en başta emniyet müdürüne verdiği talimatta gizli olmalı. Saygılı’nın buna ilişkin: “Raporu hazırlayan müfettişlerin, kurulu yanıltmak amacıyla ifadede olmayan beyanları olmuş gibi rapora ekledikleri ve tezlerini gerçeğe aykırı hususlara dayandırdıkları görülmektedir.” diyor ve devamında müfettişlerin, “resmi belgede sahtecilik, adli yargılamayı etkilemeye teşebbüs, suç uydurma, görevi kötüye kullanma…” gibi çok sayıda suç işlediğini belirtiyor.
Müfettişler, Yasin el Kadı’nın avukatı gibi
Rapordaki tuhaflıklar bunlarla sınırlı değil. Müfettişler, polisleri Yasin el Kadı’yı yıpratmakla suçluyor! Ve o inanılmaz, hukukilikten uzak müfettiş tespiti şu şekilde: “Adı geçen (Yasin el Kadı) aleyhine ülkemiz kamuoyu nezdinde olumsuz bir algı yaratmak, ardından uluslararası kamuoyunun dikkatini bu kişi üzerine çekerek şahsın ‘BM tarafından teröre destek veren isimler listesinde olduğu iddiasıyla kara listeye alındığı vb.leri’ gibi haberler yıpratılarak adı geçenin Sayın Başbakan ile birlikte olan ve yasalara aykırı elde edilen fotoğrafların basına sızdırılması stratejisi ile Sayın Başbakan’a ulaşmak ve ülkemizdeki güven ve istikrar ortamını bozmaya yönelik eylemler olarak değerlendirilmektedir.” Bu ifadeler, idari soruşturmanın değil, tam da siyasi bir eylemin en açık ilanı.
EL KADI'YI SORUŞTURMAK SUÇ GİBİ SUNULUYOR
Adli bir dosyanın şüphelisi olan Yasin el Kadı’nın müdafisi gibi yazılmış bu ifadelerin normal bir disiplin soruşturmasıyla alakası yok. Müfettişler, bu görüntülerin yasaya aykırı elde edildiğini iddia ediyor ancak evrakların hepsi kanuna uygun. Ayrıca delil olarak soruşturma dosyasında yer alıyor. Saygılı, Başbakan değil soruşturma şüphelisi Yasin el Kadı hakkında delil toplandığını vurguluyor. Bu açıdan bakıldığında ‘delil toplamak suç mu’ sorusu akla geliyor. Ama anlaşılan o ki, Başbakan’ın adı ya da gölgesi geçen hiçbir konuda ne polis ne savcılık delil toplayamaz. Başbakan, bakanlar ve milletvekilleri dışında kimsenin yasama dokunulmazlığı yok. Müfettişlerin mantığıyla Başbakan’ın dostları da bu kapsama alınmış oluyor. Yani bir anlamda El Kadı’yı soruşturmak suç gibi sunuluyor. Bu hukuki değil. Kaldı ki hukuken yetki ve sorumluluk savcılarındır... Bu da unutuluyor. Son bir nokta, müfettişler Yakub Saygılı’yı belki sadece “soruşturmanın gizliliğini ihlal”den soruşturabilir. Tabii bunu yaparken de üç ayrı yerde; emniyet, savcılık ve Haliç Kongre Merkezi yönetiminde bulunduğu bilinen (rapordaki ifadelere göre) görüntülerin kimlerce sızdırıldığı araştırılmalı. Bugünkü haliyle, bütün bunlar delil üretilerek yargıya müdahale anlamına geliyor. Saygılı’nın ihraç talebi de temelsiz. Çünkü narkotik şubenin kaybettiği bir belge üzerinden suçlama yöneltiliyor.
Balyozcu-Ergenekonculara yapılmayan muamele polise reva görülüyor
Nihai olarak, müfettişlerden Erhan Gülveren’in bu raporu hazırladıktan hemen sonra Teftiş Kurulu başkan yardımcılığına terfi etmesi de buradaki oyunu ele veriyor. Geçmişte, hükümete yönelik darbeye teşebbüs ettiği ciddi delillerle ortaya çıkmış tutuklu ve yargılama sonucunda mahkûm olmuş askerleri meslekten çıkarmayan hükümet, sadece kanunlara göre delil toplayan polisi en acımasız bir şekilde kumpas soruşturmayla meslekten çıkarmaya, memurluktan atmaya kalkıyor. Sadece polise değil, tüm ailesine büyük bir kötülük yapılıyor.