Zaten, bütünü bir tek odadan ibaret olan bir hücrecikte kalıyorlardı. O hücrecikte, Fatıma ocağı yakar ve yemek pişirmeye çalışırdı. Çok kere, ateşi alevlendirmek için eğilip üflerken, ateşten çıkan kılvılcımlar benek benek elbisesini yakardı. Onun için elbisesi delik-deşik olmuştu. Yaptığı sadece bu değildi.
Ekmek yapmak, evin ihtiyacı olan suyu taşımak da onun yüklendiği işlerdendi. Değirmen taşını çevire çevire eli nasır bağlamış, su taşıya taşıya da, Erzurumluların tabiriyle, sırtı "yağır" olmuştu.
Bu arada bir harp dönüşü
Medine'ye esirler getirilmişti.
Allah Resûlü bu esirleri, müracaat eden Medine halkına dağıtıyordu. Hazreti Fatıma da, ev işlerinde kendisine yardımcı olabilecek bir hâdim (hizmetçi) istemek için babasına gitmiş,
Efendimiz'in yanında oturanlardan hicap ederek hiçbir şey söyleyemeden evine dönmüştü. İnce kızının bir maksatla geldiğini anlayan Nebiler Nebisi oradaki maslahat hâsıl olduktan sonra kalkıp onun evine gitmişti. Hazreti Fatıma anamız der ki "Yatağa uzanmıştık ki, Allah Resûlü çıkageldi. Ben ve Ali yataktan doğrulmak istediysek de O buna mâni oldu.. ve aramıza oturdu. Öyle ki sadrıma temas eden ayağındaki serinliği hissediyordum. Arzumuzu sordu. Ben durumu anlatmaktan hicap edince, Ali dedi ki: "Ya Resûlallah, değirmen taşı çeke çeke kızınızın elleri nasır bağladı, su taşıya taşıya omuzu yağır oldu, ev süpüre süpüre toz
toprak içinde kaldı. Lütfederseniz yeni gelen esirlerden bir hizmetçi istiyoruz." Allah Resûlü bu istek karşısında memnun olmadı,
mübarek kaşlarını çattı ve şöyle dedi: "Kızım, Medine fakirlerinin hakkını size veremem. Allah'tan kork ve Allah'a karşı vazifende kusur etme! Allah'ın, omuzuna yüklediği farzları hakkıyla yerine getir. Kocana da daima sâdık ve itaatkâr ol! Onun hakkını da gözet! Sana istediğinden daha hayırlı bir şey söyleyeyim: Yatağına gireceğin zaman, otuz üç defa "Sübhanallah", otuz üç defa "Elhamdülillah", otuz dört defa da "Allahüekber" de. İşte bu senin için hizmetçiden daha hayırlıdır." Bunun mânâsı şu idi: Kızım, değirmen taşını yine kendin çevir, suyunu kendin taşı, evini de kendin süpür ama nazarlarını uhrevî âlemlerden sakın ayırma, senin ihtiyacın budur. Allah indinde kıymet ve derinliğini arttırmak istiyorsan, tesbîhe yapış, tahmîde sığın ve tekbîre tutun. Sizin istediğiniz şey fânî dünya hayatına ve onun rahatına bakıyordu. Hâlbuki ben sizin
ahirette mesud ve bahtiyar olmanızı istiyorum.
ALLAH RESÛLÜ MÜ'MİNLERİN AKIBETİNDEN ÇOK KORKUYORDU
Resûl-i Ekrem azim
şefkati ve engin merhametiyle müminlerin akıbetinden çok korkuyor, onları yer yer ikaz, inzar ve irşad ediyor; bu işi de yine kendi
ailesinden başlayarak yapıyordu. İşte O, böyle bir aile reisiydi; bazen rahmet dolu bulutlar gibi çehresinde
tatlı bir yüz ekşiliği olurdu; ama bu yüz ekşiliğinin arkasında rahmet vardı, belliydi ki yağmur yağacak, ahiret hesabına etrafını sulayacak ve çevresini de gülşene çevirecekti. Çoğu zaman da, tebessüm eder, sinesini açar, onları bağrına basar ve aile fertlerine iltifatlar yağdırırdı. Onlar da bu tatlı havayı kaybetmekten korkar ve O'nun ahiret hesabına olan isteklerini yerine getirirlerdi.
İşte, Hazreti Fatıma her an vahyin
sağanak sağanak yağdığı bu atmosferde neş'et etmiş ve yaşamıştı. Gözlerini açar açmaz Peygamberler Sultanı'nı görmüş ve Peygamber'in
dava-yı vilayette vâris-i hâssı olan Hazreti Ali'nin evinde de aynı havayı teneffüs etmişti. Efendimizin dâr-ı bekâya yolculuğundan altı ay sonra o da göçüp gitmişti. Efendimiz de Hazreti Fatıma da ayrılığın uzun sürmeyeceğini biliyorlardı. Çünkü bir gün Allah Resûlü sevgili kızının kulağına "Kızım, artık baban yolcu, ötelere
yolculuk var!" deyince Hazreti Fatıma bir çığlık koparıvermişti. Onun ağlamasına dayanamayan Şefkat Peygamberi kızını tekrar yanına çağırmış ve kulağına "Kızım, ben gidiyorum ama ehl-i beytimden bana ilk kavuşacak olan da sensin. Yanıma herkesten önce sen geleceksin." demişti. Bu sözü bir
müjde olarak bağrına basan Hazreti Fatıma artık tebessüm ediyor ve O'na kavuşacağı günü beklemeye duruyordu.
Siz, Fatıma annemizi arz etmeye çalıştığım şu birkaç misaldeki duruluğuyla tanımaya çalışın. Şu karelerde onun ne kadar duru ve ne kadar nezih yaşayan nasıl bir nezihe ve nasıl bir pâkize olduğunu anlayın. Fakat Efendimiz işte o pâkize annemize bile diyor ki; "Ya Fatımatü, işterî nefseki minallahi feinnî lâ uğnî anki minallahi şey'en = Kızcağızım, sen de nefsini Allah'tan satın almaya bak; zira âhirette senin adına da birşey yapamam." Efendimiz, bu sözüyle, "Allah, karşılık olarak cenneti verip mü'minlerden canlarını ve mallarını satın almıştır." (Tevbe- 9/111) mealindeki ayete telmihte bulunuyordu.. bulunuyor ve en yakınlarından başlayarak herkese ahiretin yamaçlarını işaret ediyordu.
1 - Gözüne ve hayâline hiçbir günah girmeden Hazreti Ali ile evlenen, daha yaşı 25 olmadan ahirete yürüyen, arkadan gelen bütün evliyâ ve asfiyânın annesi olan Hazreti Fatıma validemiz, bütün ev işlerini bizzat kendisi yapardı.
2 - Kızım, değirmen taşını yine kendin çevir, suyunu kendin taşı, evini de kendin süpür ama nazarlarını uhrevî âlemlerden sakın ayırma. Senin ihtiyacın budur. Allah'ın rızasını istiyorsan tesbîhe yapış, tahmîde sığın ve tekbîre tutun.
3 - İşte O, böyle bir aile reisiydi; bazen rahmet dolu bulutlar gibi çehresinde tatlı bir yüz ekşiliği olurdu; ama bunun arkasında rahmet vardı, belliydi ki yağmur yağacak, etrafını ahiret hesabına sulayacak ve çevresi de gülşene dönecekti.
ZAMAN