Tercüman Gazetesi'ndeki yazı dizisinde
Aygün cezaevinde kaldığı dönemleri şöyle anlattı:
Türk yargısına olan güvenimi ve inancımı hiçbir zaman kaybetmedim. Benim için zor bir dönemdi. Buzdolabı aldırdığım doğru. Hatta bulaşık bile yıkadım. Birer
yatak ve ortak kullanıma açık bir
tuvalet ile
banyo bulunuyordu koğuşta.
Plastik sandalye ve
masa da getirdiler sonradan.
Televizyon izleme olanağımız sınırlıydı. Önceden istememiz durumunda da
gazete getiriyorlardı. Her iki
emniyet müdürlüğünde de günde 3 öğün yemeğimizi verdiler. Metris'te de
Kandıra'da da devletimiz bize iyi baktı. Ben bu
ülke için gecemi gündüzüme katıp çalışıyorum. Sırt üstü yatıp para kazanmak benim tarzım değil. Ama 14 gün boyunca sırt üstü yattım. Alışkın olmadığım bir durum. 14 gün önce çıkmış olduğum evime, 14 gün sonra aynı elbisemle, aynı ayakkabılarımla aynı pantolonumla geri döndüm.
Koğuşta Şener
Eruygur ve Hurşit
Tolon Paşalarım ile birlikte üç kişiydik. Komutanlarımın son derece programlı bir
yaşam tarzı olduğu için bu programlılık koğuşta da aynen devam ediyordu.
Sabah namazından sonra başlayan sabah sporu, hemen arkasından duş ve yarım saatlik dinlenmeden sonra kahvaltı...
Kahvaltı sonrası gazetelere göz atıyor ve sonrasında koyu bir sohbete dalıyorduk. Tabi arkasından volta atma faslı başlıyor ve öğle yemeği... Yemekten sonra çay içiyor, bir saat uyuyor ve uyandığımızda da kitap okumaya başlıyorduk. Akşam yemeği sonrası ise televizyon seyredip uyuyorduk.
Aileden aldığım
terbiye gereği yaşı benden büyük olan paşalarıma Kandıra cezaevinde kaldığım süre içinde ne bir gün bulaşık yıkattım, ne de çay demlettim. Tüm işleri ben yaptım. Bana da iyi geldi. Zaman daha çabuk geçiyordu.
Paşalarımız çok kültürlü ve birikimli insanlardı. Hemen her konuda sohbet ediyor, bilmediğim birçok bilgiyi detayları ile öğrenirken genel kültürümü biraz daha geliştiriyordum.