28 Şubat’ın ‘ağır silah’ faturası
28 Şubat sürecindeki kritik
tartışma konularından biri, kuşku yok ki köstebek vakasıydı. Kavganın çıkış noktası ise
Hürriyet Yazarı
Enis Berberoğlu’nun 17
Mart 1997 tarihinde yayınlanan yazısı oldu.
Berberoğlu, kimliği meçhul bir polis şefinin, 167 bin kişilik polis teşkilatı ve 7 bin kişilik özel timin askeri
darbe karşısındaki en önemli güç olduğu yolundaki açıklamasına yer verirken, bu polis şefinin
Bülent Orakoğlu olduğu iddiasını yazısına ekledi.
Orakoğlu, Berberoğlu’nun yazısındaki bu iddiayı yalanladı ancak macun tüpten çıkmıştı. Askeri kesim, Orakoğlu’na
öfke püskürüyordu.
Öfkenin sıcaklığı henüz soğumadan
Mayıs içinde başka bir tartışma alevlendi. Askerliğini Deniz
Kuvvetleri Komutanlığı’nda yapan
emniyet istihbarat mensubu onbaşı
Kadir Sarmusak’ın
Batı Çalışma Grubu’nun faaliyetleriyle ilgili ‘gizli’ belgeleri sızdırdığı iddiası
gündeme düştü. Bu iddia, Milli
Güvenlik Kurulu’nun 3
1 Mayıs tarihli toplantısının da önemli gündem maddesiydi.
Gazeteci Hakan Akpınar, ‘28 Şubat Post Modern Darbenin Öyküsü’ kitabında Genel
kurmay Başkanı
Karadayı’nın hükümete şu uyarısını yazdı: ‘Bir süredir
Genelkurmay ve bazı askeri birliklerimizin polis tarafından gözetlendiği yolunda duyumlarımız var. Bu bizi fazlasıyla rahatsız etmektedir.’
Askere göre Sarmusak, emniyet adına
casusluk yapıyor ve Genelkurmay ile kuvvet komutanlıklarının faaliyetleri hakkında
rapor hazırlıyordu. Orakoğlu, toplam ‘174 bin kişilik emniyet ordusu’ ifadesinin kendine ait olmadığını ısrarla söylese de o günlerin heyecanlı konularındandı.
O iddia, Refahyol sonrası dönemde emniyetin zayıflatılmasına yönelik operasyonun ‘gerekçesi’ oldu.
Polise ağır darbe
Refahyol döneminde Emniyet
İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu’na atfen piyasaya yayılan ‘Darbe ihtimaline karşı TSK karşısında emniyetin güçlendirildiği’ iddiası,
Mesut Yılmaz hükümeti döneminde yeniden depreşti. Askeri ve
sivil fişlemeye paralel olarak emniyetin etkisizleştirilmesi projesi, Genelkurmay tarafından devreye sokuldu. Yılmaz ise kayıtsız kaldı.
Genelkurmay Başkanlığı, 4 Şubat 1998 tarihinde
Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bir yazı göndererek, ‘TSK sefer planlarının gözden geçirilmesi ve güncelleştirilmesi hazırlıkları kapsamında bölgemizdeki gelişmeler ve genel siyasi ortam dikkate alınarak’ planlama yapıldığını bildirdi.
Bu nedenle Emniyet Genel Müdürlüğü envanterinde bulunan ağır silah,
mühimmat ile
araç ve malzemenin muhtemel bir seferberlik-savaş halinde askeri maksatlarla kullanılabilecek olanların envanterinin çıkarılmasını istedi. Bu silahların TSK sefer planlarına dahil edileceği duyuruldu.
Duyuruda yer alan ‘...genel siyasi ortam dikkate alınarak...’ ifadesi özellikle dikkat çekiciydi. Yazı üslubuna genel olarak bakıldığında, emniyetin kontrolsüz büyüdüğü ve TSK açısından tehdit oluşturduğu sinyalini almak mümkündü.
Bu yazıdan sonra Genelkurmay ve Emniyet yetkilileri, 11 Şubat 1998 günü bir araya gelerek, ağır silahlarla ilgili envanter çalışması başlattılar.
Toplantıdan 6 gün sonra, DTP kontenjanından hükümette Baş
bakan Yardımcısı ve
Milli Savunma Bakanı olarak görev alan
İsmet Sezgin,
İçişleri Bakanlığı’na gönderdiği (1
7 Şubat 1998) yazıda, emniyet envanterindeki ağır silahların bir bölümünün
terörle mücadele ve
OHAL Yasası kapsamında 1993 yılında alındığını ancak bu işlemlerin yasada açık hüküm bulunmasına rağmen Milli SavunmaBakanlığı’nın izni alınmadan gerçekleştirildiğini öne sürdü.
Sezgin’in yazıda bir iddiası daha vardı: ‘1997 yılından itibaren OHAL bölgesindeki iç güvenlik sorumluluğunun fiilen
Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na geçmesi ve 1993 yılındaki koşulların ortadan kalkması nedeniyle Emniyet Genel Müdürlüğü’nün ağır silah ve araçlara ihtiyacının olmayacağı değerlendirilmektedir.’
O halde?
Sezgin, yazının son bölümünde ağzındaki baklayı çıkardı: ‘Askeri amaçlı savaş silahı olarak mütalaa edilen EK-A’daki silahların 3212 sayılı yasanın ihtiyaç fazlası mal ve hizmetlerin satış, hibe, devir ve elden çıkarılması kapsamında Genelkurmay Başkanlığı’na devredilmesini rica ederim.’
Polise deniyordu ki: Terörle mücadele artık fiilen askerin işi, artık sana ihtiyaç yok, o nedenle elindeki ağır silah ve araçları teslim et...
İşte o silahlar
Sezgin, bu mektubu ayrıca, ilgi için Genelkurmay ve İçişleri Bakanlığı’na, bilgi için de
Başbakanlık ve MGK Genel Sekreterliği’ne gönderdi. Mektuba eklenen ve
Topçu Kurmay
Albay Güneş Önal tarafından hazırlanan listede teslimi istenen ağır silah ve mühimmatın dökümüne yer verildi.
Ağır silahlar:
1-60 havan (28 ilde, 326 adet)
2-RPG-7 roket (35 ilde 377 adet)
3-40 Launçher (43 ilde, 1.634 adet)
4-MG 3 Makineli
tüfek (38 ilde, 438 adet)
5-12.7 Makineli tüfek (39 ilde, 239 adet)
6-M-60 Makineli Tüfek (19 ilde, 50 adet)
7-FN-240 Makineli Tüfek (25 ilde, 75 adet)
8-40 MM Laun MK/19 (38 ilde, 114 adet)
Mühimmat:
1-RPG-7 mühimmatı (5.700 adet)
2-Uçaksavar mühimmatı (12.7 mm, 140 bin adet)
3-MG-3 mühimmatı (MG-3 mm, 440 bin adet)
4-Laun MK/19 Bombaatar (40 mm, 2 bin 300 adet)
5-Havan mühimmatı (60 mm, yok)
6-M-203 bombaatar (40 mm, 7 bin 300 adet)
Bu yazıdan hemen sonra emniyet envanterindeki bu ağır silah ve mühimmat, periyodik olarak Genelkurmay’a devredildi. Askerle birlikte terörle mücadelede önemli pozisyonu olan emniyete, ‘artık senin bu silahlara ihtiyacın kalmadı’ denilerek elindeki ağır silah ve mühimmatın alınması, hele bu girişimin Genelkurmay adına bir bakan tarafından yapılması o döneme ait unutulmaması gereken bir dersti.
Şimdi tekrar başa döndük. 28 Şubat sürecinde dağıtılan ve ellerinden ağır silahları alınan Özel
Harekat Timleri yeniden Doğu’ya gönderiliyor.
Mesut Yılmaz, İsmet Sezgin ve Çevik Bir başta olmak üzere tüm sorumlulara sormak gerekmiyor mu: Bu 10 yılın hesabını kim verecek?
ŞAMİL TAYYAR/STAR