PKK'nın stratejik beyni kim?

Yüreğimiz bir kez daha yangın yerine döndü. Acımız büyük. Terörün acımasız ve çirkin yüzüyle karşı karşıyayız yine. 15 Mehmetçik, hain saldırıda şehit oldu. İki askerimiz ise kayıp.

PKK'nın stratejik beyni kim?

Genelkurmay Başkanlığı'nın verdiği bilgilere göre terör örgütü PKK, cuma günü öğleden sonra Irak'ın kuzeyinden "ağır silahlar" ile saldırdı. Çıkan çatışmada 15 Mehmetçik (bir astsubay, altı uzman erbaş, sekiz erbaş ve er) şehit oldu. Ramazan Bayramı'nı Türkiye'nin dört bir yanında "kardeşlik" duygularıyla idrak ettiğimiz günlerin ertesinde gelen bu "hain" saldırı hakkında yorum yapmak aslında çok zor. Ancak saldırının "zamanlaması" ve "mahiyeti" dikkate alındığında ister istemez konuyla ilgili pek çok soru geliyor insanın aklına... Mesela onlardan birkaçı... Soğuk Savaş dönemine özgü "tipik" bir terör örgütü olan PKK, nasıl oluyor da 1984 yılından bu yana varlığını sürdürebiliyor? Bölgesel ve küresel değişim dinamiklerini önceden okuma becerisi gösteren örgütün "dağ" ve "ova" kadroları, PKK'yı her defasında yeniden örgütlemeyi hangi yöntemlerle başarabiliyor? Engin devlet tecrübesine sahip Türkiye, PKK'nın arkasındaki "iç" ve "dış" güçleri bildiği halde niçin terör örgütünü tamamen bitirecek "öldürücü" hamleyi bir türlü yapamıyor? PKK, Türkiye'nin içinde bulunduğu siyasî ve ekonomik konjonktürü çok iyi analiz ederek "zamanlama" harikası(!) eylemler gerçekleştirme imkânını nasıl buluyor? PKK'nın yuvalandığı Kuzey Irak "BBG evi" gibi gözetlendiği, teröristler ısıya duyarlı termal kameralar ve insansız uçaklarla takip edildiği, örgütün lojistik inleri ve iletişim merkezleri ABD'nin verdiği "anlık istihbarat" desteğiyle sürekli bombalandığı halde PKK hangi unsurlarıyla 'sınırötesi harekât' yapma cüreti gösterebiliyor? *** Bütün bu sorulara şöyle ya da böyle cevaplar verilebilir. Türkiye'nin terörle mücadele iradesi, ortaya koyduğu/koyamadığı siyasî perspektif, iç ve dış güç merkezleri gibi pek çok "faktör" PKK'nın niçin bitirilemediğine dair bir dizi değerlendirme için iyi bir zemin teşkil edebilir. Fakat bunların hiçbiri şu soruların tekrar be tekrar sorulmasını engelleyemez herhalde: PKK, Türkiye'nin "siyasî" haritasını derinden etkileyecek "zaman" ayarlı eylemleri gerçekleştirme başarısını nasıl gösterebiliyor? Terör örgütünü bu kadar ustalıkla yöneten stratejik beyin, kim ya da kimlerden oluşuyor? PKK bu konuda bir "özne" mi yoksa "nesne" mi? 24 yıldır Türkiye'nin ayağında bir pranga olan PKK terörünü iyi analiz edebilmek için bu sorulara herhangi bir "rahatsızlık" izhar etmeden cevap vermek gerekiyor sanırım. Tabii ki Türkiye'nin içinden geçtiği sürecin köşe taşlarını nazara vererek... *** Abdullah Gül, geçen yıl ağustos ayında "cumhurbaşkanı" oldu. İlk ziyaretini Doğu ve Güneydoğu bölgesine yaptı. Eylül ayının başlarında gerçekleşen bu ziyaret sırasında Cumhurbaşkanı Gül, sınırdaki en uç karakola gitti, nöbet tutan askerlerimize moral verdi, Mehmetçikle aynı karavanadan yemek yedi; Van'da, Şırnak'ta, Diyarbakır'da halkla kucaklaştı. Cumhurbaşkanı Gül'ün bölge halkına verdiği mesaj çok açıktı: Devlet burada, sizinle birlikte... Aradan bir ay geçti. 21 Ekim'de yeni cumhurbaşkanını halkın seçip seçmeyeceğini kararlaştırmak için halk sandık başına gitti. Şüphesiz referandum Türkiye için tarihî öneme sahipti. Oy verme işlemlerinin başladığı saatlerde gelen bir haber yürekleri dağladı. Terör örgütü PKK, Hakkari'nin Dağlıca köyünde konuşlanmış piyade taburuna kalabalık bir grupla saldırmıştı. Hain eylemde 12 askerimiz şehit olmuştu. Ayrıca PKK, 8 Mehmetçiği de kaçırmıştı. Sahi terör örgütü bu "cüretkâr" saldırıyla hangi gelişmelerin seyrini etkilemeye çalışmış ve nasıl bir mesaj vermek istemişti acaba? Gelelim son saldırı öncesi yaşananlara... Yaklaşık bir ay önce (1 Eylül 2008) yeni Genelkurmay başkanı olarak mesaiye başlayan Orgeneral İlker Başbuğ da "ilk" ziyaretini Doğu ve Güneydoğu bölgesine yaptı. Bölge halkının sıcak yaklaşımından duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Terörle mücadelede kararlı olduklarını söyledi. Dağa çıkışları önlemek istediklerini belirtti. Askerî tedbirlerin yanı sıra sivil politikaların önemine vurgu yaptı. Bir hafta sonra basının karşısına geçti. Çeşitli konulardaki görüşlerini açıkladı. Üzerinde en fazla durduğu konu terörle mücadeleydi. Başbuğ'un verdiği bilgilere göre terörle mücadelenin başladığı 1984'ten bu yana 32 bin terörist öldürüldü. Bu sırada 5 bin 660 sivil hayatını kaybetti. 4 bin 937'si asker, 6 bin 481 güvenlik mensubu şehit oldu. Orgeneral Başbuğ'un verdiği mesajların özü özetle şunlardı: TSK'nın önceliği terörizmle mücadeledir. Terör örgütü kırılma noktasına doğru gitmektedir. Sınırötesi harekâta izin veren tezkere Meclis'ten sorunsuz geçecektir. ABD ile ilişkimiz hem hava, hem kara hem de istihbarat paylaşımı noktasında 'mükemmel' durumdadır. İstihbarat akışında sıkıntı yoktur. Terörle mücadele sırasında kurallara uyulmak zorunluluğu vardır. Bir sivil vatandaş, operasyonlar sırasında öldürülürse terörle mücadele berbat olur. Son saptama önemli. Bir gazetecinin, "Yasalar mı uygun değil?" sorusuna İlker Başbuğ'un verdiği cevap manidardı: "Hayır, bunun yasayla ilgisi yok, sivillerin zarar görmemesi lazım." Aynı tarihlerde Başbakan Erdoğan başkanlığında "Terörle Mücadele Yüksek Kurulu" toplandı. PKK ile mücadelenin ele alındığı toplantının ana gündem maddesi terör örgütüne katılımların nasıl engellenebileceğiydi. Devlet terör örgütünü bitirme konusunda önemli bir adım atmaya hazırdı yani... Bu gelişmelerin üzerinden bir ay geçti geçmedi PKK'nın Aktütün saldırısı meydana geldi. Sahi PKK'nın bu kez amacı neydi acaba? Mart 2009'da yapılacak yerel seçimlerde terör örgütüyle aynı tabana hitap ettiğini açıklayan Demokratik Toplum Partisi'nin (DTP) bölgede oylarını AK Parti'ye kaptırmasını önlemek mi? DTP'nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması halinde bölgede terörün artacağı sinyalini vermek mi? Devletin PKK meselesini "güç kullanmadan" sivil tedbirlerle çözmesini sabote etmek mi? Başbuğ'un, "Sosyal devletin tam uygulanmadığı yerde insanları cemaatleşmeye itiyorsunuz. Ekonomik çıkar için din bir araç olarak kullanılıyor." sözlerinden vazife çıkararak bölgedeki barış atmosferini berhava etmek mi? Önümüzdeki hafta Meclis'in gündemine gelecek olan sınırötesine harekât izni veren tezkerenin çıkmasını engellemek mi? En son Balıkesir'in Altınova beldesinde ortaya çıkan toplumsal kamplaşma benzeri çatışma alanlarını tetiklemek mi? Eski istihbaratçı Bülent Orakoğlu'nun ortaya attığı "PKK, Dev-Sol, Hizbullah ve Hizbuttahrir örgütleri Ergenekon tarafından kurulan 'naylon' örgütlerdir. Abdullah Öcalan da Ergenekon üyesidir." iddialarını kamufle etmek midir? *** Bunların hepsi ya da hiçbiri... Ama şu bir gerçek ki dünkü menfur saldırı Türkiye'nin toplumsal dokusunu, siyasî yelpazesini, ekonomik performansını etkileyecek önemli bir gelişmedir. Bundan daha mühim olanı ise bu saldırıdan sonra alınacak tedbirlerin aklıselimden uzak hissî yönler taşıması ihtimalidir. Bu endişemizin sebebi geçtiğimiz ağustos ayında Jandarma Genel Komutanlığı'nda yapılan devir teslim töreni sırasında Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Işık Koşaner'in yaptığı konuşmada saklı. Koşaner, AB doğrultusunda yapılan yasal değişikliklerin kişi hak ve hürriyetlerini genişlettiğini; ancak kolluk kuvvetlerinin terörle mücadelede elini zayıflattığını söylemişti. Terörün insan haklarını tehdit etmesi durumunda, hak ve özgürlüklerle ilgili dengenin yeniden kurulması gerektiğini de... Umarım bu saldırı, terörle mücadele yasasında alınacak kararlarda masum vatandaşların şiddeti esas alan teröristlerle aynı kefeye konulmasına zemin hazırlamaz. Türkiye'yi yönetenlerin sağduyulu çözüm önerileri geliştireceklerinden eminim. Emin olduğum bir diğer husus ise devlet sistematiğini mefluç etmeye matuf ince hesaplar peşindeki PKK'nın ve onu yönlendiren "stratejik" beynin bu kez başarılı olamayacağıdır. MEHMET YILMAZ- ZAMAN GAZETESİ
<< Önceki Haber PKK'nın stratejik beyni kim? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER