Silahlı mücadelede ısrar edenler marjinal bir grup haline getirilecek.
ABD Başkanı George
Bush,
Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan ile
Aralık 2002’de yapılan ilk görüşmesine şu sözlerle başlamıştı: "Aklımda
Irak var Mr. Erdoğan." Ardından 1
Mart Tezkeresi gündeme geldi. Ve
TBMM demokratik bir sürecin ardından ilk tezkereyi reddetti. Bu ziyaretten dört ay sonra Irak Savaşı başladı. Irak’ı işgalin üzerinden geçen 4 senenin en çok canı yanan
ülkelerinden biri
Türkiye oldu. Uyutulan, hatta yok olduğu varsayılan
terör örgütü
PKK,
Kuzey Irak’ta bulduğu zemini de kullanarak tekrar can yakar hale geldi. Onlarca vatan evladı şehit oldu. Türkiye’nin iç ve dış siyasi dengelerinin hassaslaştığı dönemlerde ise adeta azdırıldı. Referandumun yapıldığı gün
Hakkari’nin
Dağlıca ilçesinde meydana gelen
terör saldırısı bardağı taşıran damla oldu. Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin ‘derin kırılma’ yaşadığı uzun süren bir dönemin ardından Erdoğan-Bush ikilisinin 5
Kasım 2007 tarihinde
Beyaz Saray’daki buluşmasıyla iki ülke arasında yeni bir süreç başladı.
BAŞBAKAN, DOĞU PLANINI EN YAKINLARIYLA BİLE PAYLAŞMIYOR
TBMM’nin 17
Ekim 2007’de
iktidar ve muhalefetiyle 507 milletvekilinin onayını alan tezkeresi yeni sürecin temelini attı. Türkiye, PKK ile mücadele konusunda ‘
sınır ötesi operasyon’ kararlılığını tam bir diplomatik
baskı aracına çevirdi.
Ankara’da son iki haftadır yaşanan baş döndürücü askerî-diplomatik
trafik terörle mücadele işbirliğinde sonuç alıcı sona yaklaşıldığının işaretleriyle dolu.
Washington görüşmelerine katılan iki ismin (Ali
Babacan ve
Ergin Saygun) art arda yaptığı açıklamalar ve yaşanan trafik bu adımların daha da hızlandığını gösteriyor.
Dışişleri Bakanı
Ali Babacan’ın önceki hafta ‘istihbarat paylaşımı’ başladı diye duyurduğu sürece, geçen hafta Türk ve
Amerikan subayları arasındaki üst düzey görüşmeler eklendi.
Genelkurmay İkinci Başkanı
Orgeneral Ergin Saygun ile ABD Genelkurmay Başkan Yardımcısı Orgeneral James Cartwright ve Irak’taki ABD kuvvetleri komutanı Orgeneral David
Petraeus’un kısa sürede Ankara’da tekrar buluşması askerî anlamda bunun ilk adımını oluşturdu.
Kuzey Irak Bölgesel
Kürt Yönetimi Lideri Mesut
Barzani ile Irak Cumhurbaşkanı Celal
Talabani, Türkiye’nin sivillere zarar vermeyecek ‘sınırlı operasyonuna’ ses çıkarılmayacağı yönünde demeçç verdi.
Askerî-diplomatik trafiğin hemen ardından Başbakan Erdoğan ile
Genelkurmay Başkanı Orgeneral
Yaşar Büyükanıt buluştu. Görüşmede neler konuşulduğu kamuoyuna yansımadı. Ancak
Başbakanlık kaynaklarına göre, bir saati aşkın süren görüşmenin ana eksenini iki Amerikalı generalin gerçekleştirdiği ziyaretin sonuçları, Kuzey Irak’taki gelişmeler, sınır ötesi operasyon, PKK lider kadrosunun teslimi oluşturdu. Ankara kaynakları artan trafiğin Türkiye’yi aynı hızda yeni gelişmelerle baş başa bırakacağını söylüyor. Örneğin günlerdir, PKK’nın dağ kadrosunun başındaki Murat
Karayılan ve
Cemil Bayık’ın ABD askerlerinin elinde olduğu ve Türkiye’ye teslim edileceği konuşuluyor.
Başkent kulislerinde,
terör örgütü lider kadrosunun ‘paketlenip teslim edileceği’ beklentisi Orgeneral Büyükanıt’ın meşhur 12
Nisan 2007 tarihli basın toplantısından beri var aslında. O gün konuşulan ile bugün yaşanan arasındaki temel fark Türkiye’nin paketi kendi eliyle yapıp yapmayacağı ve örgütün tamamen
tasfiyesi. Bir de terörle mücadelenin hassaten PKK’dan ibaret olmadığı ve çözüm paketi şeklinde çoklu siyasî-askeri-diplomatik
açılımların gerekliliği. Yani Erdoğan’ın Doğu Planı.
Bu anlamda Erdoğan’ın Bush ve Rice ile paylaştığı söylenen çözüm planı da işliyor. Öncelikle Erdoğan’ın Bush ile görüşmesinden bugüne izlenen politikalar konusunda en yakınındaki halkalarla bile sınırlı bilgi paylaştığını hatta bazı isimlerle hiç paylaşmadığını not etmek gerekiyor. Sonrasında ise, Erdoğan’ın ‘
silah bırakma’, ‘
siyaset yapma’
çağrıları iyi
analiz edilmeli.
AK Parti’nin Doğu ve Güney
doğu’da izlediği politikaların daha ileri adımları PKK’nın bahsedilen tasfiye sürecinde de devreye girecek. İllere göre
kalkınma yatırımları, teşvikler, GAP’ın canlandırılması, eğitim teşvikleri ve hukuki çözümler de başbakanın uzun vadeli çözüm planlarının içinde yer alacak.
PKK’NIN ZEHRİ NASIL ALINACAK?
Bu konuda en önemli beklenti, PKK militanlarının dağdan indirilmesi,
batı basınının tabiriyle PKK’nın zehrinin alınması (silahsızlandırılması) için af beklentisi olup olmadığı.
CHP lideri Deniz
Baykal ve MHP lideri
Devlet Bahçeli’nin sert dille eleştirdiği af talebi
Hükümet Sözcüsü
Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in ağzından yalanlandı. Peki genel ya da kısmî af yoksa, dağdan indirme sürecinde hangi yöntem izleniyor ya da izlenecek? Gerek Başbakan Erdoğan, gerekse
Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral
İlker Başbuğ’un geçmiş dönemdeki demeçlerinin satır arasında bunlar saklı. Örneğin Erdoğan’ın öncelikli amacımız
silah bırakmaları mesajlarıyla, Başbuğ’un gençlerin dağa çıkışını engelleyemedik çıkışları paralel politikaları ifade ediyor.
Mevcut haliyle Türk
Ceza Kanunu’nun 221. maddesinde yer alan ‘etkin pişmanlık’ maddesi gereği eyleme bulaşmamış örgüt üyelerinin dağdan inmesi yönünd
e devlet zaten bir hukukî süreci işletiyor.
Jandarma Genel Komutanı Orgeneral
Işık Koşaner’in Kasım 2006’da teröre bulaşmış çocuklarını dağdan indirmeleri için
Güneydoğulu annelere yaptığı çağrı ile dağdan inmek isteyenlerin aktif pişmanlıktan yararlandığı bir kez daha gündeme getirilmişti. Eyleme karışmayanlar için hukukun ‘suçsuzluk’ düsturu üzerinden işleyen
sistem, suça bulaşmayan PKK militanlarının dağdan inip savcılıklara 2-3 saatlik ifade vermesi, yüz taraması,
emniyet tahkikatı sonunda serbest bırakılmasını şeklinde işliyor.
Güvenlik uzmanları ve başbakanlık kaynaklarına göre hem Erdoğan hem askerlerin silah bırakılması yönündeki çağrılarının hukukî temeli de bu. Yani iddia edildiği gibi kapsamlı bir
genel af vb. siyaseti zorda bırakacak
çözüm arayışı şimdilik söz konusu değil.
MAHMUR MODELİ Mİ, İSKANDİNAV ÜLKESİ Mİ?
Kararsızlık yaşanan husus, örgütün üst düzey kadrosunun nasıl
kontrol altına alınacağı, nasıl silahsızlandırılacağı ya da bölgeden nasıl tasfiye edileceği konusu. Burada 2003 yılında ABD-Türkiye görüşmelerinde
teklif edildiği ileri sürülen bu kadronun İskandinav ülkelerine sığınma taleplerine ses çıkarılmamasıyla, yargılanmaları için Türkiye’ye getirilmesi arasında hangi
tercihin öne çıkacağı tartışılıyor. Abdullah
Öcalan’ın
Suriye’deki Beka Vadisi’nden atılması ve paketlenip teslim edilmesiyle sona eren süreci yakından takip eden bir ismin değerlendirmesi bu anlamda dikkate değer: "Devlet, bugüne kadar uluslararası alanda birçok ülkenin maşası haline gelen PKK ve
yöneticilerine şunu söylüyor; silah bırakacaksan gel, başka ülkelere gitme, daha fazla kendini kullandırtma. Yargılan, cezanı çek." Ancak bu görüşe katılmayanlar da var. Şerafettin Elçi, 2003 yılında dağdaki üst düzey kadronun bir İskandinav ülkesine gitmesine izin verilmesi konusunda adı geçen ülkenin
Norveç olduğunu söylüyor. Yani ABD ile Türkiye arasında, PKK’nın tasfiyesi konusunda ilk görüşmelerde Norveç modeli denebilecek bir
öneri getirilmiş.
PKK’nın dağdan indirilmesiyle ilgili ilginç girişimlerden biri yine
MİT Müsteşarı Emre
Taner’in Ekim 2005’te Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla
Mesut Barzani ile yaptığı görüşme olmuştu. Görüşmeden sonra ilginç iddialar serdedilmişti. Örneğin Barzani’ye ABD ziyaretinden hemen önce, ‘Kürt Devleti kurulması yönündeki çalışmalarından rahatsızlık duyulduğunun iletildiği dile getirilmişti. Emre Taner’in ulus devlet refleksiyle dünya aktörü olunamayacağı yönündeki değerlendirmesi de bu görüşmeden hemen sonra dillendirilmişti. Görüşmeyi yakından bilen bir yetkilinin, dağdaki üst düzey PKK örgüt mensuplarıyla ilgili olarak
Aksiyon’a "Onların içinde yaşını başını almışlar var. Bir
Avrupa ülkesinde doktorlara görünmeyi, silah bırakıp gitmeyi isteyenler de vardır." sözleri mânidârdı. Bu sözler, terör örgütü PKK elebaşlarının İskandinav ülkesine sığınması modelinin devlet kurumlarında tartışıldığının göstergesiydi. Belki de o gün tartışılanlar bugün
uygulama aşamasında.
ÖCALAN SENDROMU MU YAŞANIYOR?
Peki ABD ne istiyor, sorunun çözümünde nerede duruyor? Diplomatik temas ve alınan sonuçlara bakıldığında, PKK meselesinde Türkiye’nin ciddiyeti ABD’li yöneticilerce algılandı, tercih yapıldı. Bu tercihin Türkiye’yi zorda bırakan yönleri, PKK militanlarının hiç değilse bir kısmı için Kuzey Irak ya da Türkiye’ye dönmeleri ve dağdan inmeleri ile ilgili hukukî sürecin nasıl işleyeceği. ABD, bugün Avrupa ülkelerinin dün bulunduğu noktada, af, kısmî af ya da eve dönüş yasası gibi hukukî girişimlerle, Kuzey Irak’taki Kürt yapıdan ve PKK’dan daha az tepki görmek istiyor. Bu notlar, Cemil Bayık ve Karayılan’ın son dönemde terör örgütünün yayın kanalı Roj TV ve internet siteleri üzerinden feveran etmesini daha anlamlı kılıyor.
Dağ kadrolarının paketlenmesi konusunda Türkiye’deki endişeler ise iki noktada düğümleniyor. Birincisi bunun kimin eliyle yapılacağı, ikinci husus paketlenen terör örgütü yöneticilerinin 1999’da
Abdullah Öcalan’ın yakalanmasına benzer sosyal travmalar ve sendromlar oluşturup oluşturmayacağı. Türkiye ile ABD arasında 4 yılı aşkındır yaşanan ‘güvensizlik ve temkin’ temelli ilişki, Türkiye’yi özellikle AK Parti iktidarını bu anlamda haklı çıkarıyor, endişelendiriyor. Ankara’da herkes şu soruyu soruyor: "Paketlenen teröristler, Öcalan’da olduğu gibi iç siyasi dinamiklerde infial, provokasyon ve negatif siyasi koza dönüşür mü?" Bir de
Ortadoğu’da etnik, dinî, mezhebî ayrılıkların hiçbir zaman sıfırlanmayacağı düşüncesi var. PKK bu anlamda silahsızlandırılmış bile olsa, Kuzey Irak ya da
İran merkezli PEJAK vasıtasıyla marjinal bir örgüt olarak korunabilir. Bu yüzden örgüt üyelerinin Türkiye kadar, Irak’ta kalması ve orada silahsızlandırılması da seçilebilir.
Mahmur kampı örneği, BM kontrolünde bu işin yapılabileceği senaryolarını da gündeme getiriyor.
Star Gazetesi Ankara Temsilcisi Şamil
Tayyar’a göre, Amerika ve Kuzey Irak’taki Kürt yönetimi, PKK’nın lider kadrosunun teslimi konusunda pek de niyetli değil. Türkiye’ye önerilen ara formül bunları üçüncü bir ülkeye göndermek. Ve bu ülkelerin içinde terör örgütü
elebaşı Öcalan’ın tesliminden önce gündeme geldiği gibi
Avusturya,
Fransa,
İtalya,
Belçika ya da başka Avrupa ülkeleri var.
Ankara kulislerinde dillendirilmeyen ancak kapalı toplantıların gündeminden düşmeyen bir başka yorum daha var. O da İran’a işaret ediyor. 21 Ekim Referandumu’nun yapıldığı saatlerde Hakkari’nin Dağlıca ilçesinde Türk askeriyle uzunca aradan sonra ilk kez grup halinde (200 kişi) çatışmaya giren PKK’lıların temel amaçlarından biri, Ortadoğu’da kurulan yeni denklemde oyun kurucu ülke Türkiye ile masaya oturmaktı. Bunun için iki şeye ihtiyaç vardı, birincisi
esir asker, ikincisi ABD desteği. PKK bu anlamda her iki istediğini de aldığını sandı, ancak kaybetti. Peki kendi siyasi geleceği adına asimetrik savaşın parçası haline gelen PKK, Türkiye’yi Kuzey Irak’a çekmeye çalışırken, Türkiye’nin bir İran-Türk çatışması tuzağına düşürülmek istenmiş olabileceğine dair bilgilere sahip miydi? Bunun cevabı belki de hiç verilmeyecek.
AK Partili bir yönetici bu noktaya farklı bir açılım getiriyor: "Başkan Bush son görüşmede de söze (Aklımda İran var Bay Erdoğan) diye başlayacaktı belki de. Ancak Bush-Erdoğan görüşmesinden önce
Dışişleri Bakanı Condellezza Rice’in Türkiye temaslarında, bize İran’dan bahsetmeyin şeklinde net mesajlar iletildi. Ve bu konu Washington’da tek bir kelimeyle bile konuşulmadı." Türkiye Ortadoğu denkleminde ABD’nin uzunca bir müddettir teferruat olarak kabul ettiği PKK konusunu enine boyuna masaya yatırma imkânına böylelikle kavuşmuş oldu. Sonuç ne olursa olsun, Türkiye, 2-3 yıl sonra PKK’yı bile unutacak yeni siyasi açılım ve gelişmelerle karşılaşabilir.
AKSİYON