İşte Ertuğrul Özkök'ün yazısının ilgili bölümü:
HAFTA sonu yurtdışındaydım.
Türkiye’nin meseleleriyle pek ilgilenmedim.
Döndüğümde, herkes
Can Paker’in evindeki yemeği konuşuyordu.
Tabiatıyla ben de ilgilendim.
Önce davetlilerin kim olduğuna baktım.
Sabah Gazetesi’nden 3 kişi var.
Ergun Babahan,
Mehmet Barlas ve
Nazlı Ilıcak.
Doğan Grubu’ndan da 3 kişi davet edilmiş.
Taha Akyol, Hasan
Cemal ve
Cengiz Çandar.
İkisi
Milliyet, biri Referans Gazetesi’nden.
Star Gazetesi’nden
Mustafa Karaalioğlu da davetliler arasında.
Anlayacağınız gibi,
Hürriyet’ten kimse yok.
* * *
Her siyasetçinin, istediği
gazete ve gazetecilerle konuşması kendi bileceği iştir ve bu seçimi yapmak da hakkıdır.
O yüzden de hiçbir zaman böyle bir şeyi eleştirmem.
Ama bu
tercihte, insanları aşan, belli bir öfkeyi ve kızgınlığı yansıtan bir motif varsa, o zaman üzerinde düşünürüm.
Çünkü, gerekçe bu olduğu zaman, yapılan tercih aynı zamanda
demokrasi ve çoğulculuk anlayışının da tezahürü haline gelir.
O yüzden, böyle bir tablo,
Başbakan açısından iyi değildir.
Eminim, bu tablo o toplantıya katılan bazı arkadaşlarımızı da rahatsız etmiştir.
Ben geçmişte bu rahatsızlığı duymuş ve yurtdışına giderken önemli bir gazeteden kimseyi davet etmediği için bir başbakana şunu söylemiştim:
"Bu uygulamadan vazgeçmezseniz, bir dahaki geziye ben de katılmam..."
Peki o Başbakan, o uygulamadan vazgeçmiş miydi?
Hayır geçmedi.
Ama
halk ondan vazgeçti.
Buna karşılık,
Demirel gibi, kendisine
muhalif gazetecilere tahammül eden siyasetçiler uzun yıllar Türk siyasi hayatında kaldılar.
Bu bir
kural mıdır bilmiyorum.
Sakın bunu bir sitem yazısı olarak algılamayın.
Gazeteci olarak hayatım boyunca, başbakanlarla bazen çok iyi bazen çok kötü ilişkilerim oldu.
Ne biriyle ne ötekiyle övündüm.
Ne birinden ne de ötekinden dolayı gocundum, üzüntü duydum.
Bunlardan çıkardığım
ders ise şu oldu:
Medya ile ilişkileri "intikam", "cezalandırma", "yok etme" zihniyeti üzerine kurmak, siyasetçilere yarar sağlamıyor.
Demokrasi bir "birlikte yaşama" rejimidir.