Cumhuriyet'e konuşan
Kadir Özbek, harddiski götürmesini 'komplolara karşı önlem' olarak açıkladı ama Özbek'in asıl korkusu merak uyandırdı. İşte Özbek'in Cumhuriyet'ten Leyla Tavşanoğlu'na yaptığı o açıklamalar:
Özbek, olası komplolara karşı HSYK'deki bilgisayarında önlem almış
Harddiski söküp yanında götürdü
‘İçinde önemli bilgi de yoktu'
Kurul üyeleriyle birlikte
istifa eden eski HSYK
Başkanvekili Özbek, yargıda yapılan düzenlemelerden son derece endişeli. Dünyanın hiçbir ülkesinde kendi yargısıyla düşman bir
adalet bakanı olmadığını ifade eden Özbek bakanın ana
yasa suçu işlediğini düşünüyor. Bilgisayarını iade etmeden önce bir arkadaşının “içine bir şeyler yüklenirse” uyarısıyla harddiski söküp aldığını açıklayan Özbek, “İçinde önemli bilgi de yoktu. İnsanlar bu duruma gelmemeli” dedi.
Geçen hafta başında kurul üyeleriyle birlikte görevinden istifa eden
Hakimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Başkanvekili
Kadir Özbek'le geri döndüğü
Yargıtay'daki odasında konuşuyoruz. Özbek özellikle
referandumdan sonra yargıda yapılan düzenlemeler konusunda son derece endişeli. Ciddi birtakım
uygulamalarda
Adalet Bakanlığı'nın anayasa suçu işlediğine dikkat çekiyor.
Dünyanın hiçbir ülkesinde kendi yargısına düşman olan bir Adalet Bakanlığı olamayacağının altını çiziyor. Bir de HSYK'de göreve başladığı sırada
bakanlık tarafından kendisine verilen bilgisayarı istifasının ardından iade etmeden önce bir arkadaşının birtakım uyduruk belgeler yüklenmesi tehlikesine karşı uyarısı üzerine hard diskini söküp aldığını anlatıyor.
-
TBMM'nin
Anayasa Mahkemesi üyeliğine
Afyon Barosu Başkanı
avukat Celal Mümtaz Akıncı'yı atamasını nasıl karşıladınız?
K.Ö. - Yargı
reformu adı altında
Anayasa Mahkemesi ve HSYK
sistemlerinde yapılan değişikliklere gerekçe olarak
demokratikleşme ve onun ötesinde yaygın bir temsil gerektiği gösterildi. Şimdi TBMM tarafından yapılan
seçimin niteliği üzerinde durmak lazım.
Türkiye'deki bütün barolar istisnasız birer oy kullandılar. Hem yüksek sayıda üyesi bulunan barolar hem az sayıda üyesi bulunan barolar eşit tutularak birer oy hakkına sahipler. Şimdi şunu sormak lazım. Çok sayıda üyesi bulunan baroların temsili nasıl oldu?
Demokratikleşme, yaygın bir temsil usulü ihdas edelim, diyoruz. Olsa
İstanbul,
Ankara,
İzmir barolarındaki avukatların tamamı bu seçimde temsil edildi, diyebilir miyiz? Dikkatle bakıyorum. Sanki bu iş yasa hazırlanırken ve kamuoyunun önüne referandumla getirilirken belli bir maksadın gerçekleşmesi açısından öngörülmüş ve düşünülmüş bir yöntem olarak görüyorum. Böylece de demokratik bir temsile dayanmadığı kanısındayım.
Tahammül sınırını aştık
- Ali
Suat Ertosun dışındaki
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyeleri topluca istifa etti. Bu istifanın ne yararı olur?
- Bir kere istifamızı demokratik bir tepki olarak görüyorum. Arkadaşlarım da bu açıdan değerlendirdiler. Bizim tahammül sınırlarımızın ötesine geçen birtakım sıkıntılar vardı. Bunları kamuoyuyla da paylaştık. Bize düşen artık cepheden, mücadeleden kaçmak değil kamuoyunun dikkatini buraya çekmeyi ve bu yoldaki tepkiyle kamuoyundan gelecek birtakım etkileri de katarak bu olumsuzlukları yaratanların uygulamalarında biraz daha dikkatli davranmalarını, hukuk çerçevesi içinde hareket etmelerini sağlamayı hedefledik.
- İyi de bu eyleminizin, onların hedefinize uygun davranmalarını sağlayacağına inanıyor musunuz?
- Benim umudum yok. Çünkü uygulamaları izliyorum. Uygulamalar kesinlikle demokratik bir sistem yaratmak değil, aksine sözde demokratik bir yöntemle yargı üzerinde istenilen hakimiyeti tesis etmeye yöneliktir.
Her aşamada, “Hakimler ve savcılar da HSYK'de temsil edilsin” dendi. Altını çizerek söylüyorum. Biz
Ağustos 2009'da kurul olarak bir görüş yazıp Adalet Bakanlığı'na gönderdik. O görüşümüzde biz de hakimler ve savcıların kurula girmeleri gerektiğini söyledik. Kaldı ki seçimden kaynaklanan birtakım kaygılarımız da vardı. Kürsüden hakimler gelsinler, derken bakanlığın hazırladığı listede bakanlığın üç tane, hiyerarşik şekilde bürokratlarının yer aldığını görüyoruz. Bu arkadaşlarımıza kürsüden gelen hakimler dememiz mümkün değildir. Bunlar bugün bakanın emri ve direktifi altında çalışan arkadaşlarımız.
Elbette, kadro, köken olarak hakimler. Ama şu anda kürsüde hakim ve savcı olarak bağımsız şekilde, bir yere bağlı olmaksızın yargı faaliyeti gösteren kişiler değiller. Dolayısıyla bu baştan konan hedefe uymuyor. Göreceksiniz. Muhtemelen Adalet Akademisi'nden de yine geçmişi Adalet Bakanlığı kökenli olan bir arkadaşımız seçilecek. Bunu da altını çizerek söylüyorum.
- Bunları söylediğinize göre iyi niyet konusunda kuşkularınız mı var?
- Kesinlikle iyi niyet göremiyorum. Bugün için öngörülen bir sistem vardı. O sistemin hayata geçirilmesi eşiğinde yargı engelini ortadan kaldırmak amacını taşıyan bir uygulama bu. Dolayısıyla da büyük sıkıntı görüyorum.
- Bütün bunlara rağmen
Ali Suat Ertosun, ‘Yeni gelecek üyelere yol göstereceğim' diyor. Onun yol göstermesini dinlerler mi?
- Ali Bey'in o sözleri şu amaca dayanıyor: Ben kurulun
hafızası olacağım, diyor. Aslında çok yakındığımız konulardan birisi kurulun sekretaryasının olmamasıydı. Biz yedek üyelerle birlikte, bakan ve müsteşar da olmak üzere kurulda on iki kişiydik. Onlara yedek demek de yanlış olur. Onların asıl görevi itirazları incelemekti. Onlar genel kurulun üyeleriydi. Kurul çalışmaları sırasında birtakım ilke kararları ve uygulamaları istikrarlı bir şekilde yapmak zorunda. Bu hem adalettir hem de meslektaşlar arasında eşit davranmanın gereğidir. Farklı mahkemelerden çıkan kararların bir mecrada, birbirine paralel olmasını sağlayan da yüksek yargılardır. HSYK'nin uygulamalarında bu işleri sağlayacak olan da kurumsal bir hafızadır. Ancak en çok yakındığımız, HSYK'nin kurumsal hafızasının olmayışıydı.
Biz hep, “Keşke kurumsal hafıza olabilecek türde kayıtlar tutabilsek. Yeni gelecek arkadaşlara daha önceki arkadaşlar gerekli bilgiyi verebilseler” derdik. Ali Suat Ertosun'un kastettiği bu konudur.
TV'lerde yayvan ağızla hakim -savcıları eleştirenler
- Sizlerin istifasıyla HSYK'ye
adaylık takviminde bir değişiklik olacak mı?
-
Hayır. Bizim istifalarımızdan önce Yargıtay'dan ve Danıştay'dan yeterli sayıda arkadaşımız adaylıklarını koydu. Belirlenmiş seçim takvimine göre Yargıtay'da 18 Ekim'de, Danıştay'da 19 Ekim'de seçim yapılacak. Kurul o şekilde oluşturulacak.
Hakim ve savcı arkadaşlarımızın istediği gibi bir sonuç çıkmasını umuyorum. Ancak beni asıl inciten son zamanlarda televizyonlarda, beni bağışlayın, ağızlarını yaya yaya konuşan bazı kişiler yargının çalışmadığını, vatandaşın yargıya güveninin olmadığını söyleyebiliyorlar. Bunları şiddetle kınıyorum. Lütfen herkes cumartesi günleri Adliye'nin kapısından içeride çalışan hakim, savcı var mı diye sorsun. En gencinden en yaşlısına kadar hakim ve savcı arkadaşlarımızın hepsi cumartesi,
pazar dahil her gün özveriyle çalışmaktadır.
Birisi çıkıp da ağzını yaya yaya, “Hakim ve savcılar çalışmıyor” diyemez. Referandum öncesinde
profesör unvanlı kimi yazarlar televizyonlarda Türk yargısının kararlarının yüzde 90 oranında AİHM'de bozulduğunu, bu nedenle Türk yargısının çok kötü durumda olduğunu söyleyebilmiştir. Oranları bilemem. Ancak bu profesörün sanıyorum bir yakını AİHM'de çalıştığı için kendisine bazı bilgiler gelmektedir. AİHM'nin yargı kararlarını bozması kesinlikle Türk hakim ve savcıların kabahati değildir. Uygulanan kanunların
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne, Avrupa
Adil Yargılanma İlkeleri'ne uygun düşmemesi nedeniyledir. Bu nedenle hakim ve savcı arkadaşlarımıza haksızlık edilmiştir. Yargı kötülenmek suretiyle de referandumdan “
evet” oyu çıkması sağlanmaya çalışılmıştır.
- Acaba bu ağızlarını yaya yaya konuşanlar, sizin için, “İstifa etmekte geç bile kaldılar. Dört dörtlük şov yapıyorlar” diyen Başbakan'dan mı cesaret alıyorlar?
- Referandum öncesinde yoğun bir propagandayla karşı karşıya kaldık. Uzun yıllardır yargı olumsuz birtakım söylemlerle yıpratılmaya çalışıldı. Elbette, bunun amacı bir sistem değişikliğine uygun yargının yaratılmasıydı.
Bu sistemi yürütme değiştirecekti. Dolayısıyla sözünü ettiğiniz kişilerin elbette yürütmenin başı olan Başbakan'ın söylemlerinden ya da Adalet Bakanlığı ve benzeri kurumlardan cesaret almaları, hatta cesaret almak değil, yönlendirilmeleri de mümkündür. Biz televizyonda büyük üzüntüyle yüksek yargının yuhalatıldığını izledik. Bir de yüksek yargıyla mahkemeler ve savcılıkların farklı kuruluşlar olduğu izlenimi vermeye çalıştılar. Oysa bunlar aynı meslek grubudur ve birbirinin devamıdır.
Ayrıca, benim çok yadırgadığım, yürütmenin kendisi gibi ayrı bir kuvvet olan yargıya bu derece düşman gibi davranmasıdır. Bazı aksayan yönler varsa bunu daha makul çözümlere kavuşturabilmek için yasal sınırlar içinde, birtakım yıpratma yöntemlerine başvurmadan konuşarak hal yoluna gidebilirlerdi. Ama işine gelmeyen her şeyi yargı aleyhine kullanma durumlarıyla karşı karşıya kaldık. Adalet bakanları, “Yargıyı izleyin” dediler; yargıyla
kavga ettiler. Herhalde yargıyla kavga eden Adalet bakanları başka hiçbir ülkede yoktur. Çünkü Adalet bakanı yargının düzgün işleyişinden sorumludur. Kavga etmek çözüm değildir.