Akıl terazisi bu sıkleti çekmez
CHP Genel Başkan Yardımcısı, “
Türkiye'nin eski büyükelçisi”
Onur Öymen, ABD'deki McClatchy grubundaki gazetelerde yer alan bir habere göre, türbanı
Alman Nazilerinin kahverengi gömleği ve İtalyan faşistlerinin kara gömleğiyle karşılaştırmış ve laikliğin
Müslüman ülkedeki demokrasinin esas parçası olduğunu vurgulamış.
Öymen'in neresinden b
akılırsa “neresinden düzeltelim bu lafı?” dedirten, akla ziyan değerlendirmesini akıl ve izan terazisine koyup, o terazinin de bütün dengelerini bozmaya tabii ki gerek yok. Akıl ve izan terazisinin bu sıkleti çekmeyeceği, çekemeyeceği çok açık.
Türkiye'nin dış ülkelerde çıkarlarını, kültürünü, hatta manevi kişiliğini temsil etmek üzere yetiştirilmiş ve yıllarca bu görevi dış ülkelerde yerine getirmiş, diplomasi tecrübesine sahip bir insanın, kendi ülkesinin insanına karşı bu kadar temkinsiz konuşabiliyor olması çok vahim. Ama bence daha vahim olan, böyle birinin bu kadar yıl bu temsil görevini bu bakış açısıyla yapmış olduğu gerçeğidir.
Akıl terazisi bu sıkleti çekmez tabiî, çünkü bu sözlerin ne akılla ne tarihle ne somut verilerle ilgisi yok. Bunlar aslında bal gibi “nefret ve aşağılama” duygularını dışa vuran sövgü sözcükleridir.
Analitik ve tarihsel anlamıyla faşizmin ne olduğu bellidir. Bugün yasalarla veya yasaların despotça oldu-bittilerle keyfi bir biçimde yorumlanması sonucunda dayatılan
kıyafet başörtüsü değil, başörtüsüzlüktür. Başı açıklık bugün faşizan bir dünya görüşünün siyasi simgesi haline getirilmiştir. Kimse kimseyi başını örtmeye zorlamamaktadır, hatta zorlayamamaktadır. Zorlayan olursa, abartmıyoruz,
kıyamet kopar. Ama bugün üniversite kapılarında insanlara zorla başları açtırılmaktadır.
Çıplak gözün gördüğü ve bilimsel tanımına uygun tek faşist
uygulama bu iken Öymen'in başörtüsünü faşist
üniforma ile özdeşleştirmesi yine de basitçe geçiştirilecek bir konu değildir.
Öymen ve temsil ettiği zihniyet bu ülkede
halkın büyük çoğunluğunun
yaşam tarzını ve kültürünü temsil eden bir olaya yüklediği simgesellikle kendi
toplumuna alenen
hakaret etmiştir. Buradaki “faşizm” nitelemesi analitik değil pejoratiftir.
Türkiye'de tabii ki herkesin farklı bir siyasi görüşü veya duruşu olması kadar
doğal bir şey olamaz. Ama Türkiye'de
siyaset yapan insanların sadece kendi partilerinin değil, başka partilerin tabanlarının duyarlılıklarını gözeten bir tutum içinde olmaları sadece basit bir nezaket kuralı değil, aynı zamanda “kin ve nefret suçlarına karşı korunma hakkı”nın bir gereğidir. Kimilerinin, konu din olduğunda toplumun büyük çoğunluğunun duyarlılıklarına karşı bu kadar saygısız bir tutuma, hiç bir sorun hissetmeden sapabiliyor olmaları, faşizmin (kesinlikle pejoratif bir nitelemeye konu olmaksızın, analitik haliyle) nerelerde kök saldığını çok iyi gösteriyor.
Aslında 301. madde üzerine tartışmaların yoğunlaştığı bugünlerde dikkatleri “Türklüğe hakaret”e çevirmişken, göz ardı ettiğimiz bir şey var.
Başbakan Erdoğan'ın bile “ne yapalım, her ülkede var benzer maddeler” diyerek kısmen savunmasını üstlendiği 301. maddenin aslında bir benzeri gelişmiş hiçbir ülkede yoktur.
Başbakan bu konuda fena halde yanılıyor veya yanıltılıyor. Gelişmiş ülkelerden kastımız
İngiltere,
Fransa,
Hollanda,
Almanya,
Avusturya veya ABD gibi ülkeler ise bunların hiç birinde devleti veya hâkim milleti aşağılamayı suç sayan veya bunu cezalandırmayı içeren hiçbir madde yok.
Ama belki bu ülkelerde olan şu tarz maddeler yanıltıyor olabilir: Özellikle
azınlık unsurlarına karşı veya ülkenin belli unsurlarına karşı ayırımcılık veya nefret duyguları oluşturabilecek ifade veya uygulamaları suç sayan maddeler bütün bu ülkelerin yasalarında vardır. Hiç birinde hâkim unsuru koruma ihtiyacı hissedilmez, doğal olarak. Ama azınlık unsurların korunma ihtiyacı daha gerçek bir ihtiyaçtır.
Belki bir farkımız veya göz ardı ettiğimiz konu tam da budur: Bizim Türklüğe hakareti engellemek için yasaya gerçekten ihtiyacımız yok. Asıl kendini herkesten imtiyazlı sayan, en iyi ihtimalle herkesten biraz daha fazla eşit sayan bir zihniyetin, “ötekileştirebildiklerini” aşağılamayı doğal hak gibi görenlere karşı bir düzenlemeye ihtiyacımız var.
Doğrusu, olgun ve seviyeli bir toplum olmamızın önündeki asıl büyük engel Türk toplumunda eşitlik veya eşit vatandaşlık kavramının yeterince içselleştirilememiş olmasıdır. Toplumun hâkim unsurundan biraz farklı olan herkesi hemen aşağılamaya, ayrı tutmaya, eşitsiz uygulamalara maruz bırakmaya, hatta onlara karşı
cinayetler işlemeye, işlenmiş hunharca cinayetleri makul ve haklı göstermeye çok kolay sapabilen bir standardı var bu ülkenin. Bu standart çalıştıkça, Türkiye bırakınız çağdaş ülkeler seviyesine ulaşmayı 3. dünya ülkelerinin seviyesinde bile kendine bir yer bulamaz.
Anlaşılan, eşitlik kavramı en iyi ihtimalle “birilerini birilerinden çok daha fazla eşit” kılacak şekilde bir tür George Orwell'in “domuzların eşitliği” seviyesinde algılanıyor.
Türklüğe hakareti yasalarla engellemeye çalışan Türkiye'de, Öymen gibilerin, başörtüsü üzerinden fiilen “daha az eşit” olarak tanımlanan geniş halk yığınlarını tahkir ve tezyif etmesini engelleyecek bir tedbire sahip değil.
YASİN AKTAY/YENİ ŞAFAK