HABERİN İLK BÖLÜMÜ...
Charles-Quint'in Kanunî nezdindeki büyükelçisi Baron von Busbecq, kendi sefer kayıtlarında
Osmanlı ordusunun mânevî durumunu
Avrupa ordusu ile kıyaslayarak şunları yazmıştır: "Türk sistemini kendi sistemimizle mukayese ettiğim zaman, istikbalin başımıza getireceği şeyleri düşünerek titriyorum. Bir ordu galip gelecek ve pâyidâr olacak, diğeri de mahvolacaktır. Çünkü şüphesiz, ikisi de sağlam surette devam edemezler. Türklerin tarafında, kuvvetli bir devletin bütün kaynakları mevcut; hiç sarsılmamış bir kuvvet var, sefer görmüş askerler,
zafer itiyatları, meşakkatlere tahammül kabiliyeti, birlik, düzen,
disiplin, kanaatkârlık ve uyanıklık var. Bizim tarafta ise, umumî fakirlik, hususî israf, sarsılmış kuvvet, bozulmuş maneviyat, tahammülsüzlük ve idmansızlık var.
Askerlerimiz serkeştir, subaylarımız tamahkârdır. Disiplini istihkâr ediyoruz. Sebatsizlik, serkeşlik, sarhoşluk, sefâhat, bizde bol bol mevcuttur. Bütün bunların en kötüsü düşmanın (Türklerin) zafere, bizim de hezimete alışkın bulunmamızdır. Neticenin ne olacağını tahminde tereddüt, artık caiz midir?
Savaş ahlâkı
Savaşta zafer kazanmış Osmanlı askerleri, ele geçirdikleri esirlere iyi muamelede bulunurlardı. Hattâ bazen yaralı düşman askerleri bile
tedavi edilirdi. Osmanlı askerinin bu üstün karakteri hakkında Batılı kaynaklarında muhtelif bilgiler yer almaktadır. Bunlardan, bir
İngiliz Üsteğmeni Casey'in anlattıklarını dikkatlere arz edelim: "25
Nisan 1915 günü Conk Bayırı'nda Türkler ve birleşik kuvvetleri arasında korkunç
siper savaşları oluyor. Siperler arasında 8–10 metre mesafe var. Süngü hücumundan sonra savaşa ara verildi. Askerler siperlerine çekildi. Yaralılar ve ölüler toplanıyor. İki siper arasında açıkta, ağır yaralı ve bir bacağı kopmak üzere olan İngiliz yüzbaşısı avazı çıktığı kadar bağırıyor, ağlıyor, kurtarın diye yalvarıyordu. Ancak hiçbir siperden, kimse çıkıp
yardım edemiyordu. Çünkü en
küçük bir kıpırdanışta yüzlerce kurşun yağıyordu. Bu sırada
akıl almaz bir hâdise oldu. Türk siperlerinden beyaz bir
bayrak sallandı. Arkasından
aslan yapılı bir
Türk askeri, silâhsız bir şekilde siperden çıktı. Hepimiz donup kaldık. Kimse nefes alamıyor, herkes ona bakıyordu. Asker yavaş adımlarla yürüyor, siperdekiler nişan almış bekliyordu. Asker, yaralı İngiliz subayını okşar gibi yerden kucakladı, kolunu omzuna attı. Ve bizim siperlere doğru yürümeye başladı. Yaralıyı usulca yere bırakıp geldiği gibi kendi siperlerine döndü. Teşekkür bile edemedik. Savaş alanlarında günlerce bu kahraman Türk askerinin cesareti, güzelliği ve insan sevgisi konuşuldu."
1915'te
Çanakkale Savaşı'nda
Fransız birliklerine komuta eden General Guro, Osmanlı ordusunun savaş ahlâkını şu sözleriyle anlatıyor: "Bir sabah günün ilk ışıkları ile birlikte Türklerle süngü savaşına başlamıştık. Savaşta Türkler, çok ama çok mahirdi. Kendileri ile başa çıkmak imkânsızdı. Süngü muharebemiz, fasılalı şekilde
akşam geç vakte kadar devam etti. Ortalık kararınca Türklerle
anlaşma yaptık. Muharebe sahasında gezecek ve yaralılarımızı toplayacaktık. Bizim askerler, sedyelerle muharebe sahasına çıktıkları zaman ben de aralarına katılmıştım. Bir ara kucağındaki askerin yarasına gömleğinden yırttığı bez parçalarını bastıran bir Türk askerine rastladım. Akşamın karanlığında, değme bir ressamın fırçasından çıkmayacak bir tablo karşısında idim. Uzun müddet seyrettiğim bu tablodaki Türk askeri, kendi yaralarına yerden avuçla aldığı
toprakları basıyordu. Kucağındaki yaralı için ise, durmadan gömleğinden yırtmakla meşgul idi. Tercüman yardımı ile ona bazı sorular sordum:
— Niçin az önce öldürmek istediğin askere şimdi yardım ediyorsun?
Türk askeri, takati tükenmiş bir hâlde
cevap verdi:
— Bu asker, yaralanınca yanıma düştü. Cebinden
yaşlı bir kadın fotoğrafı çıkardı. Bir şeyler söyledi, anlamadım; ama herhalde annesi olacaktı. Benim ise kimsem yok. İstedim ki o kurtulsun Bu sözlerden sonra Fransız
generali, etrafındakilere döndü ve âdeta bağırarak şöyle dedi:
"Efendiler! Kendi yarasına toprak bastırdığı hâlde kucağındaki yaralı için gömleğini yırtan bu asil askerin kucağındaki yaralı kimdi biliyor musunuz? Herkes susmuş, merak dolu nazarlarla
emekli Fransız generaline bakıyordu. Guro, göz kenarlarında birikmiş olan yaşları, buruşuk derili elleri ile silerken fısıltı hâlinde seslendi. Türk askerinin kucağındaki yaralı bir Fransız askeri idi efendiler! Bir Fransız askeri!..."
Sızıntı Dergisi
Ağustos 2009