Meclise bağımsız olarak giren hiçkimsenin aslında bağımsız olmadığı görüldü. Herkes kendi partisine döndü ve dönecek. Bu arada bazı DTP milletvekilleri
Türkçe’yi “
yabancı dil olarak kabul ettiklerini” açık ettiler... Bazı ulusalcı arkadaşlar da “
PKK mecliste” diye bağırmaya başladılar.
Bir yandan, yanyana oturacak MHP ile DTP üyeleri arasında çıkacak kavgalardan korkuluyor,
Devlet Bahçeli “kadınlara vurmayın, bize yakışmaz” gibi laflar ediyor...
Bir yandan, ordu,
seçim öncesi “duruşunu” koruduğunu açıkladı.
Dolmabahçe “mülakatında” neler konuşulduğunu bilmiyoruz ama, birçok kişinin aklına gelen “paşam, siz
darbe yapmayın, ben de karısı türbanlı birini
aday göstermeyeyim” şeklinde bir “uzlaşmanın” pek de geçerli olmadığı sanılıyor...
Abdullah Gül yeniden aday olacak ve bu sefer çatır çatır seçilecek gibi görünüyor...
Acaba böyle bir uzlaşma vardı da, başbakan şimdi “sukoyuvermeye” mi hazırlanıyor? Zafer sarhoşluğu içine mi girdi? Yoksa hayal mi kurduk?
Gül
cumhurbaşkanı olursa 27
Nisan akşamına dönülecek, gazeteci arkadaşlar “madem öyle biz bunu niye yedik” fıkrasını mı hatırlatacaklar?
Zafer Üskül’ün, kimine göre zamansız, kimine göre ustaca bir nabız yoklama ürünü olan teklifi de
bomba gibi patladı: Kemalizm’i anayasadan çıkaralım.
Hemen arkasından “
sivil anayasa” taslağı geldi.
Kemalizm kalıyor da, 12
Eylül uygulamaları ayıklanıyor.
Cumhurbaşkanının yetkileri sınırlanıyor... YÖK tarihe karışıyor, yani “dinci rektörler” ya da “kız öğrencilerin türbanına izin veren liberal rektörler” kendi üniversiteleri tarafından seçilebilecek... Cumhurbaşkanı buna karışamayacak, yalnızca vali ve
büyükelçi atamalarına bakacak.
Anayasa Mahkemesi üyelerinin sayısı arttırılıyor ve bunların bazıları
TBMM tarafından seçiliyor, yani bürokrat sultası kırılıyor ve bir daha “367 baskısı” gibi şeyler yaşanmaması için önlem alınıyor.
Zorunlu din dersi kalkıyor ama yerine, “seçmeli fıkıh dersi” gibi daha “ince” bir ayar çekiliyor.
Milli
Güvenlik Kurulu anayasadan çıkarılıyor! Bürokrasinin en önemli kalesi düşüyor, “ikinci hükümet” ortadan kalkıyor, en azından “pasifize” ediliyor.
Ve hepsinden önemlisi,
YAŞ kararları yargı denetimine açılıyor. Türkçe’ye tercüme edelim: Dinci eğilimler gösterdiği için S-3 raporlarına dayanılarak ordudan atılan
subay,
mahkeme kararıyla çatır çatır geri dönebilecek!
Bunlar devrimdir, devrim!
Türkiye için büyük, çok büyük, çok önemli gelişmelerdir!
Bürokratik oligarşi buna
boyun eğecek midir? Yenilgiyi kabul edip sütre gerisine çekilecek midir?
Yoksa şapkasından çıkaracağı daha başka tavşanlar var mıdır?
Tavşan canlı kalmış mıdır, yoksa seçim kazanında haşlanıp ölmüş müdür?
Necati Doğru’nun deyimiyle, artık sandıkta değil ama kapalı kapılar ardında, hangi sürprizler pişiyor?
CHP ve MHP’nin mecliste taş koymasıyla yetinilecek midir? Bu yeterli olacak mıdır?
Bu devrimin sessiz sedasız gerçekleşebileceğini sanmak,
Emre Aköz’ün deyimiyle saflık olur.
Oligarşi, halkın iradesine aldırmadan, bakalım nasıl çamura yatacaktır?
Önümüzdeki aylar çok daha sıcak çatışmalara gebedir.
Tüh be, keşke ben de, seçimde rezil olunca “ben kâhin miyim yahu” diye kıvırtan, yalancılığının, taraflılığının, amigoluğunun eleştirisini “seçim tahmininde yanılmasının eleştirisi” şeklinde saptırıp elinde nalıncı keseriyle tatile kaçan arkadaşlar gibi tüyseydim... Ortalık yatışır diyorduk, daha beter kızışacak.
Engin Ardıç-AKŞAM