Örneklerle o ayrıntılara dikkat çekti

Yeniçağ yazarı Adnan İslamoğulları, bugünkü yazısında paralel masalının ardında ‘devletin kasasına yani beyt’ül mala dadanan büyük yolsuzluk iktidarı’ ve 'açılım politikalarının karanlığında palazlandırılan Abdullah Öcalan’ olduğunu yazdı.

Örneklerle o ayrıntılara dikkat çekti

İslamoğulları,Yolsuzluk o kadar büyüktü ki!” başlıklı yazısında şu değerlendirmelerde bulundu: 

Gezi Parkı olayları AKP iktidârına sivil muhalefetin protestosundan başka bir şey değildi. Halkın geniş kitlelerle katılımıyla çığ gibi büyürken protestolar, devreye AKP’nin derin devleti girdi ve Taksim’e monte ettikleri marjinal sol örgütler ve PKK vâsıtasıyla rayından çıkarıldı.

AKP’nin kaybetmekten korktuğu yalnızca siyâsî iktidarı değildi. İktidarlarını kaybettikten sonra iktidarları boyunca yaptıkları yolsuzluklardan yargılanma korkusuydu.

Yolsuzluk o kadar büyüktü ki, Gezi Parkı protestolarını çığırından çıkaran provokasyonlar bunun için tertip edildi.

Yolsuzluk o kadar büyüktü ki, ülkenin Başbakanı Tayyip Erdoğan bizzat kendisi başlattı algı savaşını ve ilk mermisi Türk siyâsî tarihinde söylenen belki de en büyük yalandı, mühimmat yine dine dâirdi, dinî bir semboldü.

'Kabataş’ta başörtülü bacımıza saldırdılar, yerlerde sürüklediler' dedi Başbakan. Kiralık kalemleri senaryoyu genişlettiler, başörtülü bacılarının altı aylık bebeğini tartaklamıştı üzerilerinde siyah deri kıyâfetler olan kalabalık ve üzerine işemişlerdi başörtülü bacılarının.

Mobese kayıtları Başbakan ve kiralık medyasını yalanladı.

Yolsuzluk o kadar büyüktü ki, Gezi olayları esnâsında polisten kaçanların sığındığı Bezm-i Âlem Vâlide Sultan Camii’nde göstericilerin içki içtiklerini söylediler, Başbakan meydan meydan bağırdı; 'Câmiye ayakkabılarıyla girdileer, câmide içki içtileeer'.

Câminin müezzini câmide içki içildiğini görmediğini söyledi. Câmide içki içildiğine dâir hiçbir belge yayınlanamadı. Müezzin sürüldü... Algı savaşında kullandıkları ikinci mühimmat da dine dâirdi, dinî bir semboldü.

Gezi Parkı’ndan sonra 17 ve 25 Aralık’ta başlayan yolsuzluk soruşturmalarının Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzlukları olduğunu anlamak için dosyaların bütün içeriğini bilmeye, tapelerin tamâmını okumaya gerek olmadığı, soruşturmalardan sonra başta Başbakan olmak üzere hükümetin ve kirâlık medyasının yaptıklarına bakmak yeterliydi.

Yolsuzluk o kadar büyüktü ki, 17 ve 25 Aralık soruşturmaları savcılarının yabancı bir ülkeye çalıştıklarını ve bunun belgelerinin ellerinde olduğunu, savcıların kendilerinin açıklamaması hâlinde (ne demekse bu) Başbakan bunu bizzat kendisinin açıklayacağını söyledi.

O gün bugün o savcıların hangi ülkeye çalıştıklarına dâir bir kelâm edilemedi, bir belge gösterilemedi.

Yolsuzluk o kadar büyüktü ki, çiçeği burnunda İçişleri Bakanı Efkan Ala, Bank Asya’nın 17 Aralık’ta 2 milyar dolar vurgun yaptığını ve belgelerinin elinde olduğunu, belgesiz konuşmadığını söyledi.

O günden bu yana bir belge gösteremedi, ispat edemedi...

Yolsuzluk o kadar büyüktü ki, Adana’da yakalanan TIR’ların Türkmenlere yardım TIR’ları olduğunu söyledi, algı savaşında bu kez kullanılan mühimmat millî bir mühimmattı, Türkmenler âlet ediliyordu, iki milyona yakın Suriyeli ülkeye alınırken, Esad ve IŞİD zulmün altında kalan ve Türkiye’ye gelirken hâlen pasaport istenen Türkmenler...

Yolsuzluk o kadar büyüktü ki, Dışişleri Bakanlığı’ndaki üst düzey bir toplantının görüşme zabıtları düştü medyaya, MİT Müsteşarı, gerekirse kendi ülkesine üç-beş füze attırmaktan söz ediyordu, bu dinlemelerden de paralel devlet olarak cemaat suçlandı. 'Böcekleri kimin koyduğunu biliyoruz' dedi Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu...

Dedikleriyle kalıyorlardı, herhangi bir şeyi ispat etmek zorunda hissetmiyorlardı kendilerini, yalnızca algı savaşının bir parçası olarak suçluyor, karalıyorlardı. Bugün itibariyle o toplantıyı sızdıranın kim olduğu da meçhul kaldı...

Yolsuzluk o kadar büyüktü ki, Başbakan Erdoğan ve hükümetinin kâhir ekseriyeti bir 'paralel masalı’ tutturdular. Küresel ısınmadan, ekolojik dengenin bozulmasına, iklim değişikliklerinden erozyona, sağlıksız beslenmeden Neşe’nin kepek sorununa kadar her şeyi bir 'paralel masalı’nın içindeki kötü karakterlere yüklediler.

Başlattıkları açılım süreci o kadar karanlıktı ki, o kadar şâibeli idi ki, saplandıkları Orta Doğu bataklığında bugüne kadar ismi bile duyulmayan Ayn el-Arap isimli bir kasabanın IŞİD tarafından saldırıya uğraması ve işgal edilmesiyle birden Kobani isimli bir kutsal Kürt kasabasına dönüşmesi ve HDP’nin çağrısıyla başlattığı isyan denemesiyle şaşıran hükümet, HDP’nin, KCK’nın, PKK’nın kendilerini gizleme ihtiyacı bile hissetmedikleri eylemleri de yine aynı 'paralel masalı’nın içindeki kötü karakterlere yüklediler.

Yolsuzluk ve karanlık o kadar büyük ki, ateş saçan yedi başlı ejderhadan insan yutan devlere, milyonlarca yıl sonra tekrar hayata dönen dev mamutlardan fantastik yaratıklara ve elinde bir çengel, tek gözünde bir bant kötü korsanlara kadar her türlü kötü karakteri içinde barındıran bir 'paralel masal’ıyla tehdit ediliyor ülke.

Bu paralel masalının arkasında iki paralel devlet var:

'Devletin kasasına yani beyt’ül mala dadanan büyük yolsuzluk iktidarı’ ve 'açılım politikalarının karanlığında palazlandırılan Abdullah Öcalan’.

Gerisi bir hırsız masalı...”

Cihan
<< Önceki Haber Örneklerle o ayrıntılara dikkat çekti Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER