Yazar kimliğinin yanı sıra aslında bir hukukçu ve insan hakları savunucusu olan Orhan Kemal Cengiz, Türkiye'de hukukun geldiği noktaya dair çarpıcı açıklamalar yaptı. 17 Aralık'tan sonra hukukun askıya alındığını düşünen Cengiz, Zaman Gazetesi'ne verdiği röportajda işçi cinayetlerinden 17-25 Aralık'a, yaklaşan HSYK seçimlerine dair birçok konuyu değerlendirdi.
İŞTE O RÖPORTAJIN BİR BÖLÜMÜ:
"Soma'dan sonra ölen işçi sayısının çok olduğu bir diğer olay Mecidiyeköy'deki asansör faciası oldu. Aynı zamanda bir avukat olarak bu tür faciaların nasıl son bulacağına dair yorumunuz nedir?
Birçok boyutu var bu işçi ölümlerinin. Son dönemde bu ‘kaza'ların meydana geldiği işyerlerinin tamamı iktidara yakın yerler. Biz buradan Türkiye'de bir kast sistemi oluştuğunu anlıyoruz. Erdoğan'a yakın olmadan iş yapamıyor, ihale alamıyorsunuz. Ondan iş aldıktan sonra artık sizin üzerinizden bir denetim olmuyor, rahat hareket edebiliyorsunuz. Arkanızda bir iktidar duruyor. Bu öyle bir rahatlık ki, kolayca kamu kredilerini almaktan, vergi denetimine uğramamaya, iş güvenliği ile ilgili önlemleri mümkün olduğunca az almaya ya da almamama kadar gidiyor. Türkiye'de doğru düzgün bir rekabet sistemi yok, serbest piyasa yok. Türkiye'de ahbap çavuş kapitalizmi var. Ve bu ahbap çavuş kapitalizmiyle çok çabuk zengin olmaya çalışan ve zengin olan insanlar var. Mesela bu gökdelenlere bakıyorsunuz, 24 saat çalışma izni verilmiş ve inşaat kamu yararına olarak kabul edilmiş.
Kimse sorumluluk almıyor ama…
Ciddi bir zihniyet problemiyle karşı karşıyayız çünkü. Ve bu zihniyet yavaş yavaş Erdoğan'dan tüm topluma sirayet ediyor. Hiçbir sorumluluk kabul etmeme. Erdoğan'ın hiçbir konuda kusur kabul etmeyen ve başkalarını suçlu gören bir alışkanlığı var. Bunun Türkiye'de kamu yöneticisinden işverenine kadar herkese sızdığını görüyoruz. Bütün suçun her zaman başkalarında olduğuna inanan anlayış tüm ülke üzerine çöreklenmiş durumda. Soma'da da aynı şeyi gördük, Torunlar İnşaat'ta da. Aynen Recep Tayyip Erdoğan gibi çıkıp, kendilerinden başka herkesi suçluyorlar. Ve olağan bir şeymiş gibi konuşuyorlar. İnsan o işçilerin kaldığı yerlerin görüntüsünden utanır ya. Dünyanın en zenginlerine inşaat yapıyorsun, o inşaatı yapanları dünyanın en rezil şartlarına mahkum ediyorsun.
Büyük sorumluluk kimde?
Bu firmalara ihale verdiği, inşaat izni verdiği için iktidarda. Soma'da da aynı şeyi gördük. Erdoğan'a yakın olduğu için o işi almış. Daha önce o alanda hiç tecrübesi yok. Bir anda pıtrak gibi bu işin içine giren insanlar türemiş. Bunun karşısında üretim olanağı verilmiş. Bu iş kazaları olmaya devam edecek. Sınırsız bir sahip olma iştahı hakim, işçilerin iliğini kemiğini sömürecek bir iştah. AKP'nin büyüme modelinden şunu görüyoruz ki, her türlü canlıya, insana, doğaya saygı sıfır. ‘Yapılan inşaat, maden, hes, baraj, yol, havaalanı doğaya zarar verecek mi?' diye sormuyorlar.
Doğaya zarar vermeden iş yapma mefhumu yok mu?
Yok. Bir tek başbakanın talimatıyla üçüncü havaalanı kuzey ormanlarının göbeğine yapılıyor. On binlerce ağaç kesiliyor. En son örnek Atatürk Orman Çiftliği'nin içine yapılan Başkanlık Sarayı. Ankara'yı bilen herkes bilir ki, sıfır ağaçlı dımdızlak yüz binlerce yer var. Ve doğaya zarar vermeden bu alanlara istediğiniz kompleksi kurabilirsiniz. Buna rağmen Erdoğan gidiyor Atatürk Orman Çiftliği'ne konut yaptırıyor. Hem inşaat hem de yol yapımı için binlerce ağaç kesiliyor ama umurlarında değil kaç ağacın kesildiği. Ve siz bunları söylediğinizde çiçek böcekle ilgilenen marjinal insanlar oluyorsunuz. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı, Eymir Gölü'nü halka açmaktan bahsediyor mesela. Oysa zaten halka açık bu göl. Ama bunun altında daha başka bir sebep var bence.
Nedir o sebep?
Eski Kemalist elitlere duydukları hınçla, onlarla bütünleşen, onlara ait olan şeyleri ortadan kaldırma isteği. Atatürk Orman Çiftliği benim için iki şey demek; ağaç ve Ankara'nın bütün kaliteli doğal beslenme kaynağı. Ama AKP için başka bir şeyi temsil ediyor. Orası fethedilmeli. Oraya gidiyor, eski izleri silip, kendi imzasını atıyor ve Başkanlık Sarayı'nı kuruyor.
"HAKİMLER ZAMLA OY DEĞİŞTİRECEKSE, ÜLKEYE KİLİT VURUP GİDELİM"
Eminim ki, bu fikrin saçma olduğunu ona söyleyecek birileri var ama korkudan söyleyemiyorlar. ‘Efendim bizim ABD ile suçluların iadesi sözleşmemiz var. Böyle bir talepte bulunmanız uygun olmaz' diyemiyorlar. Erdoğan dünyadan o kadar kopmuş ki, her yer Türkiye gibi zannediyor. Kendisinin yapabildiği her şeyi demokratik ülkelerin başkan, başbakan ya da cumhurbaşkanlarının da yaptığını zannediyor. Obama ile o görüşmesinden sonra karşı tarafın hayret ettiğini düşünüyorum. ‘Mahkeme kararı olmadan adam bizim bu talebe cevap verebileceğimizi düşünüyor. Bu nasıl bir zihniyet?' dediklerine inanıyorum. Tamamen Türkiye'deki yönetme biçimini dile getiriyor orada. Aslında ülkeyi nasıl yönettiğini anlatıyor Obama'ya.
HSYK seçimleri öncesi hakim ve savcı maaşlarına zam gündeme geldi. Bu bir tesadüf mü?
Ülkenin nasıl yönetildiğini gösteren bir diğer uygulama. Tabii ki, HSYK seçimlerini etkilemek için yapılıyor. Şuna emin olun, hükümet bunu yaparken hâkimlerin oylarına oynuyor. Ama bizim hâkimlerimiz bundan etkilenerek oylarını değiştirecekse ortada korkunç bir fecaat var demektir. Bu zamlar doğrultusunda hâkimler, bütün ülkenin kaderini belirleyen bir kurulda kullanacakları oyları değiştiriyorlarsa, bu ülkeye kilit vurup gidelim.
Yeni hükümetin yolsuzlukla mücadele edeceğine dair inancınız nedir?
Davutoğlu'nun yolsuzluk yapan eli koparma metaforu hiç tesirli olmadı mesela.
Daha dişe dokunur gerçek şeyler söylemesini beklerdim. Ortada ciddi vahim iddialar var. ‘Ben hukukun üzerindeki bütün baskıyı kaldıracağım. Hakim ve savcılardan, Meclis'ten bu iddiaların sonuna kadar araştırılmasını istiyorum. Bekleyen fezlekelerin bir an evvel Anayasa Mahkemesi'ne gönderilmesini istiyorum' gibi şeyler söylese umutlanırdım. Ama bunların yerine içeriği sözel olarak sert ama retoriği etkili olmayan bir benzetme yaptı, duygulara hitap etti. O sözlerden hiçbir şey yapmayacağını, ne kadar önemsediğini anladım. Yapılmış yolsuzluk soruşturmaları var bunların üzeri örtülüyor, konuya ilişkin ne düşünüyor yeni bir başbakan olarak hâlâ bilmiyoruz. Tamam anladık ‘paralel yapı' iddiaları araştırılsın. Ama bu ‘paralel yapı' araştırılacaksa hukukun bağımsız bir şekilde işlediği bir ortamda olabilir. Ama Davutoğlu kuru bir retorik kullanmayı tercih ediyor.
25 Aralık yolsuzluk dosyası, hakim önüne gitmeden kapatıldı…
Aradan 8-9 ay geçtikten sonra savcılar Erdoğan'ın dilini kullanarak ‘darbe girişiminde bulundunuz' diyor 17 Aralık'ı başlatan polislere. 25 Aralık'ın sanıklarını serbest bırakıp, kovuşturmaya yer olmadığı gerekçesine karar verirken de ‘Bu bir darbe girişimidir.' diyor. Bu tam olarak soruşturmalar başladıktan sonra Erdoğan'ın kullandığı dil. Sekiz ayda onun kullandığı dil bütün yargıya sirayet etti. Ciddi bir hukuksuzluk var. Yargının üzerinde büyük bir baskı var. 17 Aralık'tan sonra hukuk askıya alındı. 17 Aralık'tan sonra hakim ve savcıların aldığı arama kararlarının uygulanmadığını gördük. Bu ancak olağanüstü hal rejimlerinde olur. Türkiye adı konulmamış bir olağanüstü hal rejimi ile yönetiliyor. Erdoğan'ın kendisine hedef belirlediklerine karşı çok sert önlemler alınıyor. Polisler gözaltına alınıyor. İktidara yönelik hiçbir suçlama, itham ya da iddiayı araştırma soruşturma imkanı yok.
AYM, YARGITAY VE DANIŞTAY'IN YETKİLERİ TIRPANLANACAK
Milli irade sihirli bir değnek olsa gerek…
Milli irade bütün kiri pası sandıkta aklayan bir temizlik maddesi. Böyle bir demokrasi anlayışı yok. Bu Eski Yunan'da da sandık vardı. Bizim için ölçüt bu mu olmalı, 1500 yıl öncesine mi gidelim? Zaman içerisinde insanlık sadece sandıkla demokrasi olmadığını gördü. Kuvvetler ayrılığı olması lazım. Yasama, yargı ve yürütmenin birbirini denetlemesi lazım. Seçilenler çok yanlış işler yaptığında mahkeme önünde hesap verebilmeli. Bunları ortadan kaldırdığınızda demokrasi olmuyor. Sürekli bir milli irade fetişizmi hakim. Tabii ki meşruiyetin birinci kaynağı sandık ama o size yönetme imkanı veriyor. Sen yönetme işini yaparken hukuk kaidelerine, anayasa kurallarına bağlısın. “Ben bunlara bağlı değilim.” dediğin anda sen bir Tiran'sın, diktatörsün…
Siyasal İslam argümanı da milli irade gibi bir kalkan mı?
Milli irade ve siyasal İslam söylemlerini hukuksuzluklarına kalkan yapıyorlar. Hakkınızda bu kadar yolsuzluk iddiaları olsa, Türkiye'de hiçbir dernek vakıf siyasi parti, grup kurum bünyesinde barınamazsınız. Ama burada siyasal İslam kalkan olarak kullanılıyor. “Sizin ulvi bir amacınız var. Toplumu dönüştüreceksiniz, daha dindar bir toplum ve daha dini kurallara uygun bir devlet oluşturacaksınız. Dolayısıyla bu yola giderken, sizin elinizde çok güçlü araçlarınızın olması ve parasal imkanlardan yararlanmanız lazım. Dindar insanlar olarak iktidara geldiğiniz için, artık iktidardan gitmemeniz şart. Gidip de dindar olmayanlara iktidarı bırakamazsınız.” düşüncesi.
Bunları yapma uğruna her şey mubah mı kılınıyor?
Öyle tabii. Mesela bunları muhafaza etmek için havuz kurup kendinize yeni bir medya kurabilir, sınırsız bir para kaynağı kullanabilirsiniz, arada bir cebinize de indirebilirsiniz. Zaten siz dini bir misyonu yerine getirmek için dünyaya gelmişsiniz, seçilmişsiniz, halifesiniz, ulu-l emirsiniz ve herkes size itaat ediyor. Böyle olunca hukuk mukuk dediğinizde boşlukta kalıyor. AKP için hukuk teferruat. Siyasal İslam'ın birleştirici gücü olmasa AKP bu şekilde dik duramazdı. Birileri dönüp Erdoğan'a ‘Bunlar ciddi iddialar. Çık, açıkla' derdi. Ama perde arkasında şu konuşuluyor. “Bizim büyük bir davamız var. Bu dava görünür, meşru araçlarla yürütülemez. Davayı yürütmek için iri ve diri olmamız lazım. Finansal olarak güçlü olmalıyız. Tabii ki ihale alan işadamlarından belli bir komisyon alacağız. O parayı bir havuzda toplayacağız. Medyayı dizayn edeceğiz. Bize karşı olan işadamlarını çökerteceğiz. Kamunun reklam vermesini engelleyeceğiz. Tabii ki bu dava uğruna bizi destekleyen işadamlarına her türlü desteği sağlayacağız. İcabında onları vergiden muaf tutacağız. Çünkü bizim büyük bir davamız var. Bu davayı gerçekleştirmek için Allah'ın ve dinin yardımıyla yapamayacağımız hiçbir şey yok.” diye düşünüyorlar.
Hizmet Hareketi'nden iç düşman, mihrak çıkarma uğraşı da bunun bir neticesi mi?
Evet. Hizmet Hareketi'ni büyük bir düşman olarak lanse etmeye çalışıyorlar. Çünkü dini böylesine kullanırken, öbür tarafta dini alanda otorite olarak görülen birisine asla tahammülü olamaz. Laik bir grup yolsuzlukla mücadele edecek olsaydı, bu kadar yıkıcı bir dönüş olamazdı. Erdoğan'ın yapmak istediklerinin önünde iki engel var. Biri hukuk. Önümüzdeki dönemde Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay gibi mahkemelerin yetkilerinin tırpanlandığını göreceğiz. Diğeri cemaat. İki işadamına vergi memuru yollandığında diz çökerken, cemaat çökmedi. Cemaati bir direnç odağı olarak görüyor ve tek gayesi ortadan kaldırmak.
AKP, KENDİ VESAYETİNİ KURMAYA ÇALIŞIYOR
Bir zamanlar askeri vesayete karşı mücadele ediliyordu. AKP bu mücadele ile oy toplayıp kendi vesayetini mi kurdu?
Neydi vesayet? Ne olursa olsun asıl yöneten biz olmaya devam edeceğiz anlayışı. AKP de kendi vesayetini kurmaya çalışıyor. Yolsuzlukları kapatma adına, havuz oluşturup, medyanın kontrol altına alınma çabası hepsi değişmez bir rejim yaratmak için. Mesela bugün TV kanallarına bakın, cemaat medyası dışında eleştirebilen kanal yok. Ya tamamen hükümetin propagandası yapılıyor ya da hükümeti eleştiriyormuş gibi görünüp ama iktidar avukatlarının dizildiği tartışma programları var. Hayretler içinde izliyorum. Böyle bir medya düzeninde demokrasiden söz edilebilir mi? Bugün toplum medya üzerinden manipüle ediliyor.
2015 genel seçimi yaklaşırken daha çok konuşulur oldu başkanlık sistemi. Türkiye rejim değişikliğine hazır mı?
Plan bu. 2015'te Meclis'te anayasayı değiştirecek çoğunluğu elde etmek. Türkiye'ye özgü bir sistem getirecekler. Öyle Amerika'daki gibi sert kuvvetler ayrılığının olduğu bir sistem değil. Amerika'da yasama, yürütme ve yargı sert şekilde birbirinden ayrıdır. Erdoğan'ın önceki konuşmalarına baktığımızda bizdeki böyle olmayacak, Türkiye'ye özgü bir padişahlık sistemi olacak. Kafasında bu var. Yasama yürütme hatta yargı yetkisinin de bir kişinin elinde toplandığı otoriter rejim inşa etmek istiyor. Zaten bu fiili olarak inşa edildi aslında. Hukuki bir kılıf geçirecekler.
Zirve yayınevi katliamının müdahil avukatlarındansınız. Davada son durum nedir, bir neticeye ulaşacak mı?
Doğrusu bir süredir ilgilenemiyorum. Ama bu saatten sonra bu davaların hiçbirinden bir netice alınabileceğini sanmıyorum. Erdoğan bu davaların hepsinin üstünü örtmek için genel bir strateji belirledi. Yolsuzluk iddialarını bertaraf etmek için Ergenekoncularla işbirliğine gitti. Ergenekon tayfasıyla barışıp, onları yanına çekti. Ve beraber bir mesaj vermek istedi. Bu bir tercihti. Bu tercihten sonra o davaların neticelenmesi çok zor. Genel strateji bu şekilde belirlendi. Derin devletin yargılandığı davaların, cinayetlerin üstünü Erdoğan örttü, artık en küçük bir netice umudu olamaz.
Son zamanlarda yazılarınızdan ya da fikir ayrılığından dolayı size küsenler oldu mu?
Çok oldu. Özellikle liberal arkadaşlarım cephesinde. Hükümeti destekleyen liberaller “17-25 Aralık bir darbeydi. Biz bu darbenin karşısında durmalıyız.” diyor. Ama ben 17-25 Aralık'ın darbe olduğunu düşünmüyorum. Bu arada cemaatin devlet içindeki örgütlenme biçimini de problemli buluyorum. Onun da eski Türkiye'nin bir yansıması olduğunu düşünüyorum. Cemaat var olabilme adına, içinde patolojileri de barındıran bir kurumsallaşmayı tercih etti. O patoloji de demokrasiyle bağdaşmıyor. Ama 17-25 Aralık, velev ki iddia edildiği gibi Gülen grubuna yakın insanlar tarafından yapıldı, bu o iddiaların doğruluğuna gölge düşürmüyor.
17-25 Aralık rüşvet, yolsuzluk, kara para aklama gibi çok somut bilgi ve belgeye dayanıyor. Liberaller karpuz gibi ikiye ayrıldı. Yolsuzluk operasyonuna darbe diyenler ve demeyenler. Ben darbe demiyorum. İfade hürriyetini, temiz toplumu, serbest piyasayı önemsiyorum.
BUGÜNLER MÜSLÜMANLARIN KARA BAHARI
ABD, İngiltere ve Almanya'nın Türkiye'nin dinlendiği iddiası gündemde. Yeni Türkiye'nin komplo teorisyenleri buna ‘Türkiye çok güçlendi o yüzden' diye cevap veriyor. Sizce de güçlendi mi Türkiye?
O kadar güçlü olsa dinlemelere güçlü bir tepki gösterirdi. Ama bakıyoruz, ne Obama ne de Merkel ile görüşürken bunun gündeme bile gelmediğini görüyoruz.
ABD ve Avrupa ülkeleri, zaten dinledikleri için, ‘paralel devlet' ısrarına inanmıyor olabilir mi?
Dinledikleri için neyin ne olduğunu bu ülkeler çok iyi biliyor. Kimsenin bu paralel hikâyesine de inandığını düşünmüyorum. Yolsuzlukla ilgili çok ciddi iddia, bilgi ve belge var. Zaten bunların arkasından karşı bir söylem olarak çıktı ‘paralel yapı' da. Dünyadan bakıldığında da böyle görüldüğünü düşünüyorum. Otoriterleşen rejimde iktidarın kendi kusurlarını örtme bahanesinden başka bir şey değil bu söylem.
Türkiye bu süreçte hangi fırsatları kaçırdı?
Türkiye, dindar Müslümanların, hatta siyasal İslamcıların iktidara geldiği bir ülkede herhangi bir vesayet makamı olmasa da dört dörtlük global bir mesaj verme fırsatını kaçırdı. İslamofobinin azalması, Müslümanların daha saygın insanlar olmasına katkıda bulunma fırsatını kaçırdı. Tam tersine şark kurnazlığıyla demokrasiyi bir yere kadar götürecek bir araç olarak gördü. Her şeyi kendine yontan bir mantık ortaya çıktı. Buradan bütün dünyaya çok farklı bir mesaj çıkıyor. Dünyada şu an Müslümanların onurunu kurtaracak bir Tunus var.
Bölgenin hamisi olma planı suya mı düştü?
Elbette. Şu an Tunus dışında, İslam ülkelerinin tamamı diktatörlükle yönetiliyor. Meşru yollarla iktidara gelmişse daha sonra toplumu değiştirmeye dönüştürmeye çalışan bir ajanda var. Müslümanlar kendilerine çarpık bir ayna ile bakıyor. Bu dönem Müslümanların kara baharıdır. Bugün Ortadoğu'da hukuksuzluk, antidemokratik uygulama, kadının ikinci plana itildiği, zorla ajandaların dayatıldığı monarşik, otoriter, toplum mühendisliğinin en kaba şekilde uygulandığı anlayış hakim. AKP de kendi payına düşen rolü oynadı. Bütün bu sel kasırga bittiğinde geriye kum kalacak ve biz Müslümanlar adına ağır bir bilanço ile karşı karşıya kalacağız. İslam'ın siyasal araçlar uğruna kullanılması gündeme geldiğinde dünyada en kötü uçta IŞİD görülüyor. Kafa kesiyor, katliam yapıyor. Diğer ucunda ise AKP görülüyor. Demokratik yollarla iktidara gelen sonra asker gibi engelleri önünden kaldırarak kademe kademe özgürlükleri ortadan kaldıran bir siyasal İslam portresi ortaya çıkıyor. Biz 21. yüzyıl sorunlarından birinin en büyük parçasından biriyiz. AK Parti dünyaya korkunç bir mesaj yolluyor. İslam ve demokrasi bağdaşamaz mesajı.