Aytaç, Emniyet'in kendi karanlık yanıyla yüzleşebilmesi için devletin güvenlik kurumları hiyerarşi sıralamasındaki yerinin yeniden gözden geçirilmesinin gereğine inanıyor.
Neden Ergenekon kapsamında şu an fiilen çalışan polis personelini pek görmüyoruz? Bir Adil Serdar Saçan ile bir İbrahim Şahin ile bitiyor mu bu iş?
-Bu operasyonun dalgaları bitmedi ki, bekleyin inanın birçok
emniyetçinin daha bu bağlamda yakalandığını göreceksiniz.
-Acaba? Yoksa tuz da koktu da haberimiz mi yok?
-
Polis tuz değil ki ve keşke olsa. Tuz da kokmadı ayrıca. Polisteki bu yapının içerisinde olanların hepsi çok net biliniyor. Ve bir şekilde ya pasif görevlere alınıyor, ya da bırakılıyor ki daha da çok bu yapıyla içli dışlı olsunlar ve Ergenekon dalgalarının nerelere kadar gittiğinin net resimleri çekilebilsin. Sonunda inanın ya hepsi de meslekten
ihraç edilecekler ya da ben size yeniden röportaja gelecek ve söz veriyorum tek tek hepsini gerekçeleri ile birlikte sayacağım.
İbrahim Şahin ifadesinde "Üç yüz tane etkili kişiyi bana bulmam söylendi, ben güvenlik müsteşarı olduğumda onlarla birlikte çalışacaktım" diyor. Bu üç yüz tane polisin isminin tespit edildiği medyada da yer aldı. Aynen bunu Şahin'e diyenlerin ve buna aracılık edenlerin de kim olduğunun bilindiği gibi.
-Peki, bunları ne zaman göreceğiz?
- Her sene iki yüz elli, üç yüze yakın görevi kötüye kullanmış olmaktan dolayı meslekten ihraç edilen polis var. Son on beş yıllık süreç için diyebilirim ki, polis gerçekten kendisini yenilemekte ve daha demokrat bir
Türkiye olması için çalışmaktadır. Ayrıca emniyetin güvenlik birimleri içerisindeki hiyerarşik sıralanması Türkiye'de nasılsa, organize suç yapılarına bulaşmış olmasındaki hiyerarşik sıralaması aynen öyledir
dersem muzipçe bir
yanıt mı vermiş olurum acaba?
-Yoo, merak uyandırırsınız. Mesela bugün nedir Emniyet ile Mit'in ilişkisi?
Hanefi
Avcı diyor ki
Susurluk sürecinde MİT'e ayrılmış olan
bütçe 500 ise, Emniyet'e ayrılmış olan bütçe 40'dı. Yani bütçeleri bile böylesine farklı olan iki kurum arasında rekabetten söz edebilmek mümkün değil ki. Bugün daha çok halkın içerisinde olan bir polis ve işinin doğası gereği toplanılan ham bilgileri sistematize raporlar haline getiren bir MİT var. Arada çekişme oluyordur elbette zaman zaman ama hep de çekişme içindelerdir demek doğru olmaz.
-Mesela en basitinden PKK'lı sayısında anlaşabiliyor mudur bizim kurumlar?
-Bir toplantıda kaç PKK'li dağda diye sorulunca, birisi 5000, birisi 3500, birisi de 5500 diyorsa, herkes bunun gerekçelerini de arka arkaya sıralıyor ve ondan sonra da en sağlıklı bilgi neyse, ya o bilgiye uyum sağlıyorlardır ya da tak diye emredileni şak diye kabul edip bir karar alıyorlar, sonraki toplantıda da olanları görüp değerlendirmelerini yeniden yapıyorlardır. Kısacası kendini yenilemeyen bitiyordur.
-İşbirliği ve koordinasyon anlayışları böyle yani!
-MGK'nda Jandarma Genel komutanının oy hakkı varken, MİT müsteşarının söylemiş olduğu şeyler dikkatle dinlenilirken ve müsteşarlık olarak isimlendirilirken, Emniyet genel müdürünün durumu yalnızca bir genel müdürlük olarak varsa ne olur? Lütfen bu sorunun yanıtını bir de siz düşünün. Biri Jandarma genel komutanlığı koca komutanlık yani ve kırsalda % 28 nüfusa güvenlik hizmeti yapıyor. Diğeri şehirde aynı görevi yapıyor hem de bir genel müdürlüğün il temsilciliği olarak. Diğeri de MİT müsteşarlığı. Yani koca müsteşarlık. Kısacası Müsteşarlık, genel komutanlık ve genel müdürlük. Devletteki sıralaması nasıldır yahu da sen bana bunu soruyorsun. Hem yeni kurulacakmış-mış-mış gibi yapılan güvenlik müsteşarlığı da baştan etkin ve gerçek yetkilerle donatılmış bir birim gibi düşünülürken, şimdi içi boşaltılmış bir kese kağıdı görüntüsüne dönüştürüldüyse daha ne konuşabiliriz ki?
-Emniyet bu hiyerarşik eşitsizliğe gocunuyor mu?
-Bence sessiz kalsa da bundan için için gocunuyordur tabii.
-Emniyet'in yeterince önemsenmediğini düşünmesi diğer kurumlarla ilişkilere nasıl yansıyor?
-Kurumlar yan yana durduklarında "Bizim başımızda bir adam var ki durumu içler acısı. Biz ne anlatırsak anlatalım bizim söylediklerimizi anlamıyor. Ve biz, o ne derse onun dediğini yapmak zorundayız. O yüzden abi kusura bakma. Biz de biliyoruz, sizin dediğiniz çok doğru ama kusura bakmayın" diyor olabilir mi ki? Sonra da "Ya madem durum böyle, buradan da ancak böyle bir karar çıkacak" diyor mu ki? Çünkü öyle istiyorlar ben de istenileni veriyorum diyor mu ki?
-Önder Hoca ben hiçbir şey anlamadım!
-Hahaha hahahaha... Ya
Nuriye Akman sen de yıllarca Ankara'da oturdun. Bana sorduğunuz sorunun yanıtını benden daha iyi biliyorsundur.
-Yani Emniyetin bir olaya bakışı ile jandarmanın, ordunun, MİT'in aynı olmadığı için mi PKK'nın sonu bir türlü getirilemiyor? 25-30 yıl devam eder mi bir çatışma?
-25- 30 yıldır devlet olarak bir tane
Kürtçe televizyon yapmamışsan kimin hatası bu? Mahkemeye geldiğinde tek kelime
Türkçe bilmeyene mahkemede Kürtçe konuşturmamış ve
yasak koymuşsan kim hatalı sence? Sen hapishaneye düşmüş birisine annesiyle konuşma izni vermemişsen kimin hatası bu? Digor da eğitim vermemişsen, Serkan Şeker gibi
kaymakam göndermemişsen kimin hatası bu? Bombaları bırakanları görüyorsunuz sağa sola şimdi değil mi? Evlerinde bile tutmuyorlar artık. Demek ki bir şeyler değişmiş değişiyor ve korku dağları sardı. Bundan geri dönüş de çok zordur artık.
-Kim bu bırakanlar? Birisi dedi ki Güneydoğu'dan hatıra aldığı bombalar onlar!
-Böyle bir kepazelik olur mu ya. Kim bunu saçmalayanlar. Bunlar işte otuz yıldır PKK sorununun bitmesini istemeyenler.
Hizbullah ve İbda-C'de bunlar işte. Emniyete göre, Türkiye'de
faili meçhul yoktur. Uğur Mumcu'nun da, Bahriye Üçok'un da başka isimlerin de hepsinin failleri bellidir. Ben bomba
imha kurslarında da ders vermiş olan birisiyim. Hakikaten para için yapılmayacak olan bu zor görevi yerine getiren, dünyanın en
tatlı insanlarıdır burada çalışan arkadaşlar. Diyorlar ki, şu delikli bombayı Türkiye'de bir tek şu hazırlar. Niye diyorum, çünkü bir gün bombayı bulurken parmakları kırılmıştır, o hep
imza atar gibi delikli bomba yapar diyorlar. O delikli bombayı da Türkiye'de hazırlayan şudur diyorlar ve arka arkaya bazı tarihleri sıralayıp, bulunan / patlayan bombalar onun delikli bombalardır diyorlar. Ben de ya bu adam ne diyor diye aval aval suratına mı bakmalıyım?
-Emniyet bunları biliyor da niye biz hala 17 bin faili meçhulden bahsediyoruz?
-Bence biliniyor ama söylenilmiyor. Söylenmesi için dinleyecek, anlayacak ve dinlediklerine önem verecek ve düzeltecek yetkililer olması lazım değil mi?. Önceden
tek tip medya , tek tip konulara yaklaşım olduğu için söylenemiyordu. Şimdi ise tek tip, tek yolcu düşünce sistemi oldukça aşıldığı için söylenebiliyor azar azar da olsa...
-Niye medyanın üstüne atıyorsunuz suçu. Emniyet açıklasın ne biliyorsa.
-Emniyet nasıl açıklayacak. Ben size bir örnek vereyim. Terörle mücadele yasasında, TCK ve CMK'da yapılması arzu edilen değişiklikler ile ilgili olarak, dönemin Emniyet Genel Müdürü Gökhan Aydıner NTV'nin muhabirini çağırıyor, diyor ki Emniyet'in bu
kanun değişiklikleri ile ilgili bu görüşleri savunmaktadır. Sayın Genel Müdürün yaptığı açıklama, ile alttaki birimlerden, daire başkanlıklarından gelmiş olan düşünce ile taban tabana zıt, yüzde yüz ters olan bir açıklama. Eğer birileri
gözaltında tutulma sürelerinin uzatılmasını istiyorsa, bunu isteyen vallahide billahide tallahide kesinlikle emniyet değil. Bunu isteyen Türkiye'nin daha demokratik hukuk devleti olmasını istemeyenler,
Avrupa Birliği ile bütünleşmiş olmasını istemeyenlerdir. Düşünebiliyor musunuz,
çevik kuvvet polisinin sorunları ile ilgili bir bilimsel çalışma yapılıyor, anketler düzenleniyor ve sonra da çözüm önerileri sayfalarca sıralanıyor ve bu kitap Emniyet'in kendi matbaasında basılmış olmasına rağmen, o dönemin Emniyet Genel Müdürü tarafından yasaklanıyor ve kitap yasak yayın haline getiriliyor. Yani sorunlar belli, çözümler belli. E o zaman çözsene kardeşimmmm!
-İbrahim Şahin "Bana müsteşarlık teklif edildi" gibi bir yalanı ne cesaretle söylüyor?
-Yalan değil. Söylediği isimler önemli. Bekir Uğurlu paşaya sorun, teklif etmiş mi, etmemiş mi? Dostum
Metin Gürak paşaya sorun, halkla ilişkiler ve medyadan sorumlu daire başkanı, acaba konuşmamışlar mı? Ve sonra yeni kurulacak olan güvenlik müsteşarlığı dediğimiz yapı çok da öyle önemli bir birim değildir ki. Başta Jandarma ve Emniyet'i bir araya getirip, hakikaten
sivil otoriteye bağlı bir kurum oluşturuluyor gibi yapıldı, sonradan da kof, içi boş bir yapı oluşturuldu, hiçbir işe yaramayacak. Yapılan her türlü yanlıştan dolayı sivillerin hırpalanacağı bir güvenlik müsteşarlığı kavramı oluşturuldu. Ve davul boyunuzda olurken, tokmak başka yerde olacak. İnanılmaz yanlış ve hatalı bir yapı kuruldu.
-"Aktütün baskınını ben haber verdim" derken de doğru mu söylüyor?
-Bence doğru söylüyor. Oturuyorlar ve ne yaparsak işleri daha da karıştırırız ve biz sürekli güçlü gözükürüz ve insanları da keriz yerine koyamaya devam ederiz diyorlar. Çünkü kendilerince vatanı böyle kurtardıklarına inanıyorlar.
İlhan Selçuk'un anlatımıyla, bazen vatanı kurtaranlardan kurtulmak çok daha zor oluyor.
-MİT'in "Bu bize resmi değil, sosyal ilişkilerle geldi" açıklaması şık mı?
-Demek ki sosyal ilişkileri çok kuvvetli bir MİT'imiz var. Kayserili işadamına sorulunca 2 artı 2 kaç eder diye, diyor ki alırken mi verirken mi? Demek ki MİT'in sosyal ilişkileri de hariciyeciler gibi çok kuvvetli. Ve aynı belgeden bir yayın organı
Tuncay Güney'in MİT elemanı olduğunu, diğeri de
JİTEM olduğunu çıkartıyor. Bu bilgileri de Emniyet'ten
Adil Serdar Saçan sorgu yaparken topluyor. Enteresan değil mi?
-Silah tarlalarının krokileri gerçekten aramalarda mı çıktı ortaya, yoksa çoktandır biliniyordu da şimdi tozlu raflardan mı indi?
-
Hayır aramalarda bulundu onlar. Bu
terör örgütü mensupları kendilerini öylesine güvenlikli bir alanda hissediyorlar ki, kendi evlerinde saklayabiliyorlar bu belgeleri. Yani ben hep böyle yaptım. Ben devletim, bana hiç kimse dokunamaz diyor adamlar.
-Yine de bu krokileri evinde saklayacak kadar salak olmamaları gerekmez mi?
-Şimdi o kadar akıllı ve pervasızlar ki, kimse bu eve gelip arayamaz / bakamaz diyor. Ben devlet adına yapıyorum zaten bu haltları diyor. O kadar pervasızlar yani. Yıllardır 'köpeksiz köyde değneksiz gezmişler' ve bunu hep de yapmışlar. Şimdi işin bittiğini ve artık yapamayacaklarını anladıklarında da ellerindeki bombaları bile
pazar torbaları ile
sokak ortasına bırakacak kadar da korkak, kişiliksiz ve suçlular...
-Yani devlet bunu bilmiyor muydu 2004'den beri?
-Veren kimse
silahları o biliyordu elbette. Verenler merak etme koçum sana bir şey olmayacak diyordu. Aynı Alp
aslan Aslan'a sen Danıştay'ı bas, biz de seni daha sonra dışarıya çıkarırız dedikleri gibi. Ya da İbrahim Şahin'i suçlu olsa da Cumhurbaşkanı'na affettirdikleri gibi, teröristleri bile Cumhurbaşkanına affettirdikleri gibi, seni de Aslan Alpaslan oradan kurtaracağız sözünü vermelerindeki gibi yani. Baksınlar
Ergenekon Terör Örgütü devlet şemasının içinde nerede idi, oklarla gösterilerek hem de yıllardır...
-İyi de Ak Parti hükümeti ne yaptı o zaman, uyudu mu?
-Bence uyumadı. Ama ilk iktidara geldiklerinde
Abdülkadir Aksu, Vecdi
Gönül ve
Cemil Çiçek dışında devleti çok iyi tanıyan ve bilenleri yoktu. Sonradan sonradan öğrenmeye başladılar. Öğrendikçe de bazıları sindi sustu, makamları yükseldi. Bazıları da, ya onlarla uzlaşmaya gitti, ya da başbakan gibi dik başlı olunca 8 farklı suikastla
kurban gitme durumuna geldi. Ama şimdi artık
Özal gibi 'bir bayramlık, bir idamlık gömleğim var' deme noktasına geldiler.
Abdullah Gül gibi birisi değil Cumhurbaşkanı olmak devlet dairelerinin gölgesinde dinlenmek için bile oturamazdı. Recep
Tayyip Erdoğan gibi imam hatipli birisi Türkiye de kaymakam bile olurken zorlanırdı. Ama milletin acayip bir teveccühü oldu. E o zaman artık daha da yükselecek yer yok, her ne varsa Türkiye de hukuk devleti olmanın önünü tıkayan,
hesap verebilirliği sınırlayan, totaliter rejim artığı her şeyi hukuk içinde yurttaş merkezli hale getireceksin. Ya da 'seni ham yapar bu zilliler' şarkısını dinleyeceksin Sezen Aksu'dan.
-Bu soruşturmayı polis mi yürütüyor, yargı mı?
-Elbette yargı yürütüyor. Biz sadece Savcı Öz'ü görüyoruz. Hâlbuki bir tek savcı Öz yok ki bu davada. Teknik takiple ilgili, fiziki izleme ile ilgili, ev aramaları ile ilgili, evlere-işyerlerine yapılan baskınlarla ilgili, gözaltına alınma ile ilgili, gözaltı süresinin uzatılmış olmasıyla ilgili kararları veren farklı farklı en az 20-25 tane savcı, en az 15-20 tane benzer kararlar veren hâkimler var. Hatta devleti İstanbul'da temsil etmiş olan en üst derecedeki generaller bile, İstanbul emniyet müdürlüğündeki bilgi ve belgeleri görünce dudakları uçukluyor ve 'bizim devletin köklerine dinamit koymuş bu Ergenekon Terör Örgütü diyerek, operasyonları yapan görevlileri defaatle tebrik edip, yüreklendiriyorlar.
-Yani emniyet ile asker ortak mı çalışıyor?
-İşin gereği zaten polis ve jandarma adliyeye intikal etmiş olan olaylarda savcıya yardımcı birimler olarak çalışır. Ve hepsi de savcının emrinde hareket eder. Yani savcının talimatları dışında nefes bile alamazlar.
-Tuncer Kılınç'ı ordu neden teslim etti?
-Eski istihbarat daire başkanı Sabri Uzun'un güzel bir açıklaması vardı.
Hırsız evin içerisinde ise ona çare yok diyordu. Tuncer Paşa'yı teslim etmeyin diye kendi içlerinde bir
genelge yayınlamış olanlara rağmen, TSK hukuka büyük bir saygı içerisinde, soruşturmanın selameti için, onu da diğer rütbelileri de teslim etti yargıya. Neden peki? Çünkü askeriyedeki insanların az bir kısmı hariç geriye kalanların hepsi sen gibi, ben gibi düşünüyorlar ve şeffaflıktan ve hukukun üstünlüğünden yanalar.
-Tuncay Güney'i nasıl algılıyorsunuz?
-Tuncay Güney açıklamaları hiç yapmasaydı da gene Ergenekon
terör örgütü ile ilgili soruşturma bu noktalara gelirdi. Çünkü elde 60 terabayt bilgi birikimi var. TRT-2 de yaptığı açıklamalar is
e devlet televizyonuna güvenmesinden olabilir. Ama bu açıklamalar olsa da olmasa da ETÖ ile mücadele devam eder ve bu sonuçlara gene kavuşulurdu. Demek ki devletin karar mekanizmasındaki insanlar böylesi ezik insanlarla çalışmış olmaktan mutlu oluyorlar. Ya da birbirlerini karşılıklı kolayca kullanabiliyorlar. 'Körlerle sağırlar birbirini ağırlar' atasözünde de anlatıldığı gibi yani. Bence devletin içindeki her birim kendi içindeki ETÖ uzantılarını temizleme kararı aldı ve bu da adım adım gerçekleşiyor. Pırıl pırıl bir Türkiye'nin kapısı aralanacak ve artık geri dönülmesi de olanaksız. AKP de
Turan Çömez gibi kendisine uzanan kolları kesmek zorunda...
NURİYE AKMAN - ZAMAN