Ne Türkan Hanım'ın şahsı ne de "Kardelenleri"dir mesele... Onlar sadece
davayı sulandırmak üzere
Ergenekon'un beyni tarafından değerlendirilmiş oldu.
On ikinci dalgaya gösterilen reaksiyonların ilki
İlhan Selçuk ve eski Rektör Alemdaroğlu alındığında kopmuştu. İkinci benzer reaksiyon
Kemal Gürüz dalgasında çıktı ortaya. On ikinci dalganın ardından kopartılan
gürültü hepsini bastırdı. Son dalganın
kilit isminin, devlet üniversitelerinde
rektörlük yapanların değil, özel bir üniversitenin kurucu rektörü Mehmet
Haberal olduğu anlaşıldı.
Tutuklu yargılanan beş tane daha rektör olmasına rağmen "
hastane formülü" sadece Haberal'a uygulandı. Tıpkı
Veli Küçük içeride olmasına rağmen, firari
sanık Levent Ersöz'ün ülkeye kaçak giriş yapmasının ardından, yakalanınca hapishaneye hiç uğramadan
GATA Hastanesi'ne getirilişi gibi...
Anlaşılan o ki, Ergenekon sanıklarından bazıları özel öneme sahip. Özellikle on ikinci dalganın dış dünyadaki algıyı da değiştirdiğini ısrarla dile getirenlere bakılırsa, davanın ulaştığı nokta daha da bir önemli hale gelmiş.
Hâlbuki birinci
iddianameden sonra kıyameti koparanlar, ikinci iddianamenin ardından davayı kabul eder hale gelmişti. Davanın en başında "Ben bu davanın avukatı olurum." diyen Sayın
Baykal bile ikinci iddianamenin ardından "Bu dava boş değilmiş." manasına gelecek cümleler sarf etmişti.
Ne oldu da on ikinci dalgayla birlikte bütün köprüleri atacak havalar esmeye başladı?
Malum on ikinci dalga "
darbe" üzerine kurulmuş gibiydi. Yani Ergenekon, bir kısım
emekli askerlerin görevdeyken ve emekli olduktan sonra sürdürdüğü "Hükümeti yasal olmayan yollarla değiştirme" hevesiyle sınırlı bir
örgüt olacaktı. Bu durumda arkadan gelecek üçüncü iddianame de bu kişilere ait
silah ve mühimmatı ihtiva edecekti. Böylece
mahkeme bir kısım askerlerin merkezde yer aldığı bir darbe davası olarak görülüp, bitecekti.İkinci iddianameden sonra mahkeme lehine esen olumlu hava gösterdi ki, bu nokta birçokları açısından hazmedilebilirdi.Ama on ikinci dalga kafaları karıştırdı. İddia makamının elinde çok daha fazlasının olduğunu, yani mahkeme sürecinin daha da ileri noktalara ulaşabilecek malzemeyi elde ettiğini gösterdi. On üçüncü dalga ister istemez akıllara geldi. On ikiye bakıp, on üçü
hesap edenler kamuoyu oluşturma kanallarını var gücüyle kullandı.
Demirel bile kendisini ortaya koyup, Haberal'ı uğurlamak için havaalanına kadar gitti. Belki de artık yeni dalga olmayacak. Ama bir telaştır ortalığı kapladı...
Ecevit'e, Haberal'ın hastanesinde "iş göremez raporu" vererek siyasi hayatını bitirme hesapları yapanların, aynı zamanda siyasi partileri nasıl yıprattığını gören Sayın
Devlet Bahçeli sonraki yıllarda çok temkinli davranmıştı. Ülkücü gençliği
sokak olaylarına karıştırmadığı için birçok kesimin takdirini toplamıştı. O bile on ikinci dalganın ardından temkinli duruşunu bozdu.
13 sayısı çağdaş toplumların bir hurafesidir aynı zamanda. Mesela
Avrupa ülkelerinin uçaklarına bindiğinizde 13 numaralı sıranın olmadığını görürsünüz. Aynı şey otellerde de çıkar karşınıza; on üçüncü katı bulamazsınız.
Bu
modern hurafenin etkisinden midir nedir, dış dünyanın davaya bakışının bir anda değiştiği yazılıp çizilmeye başlandı. Hâlbuki Batılı ülkeleri temkinli biliriz. Koskoca bir dava hakkındaki kanaatleri içeriye alınan birkaç kişi ile hemencecik değişmez. AB ülkelerinde yaşanan ve cumhurbaşkanını tutuklamaya kadar varan emsal davalar varken AB ülkelerinin kanaatini 13 hurafesi değiştirmeye yeter mi?
HAMDULLAH ÖZTÜRK - ZAMAN