Yarın
olimpiyatların
finalı muhteşem bir törenle yapılacak . Olimpiyatınadı bile herkesi heyecanlandırıyor. Prof.Dr.
Şerif Ali Tekalan Kızılcahamam'daki elemeleri izleyim
Türkçe Olimpiyatlarının analizini yaptı. İŞte Tekalanın zamanda yayınlanan analizi
Olimpiyadın Türkçesi
Eğer gelecekte küreselleşme olacaksa, o zaman buna en güzel hazırlanma yolu herhalde bu şekilde karşılık beklemeksizin birbirlerini sevecek gençlerin yetiştiği eğitim müesseselerinden geçecektir. Ve bu eğitim müesseselerinin dilinin de Türkçe olmasının hiç kimseye hiçbir zararı yoktur. Artık Türkçe bir dünya dili haline gelecektir.
Yıllar önce
Sidney Olimpiyatları’nın açılış törenini izlemiştim. Çok büyük bir stadyumda koca bir alan sahne haline getirilmiş ve Avustralya’nın dünden bugüne geliş tarihi yüzlerce insanın
gönüllü olarak rol aldığı bir oyunla sergilenmişti. Senaryo mükemmeldi, oyuncular mükemmeldi; verilen
mesaj mükemmeldi ama bunlardan en önemlisi bu
senaryoyu düşünen mantalite ve bu mantalitenin yetişmesine imkan sağlayan ortam çok önemliydi. Bizde niye hâlâ bu ortamlar oluşturulamıyor ve bu şekildeki geniş açılı düşünceler hayat bulamıyor diye hayıflanmalarımı yine Zaman’da “Olimpiyatlar ve biz” diye bir
makale yazarak dile getirmiştim.
4. Uluslararası
Türkçe Olimpiyatı’nın ön elemelerinin yapıldığı Kızılcahamam
Asya Termal Tesisleri’nde bir hafta sonu geçirdim. Daha sonra da
yarı final yarışmalarını izledim. 84 ülkeden 355 öğrenci mevcuttu. Başlarında da o ülkelerde Türkler tarafından açılmış bulunan okul ve eğitim müesseselerinin Türkçe öğretmenleri vardı. Bayan öğrenciler için bayan öğretmenler veya Türkçe öğretmenlerinin eşleri gelmişti.
Türkçe ortak dil olunca...
Termal tesislerin sokaklarında her renkten, her dilden, her kültürden insana rastlamak mümkündü. Yine ortak taraf Türkçe konuşulması idi. Sokaklarda öğrenciler öğretmenleriyle beraber dolaşıyorlar ve öğretmenleri hemen her yerde öğrencilerine adeta yapışık ikizler gibi yapışarak dolaşıyorlar ve başlarına en
küçük bir şey gelmemesi için elden gelen gayreti gösterdikleri dikkati çekiyordu.
Anne babaların bile çocuklarına bu kadar dikkat edebildikleri nadirdir. Hatta bir yarışmada dereceye giremeyen ve Afrika’dan gelen iki öğrencisiyle başlarındaki öğretmenleri, bizim önümüzden yürüyorlardı.
Öğretmenin, öğrencilerini “Dereceye giremedik; ama sağlık olsun, demek ki daha çok çalışmamız lazım.” diye teselli ettiğini onların arkasında duyunca biz de hayli duygulanmıştık.
Geçen yıl Macaristan’da Budapeşte’ye gittiğimizde bu olimpiyatın üçüncüsünde
gümüş madalya almış olan bir üniversite öğrencisi kızla tanışmıştık. Türkçeyi mükemmel konuşuyordu, hatta en ince detaylara kadar konulara girebiliyordu. ‘
Türkiye’yi seviyor musun?’ diye sorduğumuzda “
Hayır sevmiyorum, Türkiye’ye bayılıyorum.” diye
cevap vermişti. Diğer yarışmalardan ve diğer olimpiyatlardan çok farklı bir organizasyondu bu. Evet bir taraftan yarışmaydı; ama diğer taraftan da güzelliklerin birbiri içine girdiği bir
orkestra fotoğrafı ortaya konuyordu. Bu gençler ülkelerinde Türkçe konuşanlar arasında birinci olan gençlerdi.
Yarışma da zaten sadece konuşma değil kompozisyon, sunum, hikaye, şiir,
şarkı gibi birçok dalları kapsıyordu.
Madagaskar’dan gelen ve orada iki yıl önce Türkler tarafından açılmış olan okuldaki öğretmen bize şunu anlattı:
Okulunda birinci olan öğrencinin velisi ertesi gün okula gelmiş ve öğretmenlere Türkçe olarak “Sizlere çok teşekkür ediyorum, çocuklarımızı çok iyi yetiştiriyorsunuz, size minnettarlıklarımı bildirmek için geldim” şeklinde duygularını Türkçe olarak ifade edince öğretmenler de merak edip Türkçeyi nereden öğrendiğini sormuşlar. O da çocuğunun dereceye girdiğinin ertesi günü öğretmenlere
jest olarak Türkçe teşekkür etmek amacıyla sabaha kadar oğluyla Türkçe çalıştığını söylemiş.
Ne anlama geliyor böyle bir olimpiyat? Bir kere Türkler tarafından bu ülkelerde açılmış bulunan bu eğitim müesseselerinde Türkçe öğrenen bu öğrenciler Türk kültürünü ve Türkiye’yi tanıyorlar, seviyorlar, gelip Türkiye’yi ziyaret ediyorlar. Neticede Türkiye’yi ikinci bir vatanları gibi seviyorlar, ileride de her seviyede Türkiye’yle ilişkiler kurup bunları devam ettirecekler. Özellikle Fransızca konuşulan ülkeler, kendi aralarında çok değişik toplantılar yaparlar, fikir alışverişinde bulunurlar. Artık bundan sonra da herhalde ve kesinlikle sadece Türkçe konuşan ülkeler değil Türkçe konuşan insanlar da bu şekilde bir araya gelecekler ve karşılıklı görüş alışverişlerinde bulunacaklar. Bu gençler bir bakıma bunların ön habercileri gibi. Ben 1981 yılında
İsviçre hükümetinin karşılıksız burslusu olarak iki yıl bu ülkede ihtisas yaptım. Aşağı yukarı bütün ülkeler, başka ülkelere bu şekilde karşılıksız burslar vererek ülkelerinin tanıtımını sağlıyorlar.
Türkiye’ye döndükten sonra da bir
hastamda
kulak siniri ile ilgili bir
tümör tespit edildi ve o günün şartları içinde Türkiye’de bu
ameliyat mümkün değildi, çok değişik riskleri vardı ve bu tip hastalar yurtdışına gönderiliyordu. Nitekim bu hasta da bana yurtdışında nereye gitmesi gerektiğiyle ilgili tavsiyemi almaya gelmişti. Ben de pek tabii olarak İsviçre’yi tanıdığım için İsviçre’yi
tarif ettim. Bu hasta
Amerika,
İngiltere ve Fransa’ya da gidebilirdi. Daha sonra sağlığına kavuşmuş olarak döndü. Bu hastanın İsviçre’de hastaneye ödediği
ücret aşağı yukarı bana iki yıl süresince verilen bursa denkti. O zaman ben yurtdışına açılmanın ve yurtdışından ülkemize insan getirmenin ve daha sonra da yurtdışında Türkler tarafından açılmış olan bu eğitim müesseselerinin ülkemize ne kadar büyük katkıda bulunacağını daha net bir şekilde görmüş oldum. Açılan bu kapılardan, kurulan bu köprülerden işadamları dahil her kesimden insanımız buralarla iş yapmaya başlamıştır. Ülkeler arası geliş-gidişler, oluşturulan bu güven ortamında arzu edilen seviyelere çıkmaya başlamıştır. Yurtdışına yapılan bu eğitim yatırımları meyvelerini şimdiden vermeye başlamıştır bile.
Aynı şekilde Yahya Kemal’in hatıralarında
Lozan görüşmeleri sürerken
İrlanda temsilcisinin her kararda bizim lehimize
parmak kaldırdığını görünce bir yemek arasında İrlanda temsilcisine nezaketle niçin bizim lehimize oy kullandığını sorar. O da 16. asırda İngiltere’nin kendilerini tehdit ettiğini ve ülkelerine saldıracağını, onların da Osmanlı’dan
yardım istediklerini ve Osmanlı’nın da o zaman İngiltere’ye ültimatom gönderdiğini, eğer saldırırsa donanmayı derhal Akdeniz’e indireceğini İngiltere’ye bildirince İngiltere’nin saldırıdan vazgeçtiğini söyler. “Ve biz o günü hiç unutmadık, aradan 5 asır geçmesine rağmen vefasızlık yapıp sizin aleyhinize oy kullanamayız.” der.
Türkiye için büyük bir
rüya...
İşte bunun gibi milletler arasında yapılan iyiliklerin neticeleri bugünden yarına değil yıllara, hatta asırlara yayılarak görülür. Bundan daha da önemlisi ille de yapılan bir iyiliğin karşılığını acaba ne zaman göreceğiz beklentisinde olmadan gerçekten insanlık adına iyilik yapabilme çok önemlidir. Sonra dünyanın değişik ülkelerinden gelen bu gençler bu olimpiyat gibi vesilelerle buralarda birbirlerini tanıyorlar, birbirlerinin ülkelerini tanıyorlar, birbirlerini seviyorlar. Eğer gelecekte küreselleşme olacaksa -ki bundan kaçınmak çok zordur- tabii seyri içinde bu süreç devam etmektedir, o zaman buna en güzel hazırlanma yolu herhalde bu şekilde karşılık beklemeksizin birbirlerini sevecek gençlerin yetiştiği eğitim müesseselerinden geçecektir. Ve bu eğitim müesseselerinin dilinin de Türkçe olmasının hiç kimseye hiçbir zararı yoktur. Artık Türkçe bir dünya dili haline gelecektir.
İşte yukarıda gördüğümü söylediğim Sidney Olimpiyatları’nın açılış programındaki mükemmelliği o zaman nasıl takdir ettimse ve gazeteye yazarak başkalarıyla paylaştımsa bugün de bu sefer ülkem adına olimpiyatın Türkçesinin yapılmasına vesile olan eğitim müesseselerinin açılış fikrinin çıktığı ve bunları devam ettiren bu kafa ve kafaları bunları olimpiyat haline getirenleri takdir etmemem bir nankörlük olurdu. 4.Uluslararası Türkçe Olimpiyatı insanımıza, insanlığa ve insanlığın geleceğine hayırlı olsun.